• 02 January 2019, Wednesday 8:13
İlkayKumtepe

İlkay Kumtepe

Bu ülkede ‘Kadın’ olmak …

Bu ülkede kadın olmayı yazacağım ama bu ülkede başka birçok şey olmanın, en önemlisi de insan olmanın zor olduğunun farkındayım. Ancak insan olmak ile kadın olmak arasına çizilmiş çizginin farkını ortaya koymak istiyorum.

Kadın hakları demeden önce insan hakları demenin önemini biliyorum. Bu nedenle önce kadının insan hakları diyorum. İnsan olarak sahip olduğumuz en temel hak “yaşama hakkı” değil mi? Bunu inkâr edeceğinizi sanmıyorum. “Yok mu kadının sanki yaşama hakkı” diyenlerin olacağını da biliyorum. Sadece nefes alıp vermek olarak varsayarsak var tabii. Ancak dilediğince yaşama hakkı var mı?

Yok tabii…

Ne demek dilediğince yaşamak?

Kadın dediğin tek başına olmaz. Ya babası ya kocası gözetiminde olmalı. Onlar koruyup gözetmezse kadını, düşer ellerin eline. Tersinden bakalım. Kadına sahip çıkmak gerekir. Sahiplenmek, mal mülk için kullanılan bir terimdir. Öyleyse kadın bir maldır ve bir sahibi olmalıdır. Zor geliyor değil mi tersten okumak? Konuyu çarpıttığımı düşünenler olacaktır. Ben çarpıtmıyorum, zaten çarpık olan bir durum var ve bunu hafifletmek için seçilen çarpıtılmış bir anlatım var.

Kadın sahibinin istediği kadar ve istediği şekilde yaşama hakkına sahiptir. Özgürlüklerinin tamamı kendine sahip olanın istediği kadardır. Bundan kurtulmaya çalışanların başına gelenleri hepimiz duyuyoruz, görüyoruz. Çoğunlukla yaşam hakkı elinden alınıyor maalesef.

Yıllardır kadın haklarından bahsedenler, kadına şiddete dur diyenler, bir kadın öldüğünde ortaya çıkıp eylem yapanlar artık bu konuda daha ciddi ve elle tutulur yaptırımların olması için zaman zaman değil her zaman seslerini yüksek tutmalılar.

Böyle diyorum ama ses yükseltme konusunda eksiğimiz yok da bu yüksek sesleri kayda geçme konusunda sorunumuz var sanki. Hukuk devletinde geçerli olan yasalardır. Kadın hakları konusunda var olan yasal düzenlemelerin yetersiz olduğunu söylemek istiyorum. Var olan yasaların erkekleri koruduğunu söylemek istiyorum. Kadın hem toplumsal normlarla hem de hukuki normlarla birilerine muhtaç yaşamak zorunda bırakılıyor. Böylece sahiplenilmiş ve sahibinin istediği kadar yaşama hakkına sahip oluyor. Muhtaç olmalı ki itaat etsin, sesini yükseltmesin, direnmesin, itiraz etmesin.

Var olan yasalar erkekleri koruyor çünkü erkek egemen bir yönetime sahibiz. Her alanda yönetim kadrosuna baktığımızda görüyoruz bunu. Görmeyen varsa, açsın sosyal medyayı, ya da haber sitelerini. Baksın bakalım “falan konuda toplantı yapıldı”, “filan etkinlik düzenlendi” haberlerinin görsellerine. Saysın kaç kadın olduğunu. Kadınla ilgili toplantılarda bile erkek sayısı gereğinden çok fazladır. Seçim sürecine girdik. Kadın haklarından en çok dem vuran partilere bile bakın, kadın adayların erkek adaylarına oranını karşılaştırın. Sonucu ben söyleyeyim, erkeklerin izin verdiği kadar kadın aday var.

Son zamanlarda yakın çevremde incelediğim birkaç boşanma olayı üzerine bu konuda biraz daha düşündüm. Söylediklerim abartı gibi gelebilir ama inanın değil. Toplumun her kesiminden kadın aynı tür zorlukları yaşıyor. Kimi yüksek şiddetli kimi daha az şiddetli. Kadın hiçbir sınıfta özgür değil, olamıyor. Boşanma durumunda, “sahibi olduğu kişi” zorluk çıkarıyor ama yasalar da kadını korumuyor. Eğer yasalar kadını korusa zaten ona sahiplenecek biri de olmaz, zorluk çıkaran da.

Alt gelir grubundaki kadın boşanma durumunda maddi sıkıntılar yüzünden kendine başka bir sahiplenici bulmak zorunda kalıyor. Ama yasalar onu korusa, sosyal devlet gereken yardımları yapsa kimseye mahkûm olmadan kendi kararları doğrultusunda ilerleyebilir.

Geliri olan kadın ise boşanma durumunda toplumdan gördüğü baskı ile sıkıntı yaşıyor. Özellikle en yakın çevresinden. Lafa gelince kadın haklarından bahseden ama boşanmaya çalışana -ortada şiddet varsa bile- bir daha düşünmesini söyleyen, her evde tartışma olabileceğini nasihat eden kişiler baskı kurar. Kadına verilen nasihatler, sabretmesi yönündedir, erkeğin sinirli olabileceği yönündedir, onu dizginlemenin kendi elinde olduğu yönündedir. Hele ortada bir de çocuk varsa kadının aklını çelmek kolaylaşır. Duygu sömürüsü had safhaya çıkar. Kadın özveride bulunmaya zorlanır. Zaten yasal zorluklarla uğraşmak bıktırmıştır. ‘Katlanayım bari’ görüşünü sokuverirler aklına birden. Bu tür barışlardan sonra genelde rastladığım, bir çocuk daha yaptıklarıdır. Ondan sonra zaten kendi özgür iradesi hükmünü yitirir. Kadın sadece çocukları için vardır. Kendi istekleri bastırılır. Çocukları mutlu olsun, analı babalı büyüsün diye fedakârlığa devam eder. Evlilikte sorunlar bitmiş midir? Hayır, ertelenmiş, üzerine örtü örtülmüş ve beklemeye alınmıştır.

Ekonomik gücünün daha fazla olduğunu ve dirayetli olduğunu düşündüğümüz bir kadını ele alalım. Her tür sıkıntıyı göze alıp bu hayatı sürdüremeyeceğini düşündü ve boşandı diyelim. Çocuk varsa, onun sorumluluğu annededir. Artık anne, çocuk ya da çocukların yükünü tek başına götürür. Çünkü erkek artık özgürdür. İstediği gibi yaşar. Çocuğu ile ilgili sorumluluklarını yerine getirmezse ona yaptırım uygulayacak bir yasa yoktur. Ona baskı yapabilecek bir güç de yoktur. Öte yandan çocuk kadın için zaten bağlayıcı bir unsurdur. Özgür değildir. Artık çocuklarına bağımlıdır. Onların eksikleri olmasın diye çalışır. Bütün yükü tek başına götürmek zorundadır. Bu arada kendine zaman ayırabilir mi? Yeni bir hayat arkadaşı bulabilir mi? Çok nadir. Normlar var, kötü bakışlar var, “çocuk sahibi kadın, ne işi var tekrar evlilikle” demeler var, yeni hayat arkadaşının çocuğu ile olan uyumu var, var da var…

Kırsal yerlerde eşinden ayrılan kadına erkek çocuğu verilmez, el konur. Kadın baba evine gönderilir ve yeni bir sahibe verilir. Baba evinden de yeni bir kocaya verilenler eski çocuklarını göremezler. Yeni sahiplerle yeni köleliklere merhaba …

Çok önceleri, yaşlı bir köylünün dediklerini unutmam: “Devlet dul kadınlara maaş bağlamasın. O zaman gelmiyor kadınlar” demişti. Bu toplumsal yarayı ne kadar güzel özetlediğini düşünürüm. Devlet yasalarla kadına sahip çıksa kadın muhtaç olmayacak zaten düşmeyecek ellerin eline.

Özgür yaşamını sürdürmeye çalışan kadın hem ailesinden hem çevresinden hem de eski eşinden baskı görür dedim. Eski eş şiddetinin boyutlarına da değinmeden geçemeyeceğim.

Öylesine erkek egemen bir yapımız var ki, ayrıldıkları eşlerine fiziksel ya da psikolojik şiddet uygulamaktan geri durmayan erkekler var. Az da değiller. Her sosyal sınıftan var. Kendi her tür yaşamı kendine hak görüp kadına kendisi ile olmayan bir yaşamı bile reva görmeyip onu öldüreninden tutun da başka bir erkekle beraber yeni bir yaşam kurmasına müdahale edenine kadar. Yollarını ayırdığı kadın üzerinde halen söz sahibi olmak isteyeni de var. Onun hayatına uzaktan yakından müdahale etmeye çalışanı da var. Kadının zor duruma düşmesini ve kendine muhtaç olmasını bekleyeni de var.

Daha fazla uzatmak istemiyorum. Çünkü bu konunun neresine dokunsanız kanamaya müsait. Bu yarayı iyileştirmenin tek ve kesin yolu yasal düzenlemelerdir.

Devlet insan olarak kadının haklarını korumak zorundadır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bunu gerektirir. Bu beyannameye imza atmak önemli değildir. O imzanın gereğini yerine getirmek önemlidir.

Acil olarak, erkekleri koruyan yasaların yerine kadını koruyan yasalar yapılmalıdır. Caydırıcılık lafla olmaz. Yasalar ve suça öngörülen yaptırımlarla düzenleme yapılır.

Sosyal devlet olarak kadının mağduriyetini giderecek düzenlemeler yapılmalıdır. Vatandaş olarak devlet kadına sahip çıkarsa kadına sahip çıkacak erkekler olamayacaktır. Cinsiyet olarak değil insan olarak eşit haklardan yararlanma sağlanmalıdır.

Kadın erkeğin mülkü ve kölesi değildir.

İlkay KUMTEPE 

 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık