• 09 November 2016, Wednesday 18:49
H.Avni Kunduracıoğlu

H.Avni Kunduracıoğlu

Terkedilmiş Tarihi Bir Mekân: ‘Eğirdir Garı’

Hüseyin Avni KUNDURACIOĞLU -

Yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yaptığı, başrollerini Türkan Şoray ve Cihan Ünal’ın paylaştığı ‘Mine’ filminin konusu, bir tren istasyonunda geçer. İstasyon şefi kocasının kabalığı ve ilgisizliğinden sıkılan Mine, kasabaya gelen yazar İlhan ile dostluk kurar. Kasaba erkeklerinin tacize kadar varan ilgilerinden bunalan Mine için bu dostluk adeta bir kurtuluş olur. Necati Cumalı’ının aynı adlı tiyatro oyunundan sinemaya aktarılan Mine, gösterime girdiği 1982 yılında gişe rekorları kırmıştı.

Tahmin edileceği gibi, filmin konusu çoğunlukla bir tren istasyonunda geçer. Film, gelip giden kara trenler, gar binası ve istasyon şefinin lojmanı gibi görsel dekorun içinde akıp gider.

Mine filmine görsel dekor olan gar, Isparta’nın Eğirdir ilçesinde bulunan tren istasyondan başkası değildir.

Eğirdir Garı, 1914 yılında İngilizler tarafından inşa edilmiş. Avrupa mimari anlayışının izlerini taşıyan bu yapının, Isparta yöresindeki orman ürünleri ve ipek el halısını götürmek için yapıldığını tahmin etmek zor değil. Yani İngilizlerin Eğirdir’e rayları döşemesi boşuna değil.

Ancak bu tarihi istasyon, Kurtuluş Savaşının terkedilmiş yıllarında da önemli bir rol oynamış. Eğirdir Gölü üzerinden yapılan mühimmat sevkiyatı bu hat üzerinden Anadolu’ya ulaşmış. Yine Mustafa Kemal’i 1919 yılında Eğirdir’e getiren, bu raylar olmuş.

Öte yandan Haydarpaşa Garı’na ulaşan yolculuğun ilk durak noktası olmuş Eğirdir Garı. Zira, gelen trenler için de son istasyon.

1914 yılında açılan ve buharlı trenden kara trene binlerce tren tekerinin döndüğü raylar, yolcu ve yük taşımacılığına 2001 yılında kapatılmış. O yıldan sonra sadece askeri nakliyatın yapıldığı gar, 2008 yılında tamamen kapatılır.

Yani tarihsel, kültürel ve hatta kentsel izler taşıyan Eğirdir Garı, kaderine terk edilir.

Eğirdir Garı’nın bulunduğu bölgeye ulaştığımızda, bu terk edilmeye fazlasıyla tanık oluyoruz. Sararmış otların kapladığı bir alandan ilerlediğimizde, önce hangar karşılıyor. Rayların hangarın içine doğru girdiği ahşap ön kapının yanındayız. Oldukça geniş ve üstü kiremit kaplı çatı ile örtülmüş kapalı bir alan olan hangar, trenlerin bakım için girdiği bir mekân. ‘Kim bilir hangi ustalar, bu mekânın içinde bazen çaresiz kaldı, bazen ise bir işi başarmanın sevincini yaşadı’ diyerek, arka kapısına doğru ilerliyoruz. Elbette dizlerimizi aşan sararmış otların arasından. Hangarın arka tarafına ulaştığımızda, yine büyük ahşap kapı ile karşılaşıyoruz. Tabii hangarın içinden dışarıya doğru uzanan raylarla da. Rayların biraz ötesinde gördüğümüz ‘makas’, dönüş yerinin habercisi oluyor.

Bu kez hangarın öte tarafından dolanıp, yine ön kapıya ulaşıyoruz. Bir süre rayların üzerinde yürümeye çalışıyorum. Çalışıyorum, çünkü terk edilmişlik rayların bir kısmını toprağın altında bırakmış, bir kısmının ise otların arasına gömülmesini sağlamış. Rayların sağlam bölümünü gördüğümüzde, nedensiz bir sevinç kaplıyor yüzümü.

Rayların toprakla buluştuğu bölümden çıkarak, taş bir yapının yanına gidiyoruz. İki katlı binanın yan cephesinde bulunan pencereler, betonla örülmüş. Açıkçası, demiryolu bölgesindeki bütün yapıların pencereleri, betonla örülmüş. Dışarıdan gelebilecek zararlara karşı bu şekilde önlem düşünülmüş. Biraz sapa bölgede ve epey büyük bir alanı kapsadığı için, demiryolu bölgesi terk edilmiş görüntüsü veriyor. Bu görüntü, geceleri yasak işlerin yapıldığı bir alan olmasını sağlamış. Olasılıkla pencereler bu yüzden betonla örülmüş olmalı.

Önünde bulunduğumuz iki katlı taş binanın üst katına ulaştıran merdivenin bittiği yerde, ahşap bir pencere görülüyor. Bahçedeki devasa çınar ağacının dalları, neredeyse pencereden içeriye girecek. Çınarın yeşil görüntüsü ve gölgesi, bir yaşam belirtisi olarak yansıyor bize.

İçimize yansıyan sevinç dalgasıyla, demiryolundaki gezintimize devam ediyoruz. Bol pencereli, uzunca ahşap bir yapıyla karşılaşıyoruz. Açık gri renge boyanmış bu uzun yapının ön kısmındaki tabelada “Sundurma Şefliği” yazıyor. Kaynaklar, bu ahşap yapı için ‘tarihi vagon’ diyor. Meyveye dönmüş kızılcık ağacı, vagonun ardındaki yeşilliğe kızıl bir renk katıyor.

Bu bölgeden ayrılıp epeyce dolanıyoruz. Yine Avrupa taş mimarisine sahip, ancak küçük bir-iki binanın olduğu yere ulaşıyoruz. Yaşar abinin dediğine göre, istasyon görevlilerinin lojmanlarıymış burası.

Gar, Eğirdir’e üç kilometre uzaklıkta. Çok yıl önce, gar ile kasaba arası boş bir alanmış. Eğirdir’in plaj olarak kullandığı Altınkum Sahilinin yakın olması ve kasabanın zaman içinde büyümesi ile birlikte, yerleşim alanları demiryolunun çevresini kuşatmış. Yaşar abi, bu apartmanlardan birinde yaşayan sakinlerden biri. Yaşar abiyle, fırından aldığı iki ekmekle evine dönerken karşılaşıyoruz.

Çocukluğunu Eğirdir’e bırakmış bu yaşlı adamdan öğreniyoruz gar bilgilerini. Hep ‘eskiden’ diye başlıyor cümlelerine. ‘Eskiden’ kasabadan gara gelmek büyük bir olay olurmuş. Hele trenin geldiği saatlerde, gar panayır yerine dönermiş. Tren, Eğirdir’e yaklaşırken güzergah 145 metre daha yüksekten geçer ve tren sert meyilli bir yol üzerinden kıvrıla kıvrıla istasyona inermiş. Elbette ‘eskiden’.

Yaşar abi ile vedalaşıp, garın ana binasının olduğu bölgeye doğru yöneliyoruz. Taş yapı olan gar binası görüş alanımıza girdiğinde, gövdesinden kesilmiş yaşlı bir ağaç da çerçeveye giriyor. Garı görmenin heyecanına, garın hemen önünde kimbilir kaç kavuşmaya, kaç ayrılığa tanık olmuş ağacın yarım bırakılmış öyküsüne olan hüznümüz karışıyor. Garın pencereleri de beton ile kapatılmış. Kırılmış beton boşluğundan baktığımız oda, bilet satış yeri. Gri renk ve resmiyet kokan gişeleri hemen tanıyoruz. Gar binasının yan kısmı, peron olarak kullanılmış. Yani trenlerin gelip gittiği bölge. Üzeri saç ile kapatılmış peronda iki ray var. Tepeden sallanan teneke lamba alâ duruyor. Tıpkı yan duvarında ‘EGİRDİR Rakım 853.4’’ yazısının durduğu gibi. Peronda, bekleme kaldırımına doğru ilerlediğimde, gar çeşmesine ulaşıyorum. Binaya baktığımda, Isparta tarafından gelen trenlerin okuması için beyaz zemin üzerine siyah ‘EĞİRDİR GAR’ yazısı ile karşılaşınca bir hoş oluyorum. Trenden inen yolcular düşüyor usuma.

Bir metre yükseklikteki kaldırımdan rayların olduğu bölgeye inip Isparta yönüne doğru yürüyorum rayların içinde. Küçük taş bir kulübe ile karşılaşıyorum. ‘Kantar Odası’ olmalı. Ölçü aletleri, sabitlendikleri yerde duruyor. Geriye dönüp, peronun içinden geçiyor ve kesilmiş ağacın olduğu küçük meydana ulaşıyorum. Karşı tarafta köşk benzeri, muhteşem bir mimariye sahip bir yapı ile karşılaşıyorum. Yaşar abinin sözünü ettiği ‘Gar Müdürü’nün lojmanı olmalı. Bu gösterişli yapının, bahçe duvarları ve yan cephesi sarmaşık benzeri bitkilerin işgaline uğramış denilebilir. Bahçe kapsından bahçeye ulaşmak için, yine sarmaşıktan oluşmuş kameriyenin altından geçiyoruz. Binadan bahçeye inen mermer merdivenin görüntüsü muhteşem. Bütün bu canlılığa rağmen, terk edilmiş görüntüden kurtulamıyor köşk.

Daha fazla hüznü kaldıramayacağımızı anladığımızda, Eğirdir Garı’ndan ayrılmaya karar veriyoruz. İki tarafı ağaçlandırılmış garın giriş ve çıkış yolundan ilerlerken, bu garın 2014 yılında TCDD tarafından satışa konulduğunu ve Eğirdirlilerin tepkisi sonucu vazgeçildiğini öğreniyoruz.

Halbuki bugün turizm bölgesi olan Eğirdir yöresi için bu demiryolu canlandırılıp Isparta’dan Eğirdir’e ‘buharlı tren seferleri’ konulmasıyla tam bir alternatif turizm yaratılabilir.

Yoksa birisinin gar binasının ön cephesine başka bir amaç için yazdığı cümleyi yaşayacak Eğirdir’deki bu demiryolu bölgesi;

‘Sözün Bittiği Yer’ …


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık