• 18 June 2021, Friday 10:42
ZekiSarıhan

Zeki Sarıhan

BALIKÇI MUSTAFA’NIN ÖLÜMÜ!

Balıkçı Mustafa abi ölmüş! Yeğeni Uçar Ertuğrul haber verdi. Bodrum Türkbükü köyünde toprağa vermişler.

Güzel yurdumun her tarafını görmek için kanımın kaynadığı yıllardı. 1967 yazıydı. 23 yaşındaydım. İstanbul’u ilk kez gördüm. Sonra Marmara’nın güneyi ve Ege kıyılarını izleyerek, nerde akşam orda sabah Didim’e ulaştım. Karşılaştığım insanlar, bana 40 yıllık dost gibi davranıyorlar, özellikle öğretmenler, yurdu tanımaya çıkmış üç yıllık bu ilkokul öğretmenine yaşadıkları yeri tanıtmak için kılavuzluk yapıyorlardı. Gezginlik, tatilcilik henüz emekleme aşamasındaydı.

Söke’deki öğretmenler, Milet harabelerinin olduğu yerdeki ilkokulun öğretmeni Zorba Ergün’ün beni konuk edebileceğini söylediler. Onun yanında bir gece kaldım. Harabeleri birlikte gezdik. Ertesi günü beni motosikletinin arkasına alarak Apollon Tapınağı’nın da bulunduğu Altınkum plajına götürdü. Denize girerken giysilerimizi kıyıda beklemekte olan bir balıkçı teknesine bıraktık.

Bir süre sonra teknenin sahibi balıkçı, bize seslenerek kalkmakta olduğunu haber verdi ve giysilerimizi almamızı söyledi.

Ben Didim’den karayoluyla Milas üzerinden Bodrum’a gitmeyi düşünüyordum. Balıkçıya nereye gideceğini sordum. Uzakta silueti görünen yarımadayı işaret etti. Bodrum’a gideceğini söyledi. Bodrum kasabasına değil de yarımadanın bu yüzündeki köye gidecekmiş. Oradan Bodrum’a giden araç olup olmadığını sordum. Olduğunu söyleyince “Ben de seninle gelebilir miyim? Oradan Bodrum’a geçerim” dedim.

Yardımcısı bir gençle motoru çalıştırdılar. Adını haritalardan bildiğim Mandalya Körfezi’nin masmavi sularında güneşli bir ikindi vakti yol almaya başladık. Yolda motorun bir ucuna ilişerek fotoğraflarını da çektim.

Bu yolculuk ne kadar sürdü hatırlamam mümkün değil. Yarımadanın kayalık kıyılarına ulaştık ve kıyı boyunca biraz daha gittikten sonra kıyıda bir köye ulaştık. Burası Balıkçı Mustafa’nın köyü olan Türkbükü imiş.

Türkbükü adını şimdilerde herkes bilir. O zaman dışarıda adı sanı duyulmuş bir köy değildi. Kumsalda salaş bir kahvehane vardı ve biraz yukarıda beyaz taştan üstü düz 30-40 Akdeniz evi bulunuyordu.

Balıkçı Mustafa, her Türk köylüsünün göstereceği konukseverlikle bana bir gazoz ikram etti. Sonra Türkbükü ile Bodrum arasında sefer yapan Muammer’in cipinin gittiğini öğrendik. Köyle Bodrum arasında işleyen tek motorlu araç buydu ve günde yalnız bir sefer yapıyordu.

Ben buna çok üzüldüm. Mustafa “Üzülme, misafirim olursun” dedi. Bu teklifi öyle laf olsun diye yapılmış değildi. Kabul etmek zorunda olduğumu biliyordu.

Taş döşeli yoldan, o zamana kadar saksılarda yetiştirilen süs bitkisi olarak bildiğim kocaman gövdeli kaktüslerin yanından geçerek hafif yokuşu tırmandık ve Mustafa’nın evine vardık. Evde eşi ve ilkokula giden kızı Fatma vardı. Türkiye’nin öteki ucundan kalkıp buraları görmeye gelmiş bu öğretmeni yadırgadıklarına dair hiçbir işaret sezmedim. Akşam oldu. Yer sofrasında yemeğimizi yedikten sonra mesleğimizde âdet olduğu üzere Fatma’nın derslerinden konuştuk. Beni evlerinin denize bakan odasında yatırdılar.

Ertesi sabah alacakaranlıkta kıyıdaki cipin motor sesiyle uyandım. Muammer, hemen bütün köylerde olduğu gibi yolcularını erkenden götürüyordu. Alelacele bir kahvaltı yaptık ve Mustafa abi benimle kıyıya inerek beni cipe bindirdi ve Bodrum’a yolcu etti.

BİR ACI KAHVENİN…

Böyle bazı rastlantılarla oluşmuş anlar unutulmaz. Mandalya Körfezi’ndeki yolculuğumuz gibi Türkbükü köyünün o zamanki görünümü, Mustafa abinin konukseverliği hiç aklımdan çıkmadı.

İşe bakın ki üç yıl sonra Gazi Eğitim’i bitirince Milas’ın Selimiye Bucağı Ortaokulu’na öğretmen olarak atandım. Bir Pazar günü Bodrum’a indim ve köylerden araçların durak yeri olan “garaj”a uğrayarak Türkbükü’ne araç sordum. Muammer gitmişti. Fatma için götürdüğüm birkaç çocuk kitabını, onları tanıyan birine teslim ettim. Not olarak da kendilerini unutmadığımı yazdım. Bu arada Fatma’nın Bodrum’da ortaokula devam ettiğini de öğrendim.

Çok sonraki yıllarda 2003 ve 2007 yıllarında Bodrum’a yolum düştü. Türkbükü’nde Balıkçı Mustafa Ertuğrul ailesini mutlaka ziyaret etmem gerekti. İlk gidişimde Türkbükü köyü artık eski Türkbükü değildi. Mustafa abi de ne yazık ki o gün, faturalarını yatırmak için Bodrum’a gitmişti. Biz de eşini ziyaret ettik. Kahvesini içtik. Evlerini yenilemişlerdi. Beni hatırlayıp hatırlamadığını sordum. Bu sıra dışı misafirliği o da unutmamıştı. Bu kez de kendilerine gece misafiri olmamızı istediler. 

İkinci ziyaretimde elim boşa çalmadı. Mustafa abiyi çarşıda bulduk. Yaşlanmıştı. Oğlu Dursun’la da tanıştık. Eski Türkbükü köylülerinden hemen yalnız kendisinin köyde kaldığını, diğerlerinin yer ve yurtlarını İstanbullu tatilcilere satıp başka yerlere gittiğini anlattı. Kendisi de bir otel sahibi olmuştu ve orayı kiraya vermişti. Beni 1967 yılındaki konukseverliği ile otelinde kalmaya davet etti.

“Bir acı kahvenin kırk yıl hatırı vardır” dedikleri bu olsa gerek. Kendisini sevgi ve saygıyla anıyor, yakınlarına başsağlığı diliyorum.

 

 

 

 

   

 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık