• 10 October 2016, Monday 19:30
A.KemalKaşkar

A.Kemal Kaşkar

Hacıapti’de OHÂL?!..*

(Haciapti Mahallesi Fabrika Sokak’ta bir akşamüstü ...)

soru/yorum - A. Kemal KAŞKAR

Hacıapti Mahallemizde bir inşaatın temel çalışması sırasında 3 Ekim 2016 Pazartesi günü ortaya çıkan lahitle başlayan süreçte başlatılan-sürdürülen kurtarma kazısı sırasında bir de ‘Oda Mezarı’ bulundu. Daha önce açılmamış olan bu buluntuyla birlikte ‘heyecan’ da doğal olarak arttı elbette.

6 Eylül Perşembe sabahı, mevcut tabloyu görmek ve gelişmelerin olası seyrine ilişkin bilgi almak için evimin az ötesindeki ‘kazı mahalli’ne uğrayıp görevlilerle sohbet ettim.

Kazı alanındaki gençlere; bana, beni tanıyorlarmış gibi gelmesine rağmen, her ihtimale karşı ‘mahalle sakini’ ve gazeteci kimliklerimle kendimi tanıtıp çok büyük saygı duyduğum arkeoloji-sanat tarihi disiplinlerine ilgimi de dile getirdikten sonra, eşim Ayşegül’le birlikte kendilerine çay ikram etmek ve evimizde demleyeceğimiz çayı bir termosla getirmek istediğimizi belirttim.

“Hiç zahmet etmeyin”li, “Sağolun”lu, “kahveden alıyoruz”lu geleneksel hoşnutluk cümlelerinin arasında ben “Bunu bir tür komşu ikramı, ayrıca emeğinize duyduğumuz büyük saygının ifadesi olarak kabul edin” deyip eve döndüm.

Yaklaşık yarım saat-kırk beş dakika kadar sonra da elimde termos ve kullan-at bardaklardan oluşan ikramımızı arkadaşlara götürdüm ve “denk gelirse termosu eve getirebilirsiniz, kapımız açık, ama olur a bir yoğunluk olur da getiremezseniz eğer, ben akşamüzeri uğrar alırım” deyip ayrıldım ... (‘Termosta çay faslı’nı uzun uzun şunun için anlatıyorum: O termos, artık çok yoğun bir şekilde alan gazeteciliği mesaisi yapmayan beni, gelişmelerin tam ortasına taşımış oldu da ondan ...)

Akşamüzeri saat 17’ye doğru, termosu almak için bahçe kapısından çıktığım anda, Fabrika Sokak’ın araç trafiğine kapatıldığını, kazı alanının önünde bir kepçenin durduğunu gördüm.

Evet, anlaşılan ‘oda mezar’a giriş çalışması, konuyla ilgili haberimizde belirttiğimiz günden bir gün sonra başlatılacaktı ve aralarında Milas Müzesi yöneticilerinin de bulunduğu uzmanlar, görevliler ve mahallelilerden oluşan kalabalık bir topluluk bulunuyordu alanda...

Hemen meslektaşlarıma haber verip kalabalığa karıştım. Kazı alanında belli yerlere giriş doğal olarak şeritler çekilip yasaklanmıştı. Ve ben de gazeteci refleksiyle, şeritlerle sınırlanmış güvenlik alanının sınırında duran bir kamyonetin kasasına, yani yüksekçe bir yere çıkıp olupbiteni izlemeye başladım... Hemen yan tarafta, o da güvenlik alanı (‘yasak alan’) dışında duran bir traktör romörkü de yavaş yavaş dolmaya başladı. O sırada gelen gazeteci arkadaşlarım da, beklendiği gibi ‘güvenlik şeritleri dışına’ davet edilmeleri üzerine önce o romörkü tercih ettiler. Bu sırada ben, ‘termosumu alma niyetiyle dahil olduğum bu hikaye’de, elbette mesleki bir öngörüyle ve bölgeyi tanıyan bir mahalle sakini olarak, kamyonetin kasasından inip daha yüksek bir yer arama kararı verdim. Şansım yaver gitti ve hemen oracıktaki üç katlı binanın tepesi için başarılı bir ‘erken rezervasyon’ girişimiyle sevgili gazeteci arkadaşlarıma, kendilerine kılavuzluk hizmeti yapabileceğimi duyurdum. Zamanlamam çok iyiydi, çünkü tam o sıra, bazı müze yönetici-görevlileri, “araç bize ait lütfen inin” diyerek traktör kasasındaki meslektaşlarıma doğru taarruza geçmiş bulunuyordu. Arkadaşlar da bu girişimi, “Bu araç belediyeye ait” diyerek, “Belediyeye ait demek halka ait demektir” şeklinde bir ‘mülkiyet hakkı’ savunması yapıp göğüslemeye ve mümkünse savuşturmaya çalışıyorlardı. Ancak, romörklü traktörün, ilk anda çekilen güvenlik şeridinin dışında durduğunu farkeden yetkililer, hemen ve adeta ‘kanun hükmünde kararname” kıvamında bir hamleyle şeridin yerini değiştirip aracı güvenlik şeridinin içine alınca, römork kasası hakkında bir anda ‘yasak mevzuat uygulaması’na geçildi. Ayrıca yetkililer, (hiç gerekmediği halde) basın mensuplarının hareketli-hareketsiz görüntü almasını önlemekte yetersiz kalan kazı personeline takviye olarak ‘Emniyet’i göreve davet etmek üzere telefonlar ediyorlardı. Ortam bir anda çok gereksiz bir şekilde gerildi. Gazeteciler, haklı olarak, Milas Müzesi yetkililerine “Siz işinize bakın, bırakın biz de işimizi, belirlediğiniz yasak alanların dışında bir yerlerde yapalım” derken, başta Milas Müzesi Müdürü Gülnaz Savran olmak üzere yetkililer, gazetecilere adeta ‘kışkırtıcı-engelleyici’ muamelesi yapmakta ısrar ediyorlardı ...

Bu arada bir başka ayrıntı da; gazetecileri uzaklaştırmak için güvenlik gerekçesiyle yapıldığı vurgulanan bütün bu hamlelerin arka planında görünense, ağır mermer blokların vinçle kaldırıldığı mahalde çalıştırılan insanlara, en basitinden ‘kask taktırmak’ gibi bir güvenlik önleminin düşünülmemiş olmasıydı... 

Bense, herşeye rağmen, bir mahalle sakini olarak sakinliğimi korumaya çalışıyor ve termosumu almak için uygun zamanı kolluyordum. Bir ara tablo öylesine trajikleşti ki, “Ben bu termosu bugün alamayacağım herhalde” diye düşündüğümü ve büyük bir umutsuzluğa kapıldığımı bile yazabilirim... (Ayrıca, termos deyip de geçemezdim, çünkü o termosun da, ailemizin özel tarihinde çok özel bir değeri, yeri vardı. O termos, yaklaşık 60 yıl kadar önce, rahmetli kayınpederim tarafından Hac farizesi sırasında alınmış bir termostu zira!..)

“Biz nelerle uğraşıyoruz, sen neyin peşindesin” tepkisini göze alıp, bir ara, orada yetkili-görevli bir arkadaşa ‘termos konusu’nu aktarabildim. Sağolsun O da, “Evet evet, bir termos görmüştüm, alıp geleyim” dedi ve az sonra termos elimdeydi ... Ben, o an sokağa çıkış amacıma ulaşmıştım belki ama, ayrıntılarıyla anlatmaya çalıştığım olay akışı içinde artık geri dönülemeyecek başka bir yola çoktan girmiştim bile ...

Az önce, “bir ara tablo öylesine trajikleşti ki” derken kastettiğim ‘trajik tablo’, kazı alanına tümüyle hakim o binanın üçüncü katından görüntü alan gazetecileri engelleme adına, buluntuları örtmek için kullanılan brandanın bir grup kazı çalışanı tarafından ‘oda mezar’ın çalışma yapılan bölümünün önüne tutulmasıyla ortaya çıkmıştı. Branda, yetkililerce gazetecilerin pozisyonuna göre en uygun şekilde konuşlandırılmaya çalışılırken, önce gelen iki trafik polisi ve ardından gelen sivil güvenlik görevlileri de dahil, olanları izleyen tüm yurttaşların yüzlerinde gülümsemeler egemendi.

Şuracığa hemen memnunuyetle not etmeliyim ki, sevgili hemşehrilerimin tümü, gazetecilerin çalışmasının engellenmeye çalışılmasının manasızlığı üzerinde hemfikirdi. Ama Müze yetkilileri, kendilerince çok önemli bir operasyon yapıyormuş gibi heyecanla bu tavırlarını bir süre daha sürdürebildiler. O sırada bir ara müdire hanımın, görevleri kazı işçiliği olan bazı kazı çalışanlarına hitaben, basına yeterince engel olamadıkları için ses tonunu yükselttiğine de tanık oldum. Gerçekten de hepsi ama hepsi çok gereksizdi ...

Bu arada başka birkaç gazeteci arkadaşımız da farklı bir noktadan görüntü almaya çalışınca brandanın bir o yana bir bu yana taşınmasıyla yüzlerdeki gülümsemelerin yerini “Yok artık! Bu kadarına da pes!” tepkilerine uygun mimikler almaya başlamıştı ki, binanın üçüncü katındaki gazeteciler indi. Ardından diğer taraftaki gazeteciler de indiler... Ve mevcut malzemelerle kimi Fabrika Sokak’ta park halindeki araçta haberlerini yazmaya başlamış kimi de bölgeden ayrılmak üzereydiler ki, Fabrika Sokağa bir araç girdi ve şoförü, “Siz gazeteci misiniz?” diye sordu bize doğru. “Evet!?” dedim. Araç durdu. Meğer içinde Gülnaz hanım varmış. Müdire hanım araçtan indi, “Perdeyi kaldıracağız, görüntü alabilirsiniz. İki gün öncesinden farklı bir bilgi yok henüz. Zaten izin almadan açıklama da yapamam” gibi birşeyler söyledi ... Gidildi ve makul bir süre, yakın mesafeden görüntüler çekildi ... Oldu bitti ... Hava kararmaya başlamıştı ... Gece de belli bir süre çalışılacağa benziyordu ... Kazı alanından ayrıldık ...

...

Saat 21’e doğru telefonum çaldı ... Bir komşum, kazı alanının önemli ziyaretçileri olduğunu bildirmek için aramış, sağolsun ... Kaymakam ve İlçe Emniyet Müdürü gelmiş, ilgililerden bilgi alıyormuş ... Teşekkür ettim ve gün içinde kendisiyle birlikte tanık olduğumuz ‘olağanüstü haller’e gönderme yapıp “Hiç gitmeyelim şimdi, rahatsızlık vermeyelim” dedim ve birbirimize iyi geceler dileyip gülüşerek kapattık telefonlarımızı ...

(* Malûm olduğu üzere OHAL, şu sıralarda ülkemizin -henüz yenice üç ay daha uzatılmış- yönetim biçimi olan ‘olağanüstü hâl’in kısaltılmış halidir.)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık