• 13 June 2016, Monday 20:03
A.KemalKaşkar

A.Kemal Kaşkar

Yolumuz ve yumruğumuz ...

soru/yorum - A. Kemal KAŞKAR

‘Son yolculuk’!

Ölümü bir tür yolculuk olarak tanımlayan bu deyiş hep ilgimi çekmiştir. (Konumuzun ‘ölüm’ olması nedeniyle haklı olarak itiraz edilebilecek bir ifadeyle “hoşuma gitmiştir” bile diyebilirim.)

Adını anımsayamadığım bir diplomatımızın yıllar önce yazdığı anı kitabında “Yolculukların insanlara ‘ölümlü olduklarını unutturduğu”na ilişkin, bir anda bana da ‘çok doğru’ gelen sözlerini anımsıyorum. Bu bakımdan ‘yolculuk hali’nin, ‘giden’ için ölümden kaynaklanabilecek ‘olası zorlukları’ da bir ölçüde azaltabileceğini bile düşünebiliyorum ...

Söz konusu ‘ölüm’ olunca çok konuş–a–mayan bir kültüre sahibiz. Bunun bir yansıması olarak ‘taziye dilimiz’ çok zayıftır bizim.

“Başın sağolsun”: Bu anlamda çok sık kullandığımız ama içeriği en yetersiz kalıpsözlerimizden biridir.

Taziye ziyaretlerinde konuşmanın özellikle çok zor bir “iş” olduğunu kabul ediyorum.

Üç–beş cümleyle ‘üzüntünün ifade edilmesi’, ‘acının içtenlikle paylaşıldığının hissettirilmesi’ en zor ‘iletişim’dir.

‘Ölüm’le hep burun buruna olduğumuz halde, onun yaşandığı tabloların içinde kocaman acemilikler yaşayıp gitmemiz ilginç değil mi?

“Muhammet Ali yaşamını yitirince mi aklına geldi yoksa bütün bunlar?” diye düşünebilirsiniz.

Evet, bir bakıma öyle oldu.

‘Ölüm haberleri’ nedeniyle bu tür şeylerin zaman zaman aklımıza gelmesi ne denli doğal ise, neyse ki bir süre sonra ‘hop gidivermesi’ de doğrusu ya çok iyi! Aksi halde yaşamak, içinde debelenip duracağımız bir ‘tünel’e mahkumiyetten ibaret olur ki hiç bir şekilde tavsiye edilmez ... 

Öte yandan sevgili ülkeme yaklaşık bir yıldır yine, sürekli çok can kaybettiren, oluk oluk kan kaybettiren haberlere ne demeli peki?

‘Son yolculuk’ dediğimiz “yolculuğu” hiç ama hiç haketmeyen onca canımızı nasıl da uğurlayıp duruyoruz hele bir baksanıza ...

Buna can dayanır mı?

İçi boş, bomboş ‘üzüntü açıklamaları’nı en çok ele veren bir başka seçenek söz de: “Ateş düştüğü yeri yakar!”dır.

Aynen öyledir.

(Ve paylaşma duygusu öyle karmaşık bir süreçtir ki, onu ‘yaşayabilene aşkolsun’dur.)

...

Muhammet Ali’yi, televizyonlu dünyamızın henüz ilk günlerinde Amerika ile saat farkı nedeniyle hiç olmayacak saatlerde ‘canlı’ olarak yayınlanan maçlarını uykularımızı böle böle izlediğimiz günlerden tanıyorum. O ‘saat farkı’dır ki dünyamızın ne denli büyük olduğuna dair çok heyecan verici bir yaşantımızdı o zamanlar.

Bizde sabaha karşıyken dünyanın bir yerinde akşam saatlerinde olunmasıyla yaşanan çok şaşırtıcı bir eğitimdir de Muhammet Ali benim için.

Ama onu, yendiği ve yenildiği boks maçlarındaki yumruklarından çok, Vietnam savaşına katılmayı vicdanen reddeden ve ABD’deki ırk ayrımcılığını protesto ederkenki yumruklarıyla anımsıyorum daha çok. (1960 Roma Olimpiyatları’ndan döndükten iki gün sonra bir lokantada sadece beyazlara servis yapılmasına tepki olarak, altın madalyasını Ohio Nehri’ne atmış, Vietnam savaşına gitmediği için de 5 yıl hapis ve 10 bin dolar para cezasına çarptırılmıştı!)

Bu bakımdan, yaşamıma anlam katan ‘anti–emperyalist’ ideolojik tercihimin bir yerlerinde onun bu yumruklarının katkısı vardır.

Her ne kadar ‘anti–emperyalist’ mücadelemizde attığımız ‘1923 yumruğu’ dışında henüz kayda değer bir yumruk atmışlığımız söz konusu olmasa da, biz emperyalizme karşı yolumuzdan dönmeyenlerden ve emperyalizme atacağımız yumruktan asla şüphe etmeyenlerdeniz...

Muhammet Ali’yi de bu duygu ve düşüncelerle anımsayıp anacağız.

Saygıyla ...


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık