• 28 March 2017, Tuesday 19:39
ZekiSarıhan

Zeki Sarıhan

Biz nerdeyiz, Efendimiz nerde?

Zeki SARIHAN

Memleket yönetimini tek bir kişiye teslim etmenin, yanlış, çok yanlış, tehlikeli ve çok tehlikeli olduğunu enine boyuna anlatmalı. Başka ülkelerden, Türkiye tarihinden örnekler vermekle yetinmemeli, işin teorik yanı üzerinde de durmalı.

Tek yetkili başkan olmak isteyen kişinin Recep Tayyip Erdoğan olması, “Hayır” demek için başlı başına bir sebep zaten. O, yarım kalan Türk modernleşmesini bile devlet ve toplum hayatından silip atmak, yerine Ortaçağ kokulu bir gerici diktatörlük rejimi kurarak başına geçmek istiyor. Çoğunluğu kendi belirlediği milletvekillerinden oluşan parlamentoyu bile, içinde muhalif partileri de barındırdığından kendisi için ayak bağı sayıyor. Yargı kurumunu bütünüyle kendisine bağlamak istiyor.

Fakat bir kişinin tek yetkili olduğu bir rejimi reddetmemizin daha esaslı bir nedeni var. Diyelim ki buna aday olan kişi, yurdu kurtarmış bir kahraman veya geçmişte büyük hizmetler yapmış biri olsun. Hatta halk yararına reform planları bulunsun.. Gene de onu devlet işlerinde tek yetkili hale getirmek sakıncalıdır.

Halkın çaresizliğinden yararlanan fırsatçı ve halk avcılarından başka nice adamlar vardır ki devrimci veya reformcu olarak ortaya atıldığı halde, iktidarı ele geçirdikten sonra halka karşı azgınlaşmış, devletin kurumlarını ele geçirdikten sonra, oradan sökülüp atılması imkânsız hale gelmiştir. Bunlar, yıllarca halklarına acı çektirmişler, hatta çıkardıkları savaşlarla başka halklarda da unutulmaz acıların ve tarihî nefretlerin doğmasına sebep olmuşlardır. Başlangıçta sosyalist olan Mussolini, milliyetçiliğinin yanına sosyalistliği de koyan (Nasyonal Sosyalizm) Hitler, hatta büyük Sovyet devriminin yapıcılarından ve Lenin’in arkadaşı Stalin bunlara verilecek örneklerdir. İttihat ve Terakki yöneticileri de “Hürriyet, adalet, kardeşlik” diye yola çıkmışlar, milletin kalbinde yer de etmişlerdi.

 

HALKIN KENDİ KENDİNİ

YÖNETMESİ

Bir ülkenin yönetiminde en sağlıklı yol, bütün yurttaşları çeşitli yöntemlerle yönetime ortak etmektir. Her yurttaş, ülkenin yönetiminde kendisini söz sahibi saymalı, bundan da mutluluk duymalıdır.

Gerçi Türkiye’de bu demokratik mekanizmaların bir kısmı var gibi görünüyor. Genel seçimler bunların başta gelenidir. Fakat şimdi önerildiği gibi yurttaşların beş yılda sandığa giderek “Cumhurbaşkanı” sıfatını taşıyacak kişiyi seçmesi, demokratik denetim için çok yetersizdir.

Her şeyden önce düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü güvence altına almak gerekir. Bunlar olmadan, yurttaşların dili bağlanarak, yazarları, gazetecileri, bilim adamları işinden ve özgürlüğünden yoksun bırakılarak yürütülen bir yönetimin adı demokrasi olamaz.

Demokrat bir yönetici, kendi yetkilerinin artırılmasını istemez. Aksine yetki paylaşımı yaparak kendi yetkilerini azaltmaya çalışır. Ancak bu yolladır ki, kendisi olmadan da memlekette işler tıkır tıkır yürür, hem de ortak akla dayanarak.

Geleceğin demokrasi dünyası bu esas üzerine kurulacaktır.

Bir insanın, yönetimde bütün yetkileri üzerinde toplamak istemesi bir kişilik zafiyetidir. Ayıplanacak bir durumdur. Onun kendinde ilahi bir güç gördüğünü, milleti küçümsediğini, halkın ortak aklına güvenmediğini gösterir. Onu kişisel çıkarları için bu konuda özendiren yağcılar da eksik değildir.

Tek adam hastalığı, ülkemizi yıllardır kasıp kavuran Kürt sorununu bile tek adamın iradesine bağlamıştır. Kendisine oy getirecek umuduyla “Açılım”, kendini başkan yapmayacakları anlaşılınca “Kapanım” politikaları yürürlüğe konulmuştur. Başkana oy getirecekse İslamcılık, bu yetmezse milliyetçilik ve bunların yanı sıra ekonomik popülizm… Bir ülkenin kaderiyle oynayan tek adam rejiminin nasıl bir şey olacağı anlaşılmış olmalı. Perşembenin gelişi çarşambadan belli olmuştur.

Hiç kimse, insanların bir kısmına, onların hak ve özgürlüklerine düşman olan birinin diğer insanlara dost olabileceğini sanmasın. Bu olsa olsa Erdoğan’ın tutumunda görüldüğü gibi kendi çevresinde kalabalıklar oluşturmak için milletin bir kısmını diğerlerine düşman haline getirme tutumudur.

 

BEN NERDEYİM,

EFENDİM NERDE?

Öğrencilerini adam yerine koyan, onları demokratik bir hayata hazırlayan öğretmen, “Benim anlattıklarımı ezberleyip tekrarlayacaksınız” demez. Onları araştırma yapmaya yönlendirir, onların kendisini eleştirmelerine bile fırsat yaratır.

Demokrat bir dernek başkanı, kararları tek başına almaz. Yönetim kurulu üyeleriyle tartışarak alır. Hatta öğretmenin sınıfta konuşmayan öğrencilere yaptığı gibi, susan üyelere “Siz ne diyorsunuz?” diye sorar.

Bize yalnız kendini seven, kendi kuvvet ve kudretine âşık insanlar değil, bütün insanları seven, onların hak ve özgürlüklerine saygı duyan insanlar lazım.

Hayır diyecek olmamızın teorik gerekçesi budur. Bu aynı zamanda demokrat öğretmen hareketinin tecrübesidir. Bu hareket, okul müdürlerinin öğretmenler tarafından seçilmesini önermiş, bunun için mücadele etmiştir. Ne demişler:

“Ben nerdeyim, efendim nerde!”            (22 Mart 2017)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık