• 16 February 2018, Friday 18:57
MehmetSarı

Mehmet Sarı

İslamiyet’i yanlış anlama ve uygulama baş sorundur

Mehmet SARI / Emekli İlköğretim Müfettişi

Kendi hayatımda yaşadıklarımdan bahsedeyim ki, gerçekler anlaşılsın, bilinsin.

Ben, İlköğretim Müfettişi olarak 1960 yılında Bitlis ilimizin Ahlat ve Adilcevaz ilçelerinde görev yaptım. Köy okullarını teftişimde, ilkokullarda bir tane kız çocuğu göremedim. Öğretmenlerime, ‘neden okulunuzda kızlar yok’ diye sordum. Öğretmenlerim, “Buralarda Şıhlar var. Sözde din aydınlatıcılar. Kızların bizlerle ve erkek öğrencilerle okuması dinen namahremmiş. Ondan veliler de Şıhların sözünü dinleyerek, kızları okula göndermiyorlar” dediler.

Köylerde, akşamları toplayabildiğim kadar velileri toplardım okulda. Onlara doktor, öğretmen ve erkek arkadaşlarının kızlara karşı namahrem olmadığını, dinimizde Kur’anımızda böyle bir emrin bulunmadığını ki, kızlar yarın anne olacak ve çocukların ilk öğretmenleri olacaklar diye velilere anlatırdım ama netice alamadım. Kız çocukları okula gelmemeyi sürdürdüler. Bu durumu Ahlat Kaymakamına anlattım. Sonra bir gün Kaymakam, makam aracı ve şoförüyle beni aldı ve Şıh’ın köyüne gittik. Kaymakam durumu Şıh’a anlattı. Kızların okula gelmesini istedi ve ‘Evet gitsinler’ demesinden sonra ilçeye dönerken, uğradığım her köy okulunun öğretmenine durumu anlattım ve sonuçtan bana bilgi verin dedim.

İlçeye döndük, kızların bazıları 10 gün kadar okula gelmiş. Sonra yine gelmemeye başlamışlar. Durumu Kaymakama tekrar bildirdim ama Kaymakamın, ‘Müfettiş Bey daha fazla bizim yapabileceğimiz bir şey kalmadı’ demesi üzerine sorun sürdü gitti. Yani kız çocukları hiç okumadı.

Ben Bitlis’teki görevimi 4 yıl sürdürdüm. Yine Adilcevaz ilçesinin bir köyüne teftişe gittiğimde, okulda ders yoktu. Okuldaki bir öğrenci hastalanmış ve ölmüş. Öğretmen de cenaze evine gitmiş. Neyse, öğretmen geldi. Okulda dersler işlendi ve teftiş bitince ben ve öğretmen cenaze evine gittik. Herkes bir şeyler konuşuyordu. Ben ölen çocuğun babasına, ‘Çocuğun hasta imiş bir doktora gösterdiniz mi’ diye sordum. Baba bana, “Çocuğumun ölümünden ben sorumluyum. Çünkü Şıh’a vereceğim buzağıyı tam vermedim. 500 dolu almışken, 300 dolu oldu diyerek, Şıh’a hakkını vermedim. Allah da beni cezalandırdı ve çocuğumu aldı” dedi.

Babaya bunun dinen doğru olmadığını anlattım ama pek anlamak istemedi.

Oradaki Şıhlar bir sömürü düzeni kurmuş ve kul hakkı yiyorlar dedim içimden…

İşte din yanlış anlaşılıyor ve yanlış uygulanıyor maalesef… Ayrıca kızlar 10 - 12 yaşına gelince başlık parasına çok evli, paralı erkeklere satılıyor aileleri tarafından. Bu da dinin emri imiş gibi anlatılıyor Şıhlarca…

Bu başlık parasına satılan kızlardan bazıları 18 - 20 yaşına gelince baba evine kaçıyor. Kız ailesine döndüğü için, “ya başlık paramı ya da kızı verin” diyor kocası …

Aile kendi aralarında toplanıyor, kıza ‘kocana git’ diyorlar ama kız gitmiyor. Bu sefer aile, ailenin en küçük erkek çocuğuna ablasını öldürtüyor. Buna da ‘töre cinayeti’ diyorlar oralarda…

Ayrıca evliliklerde İmam Nikahı yapılıyor. Resmi Nikah yok… Böylece o bölgelerde kızlar, miras hakkından mahrum bırakılıyor. Yani kızlara miras hakkı verilmiyor. Din böyle istiyor deniliyor. Böylece din yanlış uygulanıyor maalesef…

İşte dinin böyle böyle yanlış uygulanmasından, güzel İslam dini gerçek yerini alamıyor insanların hayatında. Örneğin Muska ve üfürükçülüğün dinde yeri yokken, Türk ve İslam ülkelerinde yaygın uygulanıyor. Bir yanlış uygulama da şu: Ailelerde gelinlerin büyükleriyle konuşması yasaklanıyor, yani konuşamıyorlar. Böylece kadına manevi şiddet uygulanıyor. İşte bu anlayış şu anda da kadınlara aşırı şiddet ve ölümleri yaşatıyor maalesef günümüzde, ama İslam dini ‘Cennet anaların ayağının altındadır. O ayağını kaldırırsa siz cennete girebilirsiniz’ diyor. Analar, dinimizce çok kıymetlidir. Bizleri dünyaya getiren anadır. Yani kadının kıymeti hep bilinmeli ve değer verilmelidir.

İşte kadına değer vermeyen toplumlar, geri kalmış toplumlardır. Ayrıca, ilk öğretmen annelerdir.

Ülkemizde insanları yanlışlara götüren çok tarikatlar vardır. Örneğin, bir akrabam bir tarikata girdi. Evinde kurban kesmez ama kurban parasını tarikata gönderirdi. Hatta namazını da evinin bahçesinde beslediği 10 koyun için yaptığı koyun ağılında kılmaya başladı. Yani namazını, koyunların pisliği ve gübrelerin içinde kılıyordu.

Sonra sağlığı bozuldu, ailesi ile arası açıldı. Hep bunlar tarikata katılmasından sonra oldu. Demek ki tarikat, doğru yolu göstermemiş bu gencimize! Hep yanlış işleri din diye yutturmuşlar ona ...

Bu genç akrabam sağlıklı ve dengeli değil. İşte bu durma düşmesi, dini yanlış anlama ve yanlış uygulamasından ileri geliyor.

Ne yazık ki ülkemizde tarikat ve cemaatler çok sayıda bulunmaktadır. Bunlar şimdi FETÖ’nün yerini almaya çalışmaktalar. Devletimiz bu konuda uyanık olmalıdır. Ayrıca dinimizde FETÖ diye bir mezhep, bir tarikat yoktur ama 40 - 50 yıldır Işık Evleriyle, kurduğu okullarıyla ülkemizin anasını ağlattı. Ülkemde ihtilal yapmaya kalktı. Parlamentomuzu bombaladı, yüzlerce vatandaşımızı öldürttü. Halâ devletimiz ülkemizde, onların taraftarlarını temizlemek için çalışıyor. Bir de, birçok İslam ülkesinde mezhep ayrılıkları yüzünden savaşlar çıkıyor, insanlar ölüyor ki Kur’an’da ‘bir kişiyi öldüren, bütün insanlığı öldürmüş gibidir’ denmektedir.

İslamiyet, yalan söylemeyi, haram yemeyi, kul hakkı yemeyi yasaklamıştır ama nedense bugünlerde bunlar hep yapılır oldu maalesef. Dinimizi öğrenmek gereklidir ama yanlış anlamamak ve uygulamamak şarttır. İşte bugün okullarımızda din bilgisi verilmekte ve öğretilmektedir. Sonra din için kitaplar basılmış ve Kur’an mealleri yayınlanmış durumdadır. İsteyen bunları da okuyup, bilgilerini arttırabilirler. Yani şu anda ülkemizde gerçek İslamiyet’i bilme ve tanıma fırsatı var. Esas mesele dürüst insanlar olmaktır.

Benim ilk öğretmenlik yıllarımda bazı kişiler Said-i Nursi taraftarları olarak Milas’ta faaliyet gösteriyorlardı. Milas’ın gençlerini Mısır’daki dini okula gönderdiklerine tanık oldum. Bu gençler Mısır’da okuduktan sonra Türkiye’ye gelip din yönünde Said-i Nursi taraftarlarını çoğaltmaya çalışıyorlardı. Ben, Muğla’da ilköğretim Müfettişi iken bu çalışmalara tanık oluyordum. Said-i Nursi taraftarları Risale-i Nur denen kitapları okuyorlardı ve ben müfettiş olarak bunlara karşı çıkıyordum. Yollarının yanlış olduğunu belirtiyordum. Çünkü ben Bitlis’in Hizan ilçesi teftişinde Nur Köyü’ne gitmiş ve Said-i Nursi’nin kim olduğunu, Cumhuriyet düşmanı birisi olduğunu az çok öğrenmiştim. İşte bu bakımdan devletimiz, bu tarikat ve cemaat konusunda dikkatli ve uyanık olmalı, bunların çoğalmasını önlemelidir.

Atatürk Türkiye’sinin baş düşmanı bunlardır. Ülkemizin geri kalmasında baş nedenlerdir. İşte, son yıllarda Milli eğitimimiz laiklikten, akıl ve bilim yolundan uzaklaştırıldı. Eğitim dinselleştirilmeye çalışılıyor. Bu çalışmalara üniversitelerimiz, öğretmen dernek ve sendikaları ile TBMM kuvvetli bir şekilde karşı çıkmalıdır. Buna karşı partilerimiz yeni ve çağdaş bir eğitim sistemi oluşturmak ve uygulanmasına çalışmalıdır.

Ülkemizin geleceğinin aydınlığı iyi bir eğitim sistemine ihtiyaç duymaktadır. Bu ihtiyaç ilgililerce hemen yerine getirilmelidir. Eğitim her başarının, kalkınmanın baş enerjisi ve başlangıcıdır.

Bir ülkede eğitim iyi olursa, o ülke iyiye gider; kötü ise ülke kötüye gider.

İşte bugün işsizlik, yoksulluk artıyorsa, geri kalmışlık çoğalıyorsa sebebi eğitimimizin kötü olmasındandır. Bir de öğretmenlere yeterli değerin verilmemesindendir.

Atatürk şöyle demiş: “Ulusları kurtaracak ve kalkındıracak yalnız ve ancak öğretmenler ve eğitimdir.”


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık