• 30 April 2020, Thursday 9:28
FikretÇoban

Fikret Çoban

Sürü Bağışıklığı ve Toprağın Tuzu

Bu kısıtlı günlerde uyuyup uyanıp 'bir küfür gibi evde oturuyoruz'... 'balkonda bir acı biber bile bibere sarılırken' biz eşe dosta sarılamadığımız günlerden geçiyoruz . Uyuyup uyanıp okuyoruz, film izliyoruz, tabiki düşünüyoruz, neden böyle oldu diye sorguluyoruz. Ne zaman normale döneceğiz, eski günlerdeki gibi olacak mı her şey, bilmiyoruz . Ama ümit ediyoruz iyi olacak, düzelecek, hayat herkes için eskisi gibi olacak ( mı)?

Bu yorumcular, bu tv spikerleri aynı haberleri tekrar edip duruyorlar.

Hükümet yetkilileri akşam oldu mu rakamlar ve istatistikler üzerinden konuşuyor, şu zaman normalleşmeye dönebiliriz gibi umut vaad eden konuşmalar yapıyorlar. Bu gerçekten böyle mi, pandomi tehlikesi azaliyor mu, alınan tedbirler işe yarıyor mu?

Bu konuda hemfikirlik yok. Bilim kurulu üyeleri de bazen hükümet yetkilisinden farklı açıklamalar yapıyor, takip edenler biliyor.

Benim en çok merak ettiğim şey şu sürü bağışıklığı, ikide bir konuşma ve yazı aralarında geçip duruyor. Acaba kontrollü sürü bağışıklığı sistemine mi geçiyoruz, onun alt yapısını mı hazırlıyoruz diye yazan, tartışan kalemler de var. Benim merak ettiğim de bu. Eğer kontrollü olsun, kısmi olsun öyle bir niyet varsa bunun sonucu kötü olur düşüncesindeyim. Peki neden? Nedir sürü bağışıklığı, işin uzmanı değilim ama okuyorum, dinliyorum.

Bulaşıcı bir hastalık bir topluluğa bulaşırsa bu ister istemez yayılır, koyunların hastalığı birbirine bulaştırması gibi... 'köyün üst başından girip alt başından çıkar' derdi annem, tavuklara bulaşıcı hastalık geldiğinde. Tavukların çoğunluğu ölür, geriye 3-5 tane kalırdı. Bunlar da sürünün tekrar oluşması için yeterdi. Yani sağlam olan, bağışıklık sistemi güçlü olan ayakta kalırdı. O zamanlar çocukken evimizden dere kenarına oynamaya giderdik, derenin içleri boydan boya hep tavuk ölüsü olurdu.

Tabi bağışıklık dediğimiz şey doğayla başbaşa kalan hayvanlarda, kuşlarda daha güçlü, onlar o sayede hayatta kalıyor, güçlü olanlar hayatta kaldıkça kuşaktan kuşağa güçlenerek türlerini devam ettiriyorlar .

Dolaysıyla bizi öldüren bu virüsler doğadaki o canlıları öldürmüyor, çünkü sürü bağışıklığı dediğimiz şey doğadaki canlı türlerinde mevcut. Son 100 yıldır insanlar için böyle bir şey sözkonusu değil, ilaç ve aşılar bulunduktan sonra bağışıklık denen olay insanlar için devreden çıktı diye düşünüyorum.

Onun için hastalık tam kontrol altına alınmadan, ilâcı bulunmadan yasakların kaldırılması biraz saçma gibi duruyor.

Yetkililerin açıklamalarında biraz gevşeme, yasakların mayısa doğru kaldiralacagini görüyorum. Peki ilaç mevcut mu, aşı bulundu mu? Virüsün bulaşması ortadan kalktı mı? Tabi hayatın devamlılığı, piyasanın canlılığı, sermayenin kârı için bunlar gerekli ama insanların sağğı, hayatta kalması en gerekli , çünkü insanın telafisi yok !

Saglık bakanı diyor ki ‘Türkiyenin Wuhan'ı İstanbuldur’. Ne demek bu, o zaman İstanbul rarakamlarının gerçeğini görelim, durum ne? Hastalığın başladığı Vuhan kenti 3 ay izalo edildi, insanlar evlerine hapsedildi; binayla, sokakla, aile fertleri ile bile ilişklieri kesildi, para dolaşımı ortadan kalktı, onun yerine daha az bulaştırıcı mekanik sistemlere, dokunmatik sistemlere geçiş yaptılar, seyyar pandemi hastanaleri kurarak hasta insanları buralarda izole ederek salgını önlediler ve sıfırladılar. Ondan sonradır ki yasakları aşama aşama kaldırdılar.

Kaldığımız yerden devam edelim. Sürü bağışıklığı dediğimiz sistem belli bir kitleyi, yaşlı ve bağışıklık sistemi zayıf olan kesimi gözden çıkarma işidir. Kim ister bunu. Tabiki benim felsefem bunu açıklamaya yeter de burada yeter mi, o biraz sıkıntı işte.

İnsan tek başına düşündüğünde salgının nasıl önlenebileceği konusunda herkes aynı şeyi düşünür. Partisinden, ideolojisinden , işinden ayrı olarak insani reflekskeriyle hareket etse, bu tür insan hayatına mal olan kötü olaylar karşısında aynı tavırları gösterir. Fakat gerçekte öyle olmuyor, neden olmadığını yine burada anlatmak için felsefem yeter ama burda yeter mi o sıkıntı işte.

...

Toprağın Tuzu

 

Bu karantina günlerinde, bu kısıtlı günlerde, baharın dışarda bizi beklediği günlerde elbette uyumak, okumak kadar film izlemek de zevkli oluyor. Daralan mekanları, daralan zamanları hoşa giden bir ortama dönüştürüyor. İşte Pina gibi görsel bir filmin yönetmeni Wim Wandersan'ın hazırlayıp sunduğu ‘Toprağın Tuzu’ belgeseli fevkalade güzel, insanın içini işliyor, insanın dibini görüyorsunuz. Dünyaca ünlü fotoğraf sanatçısı Salgado'nun hayat öyküsü ve sanatçılığının anlatıldığı belgesel-film zamanı size sunuyor, insan olarak kimiz nerde duruyoruz , insan hakları, barış ve çevre, doğa gibi gerçekliği ve gerçekliğin üzerinde tepişen güçlerin pisliğini, ne aradıklarını, neden böyle olduğunu yorumsuz ama gerçek belge ve anlatılarla size sunuyor ve mıh gibi yerinizde çakılı kalıyorsunuz.

Çeşit çeşit bakterilerin, virüslerin, mikropların sökün ettiği dunyamizda Can Yücel'in deyimiyle esas mikropun insan olduğunu görüyorsunuz. Ama Salvado gibi insanların varlığı da size o mikroplara karşı icat edilmiş bütün kötülükleri ortadan kaldıracak aşı gibi geliyor... Ne diyeyim, kendimi ararken kendimi buldum.

 

Demlenmiş sözler...

 

Balkonda bir acı biber bile bibere sarılırken ...

biz küfür gibi evde oturuyoruz !


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık