• 19 April 2017, Wednesday 19:28
H.Avni Kunduracıoğlu

H.Avni Kunduracıoğlu

Menderes Yolu’nda 3 gün …

Sırtçantamdakiler / Hüseyin Avni KUNDURACIOĞLU

Denizli’nin Çal ilçesinde toplanan yaklaşık 400 dağcı, araçlarla Bahadınlar Köyü’ne ulaştığında, günlerdir beklenen bir sürecin başlangıcına da ulaşmış oluyor. Ülkemizdeki işaretlenmiş yürüyüş yolları kervanına eklenecek olan Menderes Yolu’na atacağımız adımlarla, sadece yeni bir rotanın değil aynı zamanda bir düşün kucağına da yolculuk edeceğimizin farkındayız.

Batı Anadolu’nun en büyük nehri olan Menderes, aynı zamanda havzanın ana sulama kaynağını oluşturuyor.  Afyon’un Dinar ilçesi sınırları içinde doğan Menderes Nehri, 548  km’lik uzunluğuyla Aydın’nın Söke ilçe sınırları içinde Ege Denizi’yle buluşur. Coğrafik bilgilerini kısaca bu şekilde özetleyebileceğimiz Menderes Nehri, hâlbuki yüzyıllardır akıp geçtiği toprakları kâh şekillendirmiş, kâh bereketli topraklara dönüştürmüştür.

İlhan Berk’in ‘’Dün gece, demeli, buradan bir nehir geçmiş’’ dizesini, oldum olası Menderes Nehri’ne yakıştırmışımdır.

Menderes Nehri kıvrıla kıvrıla akıp giderek uygarlıklara ev sahipliği yaptığı gibi, yüzyıllarca getirdiği alüvyonlarla Milet, Priene, Herakleia ve Myus gibi antik liman kentlerini de denizden koparmıştır. Tıpkı Kral Meandr’i yaşamdan kopardığı gibi.

Kelainai (Dinar) Kralı Serkafos’un Anaksiden doğma oğlu olan Meandr, Frigya’yı egemenliği altına almak için genel başkent Pessinus kentine savaş açar. Savaş sırasında tanrılar anası Kybele’ye yalvarır. “Savaşı kazanırsam, beni, bunun için kutlayacak ilk kişiyi kurban edeyim” diye de adakta bulunur. Pessinus kentini alarak Kelaina’ya geri döndüğünde, kendisini ilk olarak oğlu Arhelaos, kızı ve annesi kutlamaya koşar. Bu durum karşısında ne yapacağını şaşıran Meandr, delirerek kentin alt yamacından geçen nehre atıp kendini öldürür. O günden sonra nehre Meandros (Menderes) ismi verilir.

Efsanenin hüzünlü öyküsünü ardımızda bırakıp, bir an önce Denizlili Ali Yollu hocanın yanına gitmeli. Dağlara olan sevdasını bilenler, Menderes Havzası’na olan düşkünlüğünü de bilir Ali hocanın. Bu havzada, yani nehrin Denizli sınırları içinde akıp gittiği bölgede, bir yürüyüş rotası oluşturmak en büyük düşüdür. Bu düşe ortak olan arkadaşlarıyla birlikte, birkaç yıldır çalışmalar yaparlar ve en sonunda da bu düşe, yani Menderes Yolu’na dağlara sevdalı diğer yoldaşlarını davet ederler. Seslerine ses gelir yurdun her yanından. Tıpkı Denizli’deki diğer dağcılık, gezi, arama kurtarma vb sivil toplum örgütlerinden geldiği gibi.

Bulutların oynaştığı hafif serin bir havada, sırtlarında sırt çantaları, ellerinde batonlar ile sarı tabelanın yönlendirdiği ova yoluna giren yaklaşık 400 dağcının oluşturduğu küçümsenmeyecek bu kalabalık, Menderes’in yarattığı coğrafyada olmanın heyecanını yaşıyor. Kalabalık ekip, ova yolunda bir süre birlikte yürüdükten sonra, kendi ritmini yakalayacak ve rotanın da coğrafyanın da konumunu benliğinde bulacak.

Tozlu toprak yolun iki tarafını çevreleyen üzüm bağları, Denizli’nin Çal yöresinde bulunduğumuzu anımsatmak istercesine ovaya doğru uçsuz bucaksız yayılıyor. Bağ kütüklerinin patlayan gözlerinden fırlayan yeşil görüntüyü yakalamanın keyfiyle ilerlediğimiz yol, hafif zikzaklar çizerek yükseliyor. Bağlar, çiçeğe dönmüş armut ağaçları ya da çiçekten yaprağa dönmüş badem ağaçlarının ardına saklandığında, yeşil bir rengin egemenliği bölgeyi teslim alıyor. Yöresel bir su sarnıcının varlığı, ulaşmaya çalıştığımız tepenin habercisi oluyor. Tıpkı rota boyunca karşımıza sıklıkla çıkacak olan Menderes Yolu’nun işaretli sarı tabelaları gibi. Sarı tabelanın gösterdiği  yüksekliğe yöneldiğimizde, Menderes Vadisi’ne egemen bir küçük tepeye ulaşıyoruz. Yöre halkının Asartepe olarak isimlendirdiği bu küçük tepeye ulaştığımızda, ardımızda 4 km bırakıyoruz. Apollon Lairbenos Tapınağı’nın bulunduğu bu tepede, tapınağın kalıntılarından önce nehrin mavi görüntüsü karşılıyor. Nehir dar bir ağızdan girip Adıgüzel Barajı’nın göletini oluştururken, mavi renk açık tondan koyu tona dönüşüyor. Suyu çevreleyen çam ormanları görüntüyü eşsiz kılıyor.

Apollon Laibenos bir tapınak, daha doğrusu gördüğümüz kalıntılar, bir kutsal alanın izlerini taşıyor. Bir Anadolu Tanrısı olan Apollon Lairbenos’a adanmış olan bu kutsal alan,  Batı Anadolu’da sıklıkla karşılaştığımız yerel kült merkezlerinden biri olarak değerlendiriliyor. Menderes’in güney bölgesinde konuşlanmış tapınak, rüzgârın çılgınca oynaşmasına tanık oluyor. Geçmişin izlerinden çıkıp Menderes’i sağımıza alarak dik bir yamaçtan inişe geçiyoruz. Bu iniş ile bir başka tepenin yamacına ulaşıyor, inişteki rehavet, yerini dik bir yamaca tırmanmanın zorluğuna bırakıyor. Aslına bakarsanız aştığımız her tepe, bir başka tepenin habercisi oluyor. Bu tepeler arasındaki orman yoluna ulaştığımızda ise, biraz rahatlıyoruz. Bu rahatlığımıza yol arkadaşımız Menderes Nehri tanık oluyor.

Çam ağaçlarının yoğunlaştığı yeni bir tepeye ulaştığımızda, gökyüzü renkten renge giriyor, önce küçük damlalarla işaretini veriyor ardından da sağanak yağmura dönüşüyor. Rengârenk yağmurluklar içinde, avcı modeli yani tek sıra halinde önümüzdeki patikadan yol alıyoruz. Artık adımlar daha dikkatli atılıyor. Zira yağmurun buluştuğu sürülmüş topraklar, hemen çamura dönüşüyor. Bir tarafını derin uçurumun oluşturduğu tek kişilik patikaları aştığımızda, yağmur da şiddetini azaltıyor. Dağın yamaçlarında yaptığımız yolculuk, oldukça yükseltiyor. Bu yükseltilerde, yine üzüm bağları ile karşılaşıyoruz. Yörenin ünlü üzüm türü olan ‘çalkarası’nın rüzgârın estiği düzlüklerde iyi yetiştiğini bu şekilde öğreniyoruz. Çayır havası veren bir başka düzlüğe ulaştığımızda, kamp yerine de ulaşmış oluyoruz. 10 km’lik bir yürüyüşün ardından ulaştığımız “Özcan’ın Damı” denilen düzlük, tüm yorgunluğumuzu alıp götürüyor. Menderes Nehri’ni yukarıdan gören bu düzlüğe çadırlarımızı kurarken yağmur kâh varlığını hissettiriyor kâh durarak rahat nefes almamızı sağlıyor. Çadırların üstüne vuran yağmur damlalarını duyduğumda, uyku tulumumun içine çoktan kıvrılmıştım bile.

Sabaha uyandığımızda ise, müthiş bir sis ile karşılaşıyoruz. Kampın bozulması ve Özcan’ın Damı’ndan ayrılma sürecimiz hep bu yoğun sisin altında gerçekleşiyor. Bir iki tepeyi inip çıktığımızda, siste yükseliyor ve rahat bir yürüyüş temposuna giriyoruz. Zira bugünkü rota 25 km’lik konumuyla hem uzun hem de yorucu olacak. Üstelik bazı ürünlerimiz ıslak durumda. Bir süre sonra açan güneş, bizleri teslim almakta gecikmiyor.

Güneş bedenlerimizi ısıtırken, rota ruhlarımıza iyi geliyor.

Nasıl gelmez ki?

Menderes Nehri’nin Adıgüzel Baraj göletine dönüştüğü mavilik, hiç peşimizi bırakmıyor. Suyun kenarında ters bir yay çizerek ilerlediğimiz rota, bizi yeşil bir denizin içine sokuyor. Çam ağaçlarına ılgın ağaçları, meşelere ahlat ağaçları karışırken yeşil renk tondan tona giriyor. Hele beyaz çiçeğe dönmüş armut ağaçlarını bu yeşil yumağın arasına serpilmiş bir şekilde gördüğümüzde, keyfimize keyif ekleniyor.

İlerideki dağın yamacında öten guguk kuşunun eşliğinde, yüksekçe bir tepeye tırmanıyoruz. Tepenin üzerindeki düzlükte yine çalkarası ile karşılaşmış olmaya hiç şaşırmıyoruz. Sarı renkli çiçeklerin, mor renkli yaban sümbülleriyle harmanlandığı bu düzlükte, Menderes’i doyasıya seyrediyoruz. Akıp geçtiği her yeri bereketli topraklara dönüştüren bu suyun azametli geçmişini aradığını biliyor olmamıza rağmen, yine de ‘kutsal’ bir su olarak değerlendirmekten geri kalmıyoruz.

Güneş varlığını iyice hissettirmeye başladı. Bu hissediş, ardımızda bıraktığımız rota ile birleştiğinde bedenlerimize yorgunluk olarak yansıyor. Kalabalık grup, rotanın bazı bölümlerinde tek sıra yürüme disipliniyle uzun bir kuyruğa dönüşürken, bazı bölümlerindeyse serbest yürüme özgürlüğü yaşıyor. Bu özgürlük sırasında, bulunduğumuz bölgenin tadını iliklerimize kadar yaşarken Gary Snyder’in Özgürlüğün Görgüsü’ndeki “Doğa ziyaret edilecek bir yer değil, evimizdir” cümlesini anımsamadan edemiyorum.

Kekik kokuları arasında bir başka düzlükte yol alırken önümüze çıkan sürüyü solumuza alıp, çobanla göz temasıyla selamlaşıyor ve çarşak bir zemine sahip eğimden aşağıya iniyoruz. Yine karşımıza çıkan üzüm bağlarının arasından ilerleyerek, küçük bir düzlüğe konuşlanmış Yörük çadırına ulaşıyoruz. Ağıldaki keçilerin seslerine, çayın bardağa dökülürken çıkardığı ses karışırken ‘mutluluğun resmini çiziyorum’. Elbette işin kolayına kaçarak.

Yaklaşık 20 dakika süren bir temponun ardından, Kabalar Köyü civarındaki kamp alanına ulaşıyoruz. Bir yandan geceki ıslaklığımızı kurutmaya çalışıyor, bir yandan da çadırlarımızı kuruyoruz. Bir süre sonra kamp alanı rengârenk bir çadır kente dönüşüyor.

Çaylara sohbetler, türkülere dostluklar karışıyor. Akşam, çadır kentimizi yavaş yavaş ele geçirmeye başladığında yağmur yine varlığını gösteriyor. Bu gece, yağmurun dünkünden daha acımasız olduğunu yaşıyoruz. Çadırlara düşen her yağmur damlası, bir süre sonra eziyete dönüşüyor.

Neredeyse sabaha kadar süren bu gök ağlaması sonucunda, ıslak, kaygan ve çamurlu bir sabaha uyanıyoruz.

Öğleye doğru, belirlenmiş rotada değişiklik yaparak, kamp çantalarını traktörle Kabalar Köyü’ne yolcu ediyor, ardından da ellerimizde batonlarla köye doğru yol alıyoruz.

Köy evlerinin görüş alanımıza girmiş olması, üç gündür Denizli yöresinde yaptığımız Menderes Yolu yürüyüşünün bitimini gösteriyor. Menderes Yolu yürüyüşü ile, doğanın her güzelliğini görmenin ötesinde yeni dostluklara, dayanışmaya tanık olmanın keyfini yaşıyoruz.

Başta yazdığım gibi bu rota bir düş rotasıydı. Bu düşe ortak eden, Menderes Yolu’ndaki yolculuğumuzun en küçük ayrıntılarına kadar ilgilenen ve en önemlisi, güvenli bir yürüyüş olması için çaba gösteren farklı yaşlardaki tüm Denizlili arkadaşlarıma şükranlarımı iletiyorum.

Araç, Kabalar Köyünden Denizliye doğru hareket ederken Polonyalı büyük dağcı Vojtek Kurtyka’nın “Dağcılık, acı çekme sanatıdır” cümlesini anımsıyorum.

Yüzüme gülümseme yerleşiyor ...


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık