• 31 December 2016, Saturday 19:36
MehmetSarı

Mehmet Sarı

Milas Kent Konseyi genel kurulunun ardından …

Mehmet SARI - Emekli İlköğretim Müfettişi

Yeni yapılan Kent Konseyi toplantımızda güzel fikir ve öneriler ortaya kondu bence, ama yeterli değildi … Örneğin hava kirliliği üzerinde durulurken hiç ses kirliliğinden söz edilmedi. Hava kirliliği insan sağlığına zararlıdır evet. O konuda bilinçlendirme yapmak, uyarılarda bulunmak çok önemlidir ama, ses kirliliği de kentlerde pek çoktur günümüzde. Gereksiz ve sık çalınan araba kornaları, sinirleri bozan motorsiklet sesleri de sağlık bozucu seslerdir. Karayolu kenarındaki evler ne kadar zarar görmektedirler bir düşünün. Avrupa’da ses engellemeleri konuyor baştan başa…

Veterinerlik Fakültesi’yle ilgili girişimler güzel ama Milasımızın baş derdi zeytinlerimizdeki hastalıklar ve bu hastalıklar yüzünden 15 yıldır zeytinlerimizin mahsul vermez olmasını giderecek Milas’ta bir Zeytincilik Araştırma Enstitüsü’nün faaliyet göstermesi ihtiyacı var başta.

İnsanoğlu kalbi ağrırken önce kalbine baktırır. Sonra ayak, el ağrısını sıraya kor, baktırır. Bence zeytincinin derdi Milasımızın baş derdi ve ağrısıdır ama Milaslı bile bakmıyor bu derde. Ama ne yazık ki bu derde çare bulunamıyor. Bulmaya doğru dürüst çalışan ve yok etme girişimleri de pek yok halâ.

Bakan ve milletvekillerine kadar Önder Gazetesi vasıtasıyla yazılarla müracaatlar yaptık ama bu derdimize bakan yok maalesef. Yani Milas zeytincisi kara kaderine terk edilmiş durumda…

Zeytinci olan ve derdi yaşayan birisi olarak, bence Kent Konseyi, Milas’ın başta bu derdi ile ilgilenmelidir. Milas halkı bu dert yüzünden az ekmek yemekte ve Milas esnafı da bu dertten zarar görmektedir zeytincisi ile birlikte…

Sonra Milas’ta baraj yapılmışken çiftçisi susuzluk çekmektedir. Baraj suları başka yerlere verilmekte ve Milas çiftçisinin hakkı gasp edilmiş olmaktadır maalesef. İşte Kent Konseyimiz bu haksızlığı yok edecek çalışmalar da yapmalıdır bence…

Ayrıca Milas’ın arazilerinin meyilli olmasından, erozyon zararı ile toprakları sellerle aşınmakta, zeytinleri ve bitkileri kıraç kalan topraklarda az mahsul vermektedir. Buralarda erozyonu önleyecek setlemeler devletçe yapılmalıdır. İşte Kent Konseyimiz bu sorunumuza da el atmalı ve çözüm bulunmasına gayret göstermelidir.

Gene, arazilerimizin birer ikişer, üçer beşer dönüm olmasından üretim verimli ve kârlı olamıyor. Bunların toplulaştırılması kooperatifleşmeyle sağlanmalıdır. İşte bunlar yapılamadığından verim düşük ve toprağın işlenmesi ve üretim kolay olamıyor. Pekçok araziler birbirinden uzakta olmasından zaman kaybı oluyor. Traktör olsa bile mazot çok harcanıyor, israf yapılıyor.

Bunları yapmamak için kooperatifçiliği ve arazi toplulaştırılmasını önemsemek, uygulamak gerekiyor. İşte Kent Konseyi bu konulara da eğilmeli ve gündem oluşturmalıdır.

Bu iki şey olunca ziraat daha kolaylaşır ve verimli olurken maliyet de düşer. Çünkü herkesin traktörü olması artık gerekmez. Traktör ve başka makineler kooperatifin olur. Ortaklarının işini tümden bu makineler görür, eski zaman kaybı ve israf ortadan kalkar.

İleri ülkelerde araziler toplu ve büyüktür. Ayrıca kooperatifleşmişlerdir. Bunlara önderlik eden ve destek olan devlet olmuş, halkını da bu yönde eğitmiş ve bilinçlendirmiştir. Böylece metrekareden daha bol ürün alınıyor ve ürünün maliyeti düşük oluyor.

Çünkü bizim ülkedeki gibi arazileri parça parça ve küçük değil. Ayrıca işlerini makineler görüyor. Dev gibi makineler toprağı az zamanda sürüyor, ekiyor, çapalıyor, ürünü biçip topluyor, tarlada kamyonlara yüklüyor. İşlem gerekiyorsa fabrikasına götürülüyor.

İleri ülkelerin her yerinde her çeşit fabrika çok. Ama biz fabrika yapma yerine saray yapıyoruz. Çok laf ediyoruz, lafla peynir gemisinin yürümeyeceğini bilemiyoruz.

Gene, ileri ülkelerin her kasaba ve ilinde tüm atıkları geri kazandıran fabrikalar kurulmuşken, bizim ilimiz Muğla’da atıkları geri kazandıran bir fabrika yok.

Gene, çok ilçe ve ilimizde arıtma tesisimiz yok. Ama şöyle böyle diyerek atıp tutanlarımız pek çok maalesef. Demek ki akıl ve bilim yoluna daha tam girememişiz. Palavramız çok, yapılmış işimiz az…

En kötüsü de, Atatürk’ün kurduğu kooperatiflere destek olmaktan vazgeçerek, hepsini yok etmek üzereyiz.

Gene, Atatürk’ün kurduğu tesis ve fabrikaları satmışız, akılsızca özelleştirme edebiyatıyla.

Böylece üretimimiz düşmüş, ithalatçı olmuşuz. Kurbanlığı ve samanı bile dışarıdan alır olmuşuz. Dışarıdan alınanları belirtmeye kalksam sayfa dolacak.

Eskiden Tariş’in önünde pamuk yüklü traktörler günlerce sırada beklerdi. Hani nerede o durumlar?

Zeytinciliğe gelirsek; zeytinliklerde insan sesleri duyulmaz oldu. Eskiden duyulan traktör ve deve çanları artık yok oldu gitti. Yalnız bunlar mı yok oldu? Hani güvercinlerin alaylar halinde zeytinlere sarması ve gür diye uçmaları? Gene sığırcıklar, kara ve boz batak sesleri duyulmaz ve görülmez oldu. Başka hangi kuşları belirteyim, yoklar ki.

Yalnız domuz çoğaldı, etrafı kırıp döküyor, ekilmişlere zarar veriyor. Bir de ülkemizde başka domuzlar türedi; terör ve FETÖ gibiler. Kökleri de tam kazınamıyor maalesef. Bir çoğalan da tarikat ve cemaatler oldu ülkemizde. Ülkemiz yokluklarla birlikte her gün şehitlere yas tutan bir ülke oldu. Ne acı değil mi? Şehitler için analar-babalar ağlıyor, yürekleri yanıyor maalesef.

Olmasını önerdiğim kuruluşların, fabrikaların, kooperatifleşmelerin olamamasının nedeni, başta ilim dışı, ezberci, yazboz tahtasına çevrilen ve dinselleştirilen eğitim sistemimizdir. Ayrıca dindar ve kindar nesil yetiştirme amaçlarıdır.

İşte bu sistem ve amaçlardan vazgeçip, eğitim ilmine göre yeni, demokrat, laik bir eğitim sistemi projesi yapıp uygulamak gerekmektedir.

Bu gereklilikle birlikte ülkemizin bu karanlık gidişten, güvensiz ve savaş ortamından, çok şeyde geri geri gitmekten kurtulması için, hemen Atatürk ilkeleri ile devrimlerine acilen dönmesi gerekmektedir, kurtuluşumuz isteniyorsa…

Bilhassa ülkenin bu kadar derdi ve sorunu varken, şu tek adam anayasasını çıkarma girişiminden vazgeçilmelidir acilen…

Ülkemize gerçek demokrasiyi getirmeli, bunun için de gazete ve televizyonlar kapatılmamalı ve gazeteciler hapislerde tutulmamalıdır.

Ayrıca, her parti kendi içinde ‘parti içi demokrasi’yi oluşturup kurumsallaştırmalı ki ülkeye gerçek demokrasi gelebilsin. O zaman atamalar olmaz, ön seçimler delegeler değil tüm parti üyeleri tarafından yapılmış olur. Böylece milli irade sözde kalmaz.

Yani hakimiyet kayıtsız şartsız milletin olur. Cumhuriyet böyle yaşatılabilir ancak …


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık