• 16 May 2022, Monday 9:39
ZekiSarıhan

Zeki Sarıhan

Bir Yaşıma Daha Bastım… BİZİ 70 YIL SOSYALİSTLER YÖNETMİŞ!

Olmayacak bir şey duyanlar, hayretlerini ifade etmek için “Bir yaşıma daha bastım” derler. Yıldırım Koç’un “Atatürk ve Sosyalizm” adlı kitabını okuduğumda “Bir yaşıma daha bastım” demekten kendimi alamadım.

Yıldırım Koç, uzun yıllardır Aydınlık gazetesinin yazarlarından ve Doğu Perinçek’in İşçi Partisi ve Vatan Partisi’nin yöneticilerindendi. Perinçek’in AKP’nin yanına geçmesine itiraz edip geçen yıl partiden istifa ederek Mehmet Bedri Gültekin’in başkanlığında Sosyalist Cumhuriyet Partisinin kurucularından. Beklenirdi ki, Vatan Partisinden istifa eden bu grup, bu vesileyle asıllarına dönsünler ve sosyalist bir programla Türkiye’nin karşısına çıksınlar. Heyhat! Köprülerin altından çok sular akmış, Perinçek’in rahlei tedrisinden geçen eski sosyalistler tanınmaz hale gelmiş!

Sayın Yıldırım Koç’un kitapta savunduklarının bireysel bir deneme olmadığı, partinin de görüşü olduğu, Genel Başkan Gültekin’in sunuş yazısından da anlaşılıyor. Gültekin de Atatürk’ün sosyalist olduğunu savunuyor!

ATATÜRK SOSYALİSTMİŞ!

Kitabın tezi, özetle söylemek gerekirse Atatürk’ün bir sosyalist olduğu. Bunun kanıtı olarak iki olgu üzerinde duruluyor. Birincisi Mustafa Kemal Paşa’nın Kurtuluş Savaşı yıllarında Sovyetler ve sosyalizm hakkında söylediği bazı sözler, ikincisi ise Türkiye’nin 1930’larda uyguladığı devletçilik. Sayın Koç, devletçiliği “Türkiye’ye özgü bir sosyalizm” olarak nitelendiriyor. Bunun kanıtı olarak Tansu Çiller’in, özeleştirme kararı çıktığında “Son sosyalist devleti yıktık” sözünü de gösteriyor. Çiller’in bu sözünü duyduğumuzda gülüp geçmiştik. Onun Amerika’dan öğrendiği siyasi kültüründe devletçilik sosyalizm demekti. Koç da Çillerle aynı düşünceyi paylaşıyor.

Mustafa Kemal’in 1920’lerde sosyalizm hakkında olumlu bazı demeçler verdiğini, İngiliz emperyalizmi tarafından iyice köşeye sıkıştırıldığı koşullarda son çare olarak Sovyetlerdeki rejimle birleşmeye niyetli olduğu, ancak bu tehlike ortadan kalktığında görüşlerini değiştirdiğini bütün tarihçiler bilir. Atatürk’ün yakın çevresine kurdurduğu Türkiye Komünist Partisi ise bir taraftan Sovyetlerden yardım alabilmek, diğer yandan o günlerde Anadolu’da çok yaygın olan komünist düşünceleri önlemek için kurulmuştur. Bu nedenle onun kurdurduğu parti “Resmî” ve “Danışıklı” parti olarak nitelendirilmiştir. Bunu hem Kemalistler, Atatürk’ü komünizm “lekesinden” kurtarmak için, hem de komünistler bir gerçek olduğu için açıklamakta söz birliği içindedirler. Rasih Nuri İleri’nin 1970’lerde yayımladığı “Atatürk ve Komünizm” adlı kitap, Atatürk’ün de “bir zamanlar” komünizm lehine demeçler verdiğini anlatarak komünistler üzerindeki vatan haini yaftasını kırmak için yazılmış gibiydi.

Ankara Hükümeti’ni temsilen Üçüncü Enternasyonal’e katılmak için Moskova’ya gönderilen Resmî Türkiye Komünist Fırkası’nın İkinci Enternasyonal tarafından kabul edilmemesini Yıldırım Koç eleştiriyor. Yani bu partinin gerçek bir komünist partisi olduğunu ileri sürüyor. Hâkimiyeti Milliye gazetesinin o günlerde komünistlerin önüne geçmek için “gerçek komünist biziz” yollu yazılarını da kanıt olarak gösteriyor.

HER DEVLETÇİLİK SOSYALİZM MİDİR?

Devletçiliğe ve Türkiye’deki devletçiliğin sosyalizm demek olduğuna gelince: Bilindiği gibi, Komünizm fırtınası Ankara’da uzun sürmemiş, Mart 1921’de Londra Konferansına çağrılan Ankara, Batılıların gözünde komünist lekesini taşımamak için komünistleri tutuklayıp hapse atmış, Mustafa Suphi ve arkadaşları Karadeniz’de katledilmişti.

Daha Lozan görüşmeleri sürdüğü bir dönemde toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde Ankara, Batı’ya, özel girişime dayanan kapitalist yolu tercih ettiği mesajını vermiştir. Yıldırım Koç, bu gerçeği atlıyor.

1929 Dünya Ekonomik bunalımı döneminde Ankara’nın uygulamaya başladığı devletçiliğin esası ise sermayedarların yapamayacağı büyük işletmeleri zorunlu olarak devletin yapması ve devlet eliyle bir burjuva sınıfı yaratılmasıdır. Hemen bütün tarihçiler, Tek Parti Döneminden sonra uygulanan ekonomi siyasetlerinin köklerini göstermek için de bu gerçeğe parmak basmışlardır. Kemalist yazarların hiç biri Tek Parti devletçiliğini sosyalizm olarak adlandırmamış, aksine o dönemde demokratik devrimin başarılamadığını itiraf etmişlerdir. AKP’nin “Bizden önce ülkeye çivi çakılmamıştı” iddiasına karşı Cumhuriyet döneminde kurulan fabrikaları, yapılan demiryollarını sıralayan yazarların akıllarına bundan ötürü Atatürk’ü ve dönemin iktidar partisini sosyalist olarak nitelemek gelmedi.

BİZİ SOSYALİSTLER YÖNETMİŞ!

Devletçiliğin Türkiye’ye özgü bir sosyalizm olduğunu, Atatürk’ün de bir sosyalist olduğunu ileri sürmek bizi şu sonuca götürüyor. Devletçilik döneminde sosyalizm uygulandığına göre, ondan sonra girilen karma ekonomi de en azından yarı-sosyalizmdir ve biz 70 yıl boyunca sosyalizmle yönetilmişiz de haberimiz yokmuş! Ne kadar gafilmişiz!

Öte yandan devletçilik ve karma ekonominin uygulayıcıları, Atatürk’ten ibaret olmadığı gerçeği karşısında, İsmet İnönü, Celal Bayar, Feyzi Çakmak, Şükrü Saraçoğlu, Adnan Menderes, Kasım Gülek, Nihat Erim gibi devletin çeşitli kademelerinden bulunmuş şahsiyetleri de sosyalist saymamız gerekecektir. Bütün bu şahsiyetler sağ olsalardı Koç’un bu iddiası karşısında gülerler ve belki de sosyalist oldukları iddiasını bir hakaret olarak görürlerdi. Buna karşılık Koç’un kitabında dönemin önde gelen sosyalistleri olan Nazım Hikmet, Hikmet Kıvılcımlı, Şefik Hüsnü, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Rıfat Ilgaz gibi şahsiyetlerin esamisi bile okunmuyor! Bu tutum aslında yıllarca sosyalistlik yaptıktan sonra makas değiştirmenin, burjuvazinin yanına kapağı atmanın, fakat bunu itiraf edecek yerde yeni girdiği yolun sosyalizm olduğunu ileri sürmenin itirafından başka bir şey değildir. Demek ki, sosyalizmin kitleler üzerinde hâlâ çekici bir etkisi var.

Yıldırım Koç, Tek Parti döneminde devletçilik uygulanan alanları tek tek sayarak bunları Türkiye’de sosyalizm uygulaması olarak anlatıyor. Oysa işletmelerin devlet elinde bulunması o ülkede bizatihi sosyalizm uygulandığını göstermez.

Tek Parti Döneminde devlet bir toprak reformu bile yapmamıştır. Toprak reformu yapmak, yani toprak mülkiyetini topraksız ve az topraklı köylüler lehine yeniden düzenlemek, bir demokratik devrimin vazgeçilmez uygulamasıdır. Bu aslında burjuvazinin lehine bir uygulamadır ve bizatihi sosyalim de demek değildir. Ancak burjuvazinin yapmadığı bu reformu, demokratik devrim aşamasında sosyalistler yapmışlardır.

Bilindiği gibi Tek Parti döneminde ve sonrasında siyasi olarak en çok ezilenler komünistlerdir. Komünistler nerde görülmüşse ezilmişlerdir. Yıldırım Koç’un buna bulduğu gerekçe, bu komünistlerin Sovyetlere bağlı olması, bağımsızlığı güvenceye almak için bunların saf dışı edildiğidir. Sanki Sovyetçilere yüz vermeden de emekçilerin hiç değilse iktidara ortak edildiği ve onlar lehine reformlar yapıldığı bir sosyalizm uygulamak mümkün değilmiş gibi.

İş ve işçi tarihi ve hukuku konusunda yıllardır ders vermekte olan, yazı ve kitaplar yazan Sayın Koç’un bu iddiaları, hele Tek Parti Döneminde işçilerin refah içinde bulunduğunu ileri sürmesi, çok şey bilmekle doğruyu söylemenin aynı şey olmadığını gösteriyor. Bağımsızlığa aykırı görülen Enternasyonal, 1936’da lağvedilmiştir. Komünistlerin yargılamaları ve mahkûm edilmeleri ise sürüp gitmiştir. Nazım Hikmet’in mahkûmiyeti 1938’de, Sabahattin Ali’nin öldürülmesi 1949’dadır.

Apaçıktır ki bu bir sınıf mücadelesidir. Burjuvazi, sınıfların varlığını inkâr etmiş, sınıf mücadelesini yasaklamış, köylüleri ağır vergiler altında ezmiştir. Yıldırım Koç, o yıllarda güçlü bir işçi sınıfının bulunmadığını, köylülerden de toprak ağalarına karşı bir mücadele görülmediğini yazmaktadır. Bu gibi mücadelelerin anında ezildiğini görmezlikten gelerek… Her 1 Mayıs’ta fabrika kapılarında bildiri dağıtan işçilerin nasıl ezildiğini ve işkenceden geçirildiğini suskunlukla geçiştirerek, “zaten işçi hareketi yoktu” demeyi bilmem neye yormalı.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk tarihindeki yeri, Kurtuluş Savaşı’nın başkomutanı olması ve Türkiye’yi Batılı (asrî) bir ülke yapmaya çabalamasıdır. Bu Batılılığın içinde burjuvazi dışında kalan toplumsal sınıfların siyaset alanında yer alabilmesi yoktur. 1946’da geçilen “çok partili hayat” ise farklı burjuva kesimlerinin örgütlenmesine izin verirken emekçilerin örgütlenmesine yasak getirmede gecikmemiş, emekçilerin örgütlenme hakkı ancak 1960 Devriminden sonra gerçekleştirilmiş, bu hak bile Atatürk’ün adını kendilerine bayrak edinen 12 Mart ve 12 Eylül yönetimcilerince geri alınmıştır.

YENİ ATATÜRK HEYKELİ

Her dönemde siyaset ve kültür mimarlarınca Atatürk’ün eskilerine benzemeyen yeni yeni heykelleri yontuluyor. Onu gerçekten temsil eden heykeller, şahlanmış bir atın sırtında düşmanı hedef gösteren ve Cumhuriyet dönemi için ise şapka giymiş modern kadınlarla birlikte olduğu veya yeni harfleri öğretirken kara tahta başında ders verdiği kompozisyonlardır. Zalim Kenan Evren, yonttuğu yeni Atatürk heykelini kendine benzetmişti. Doğu Perinçek, bazı ihtiyacına göre Atatürk’ün dine ne kadar uzak olduğunu anlatan kitaplar yazmış ve yayımlamıştı. İslamcı çevrelerin Atatürk’e ve dönemine düşman olan görüşlerine karşı bu kez Atatürk’ün aslında dindar olduğu, Köşkte mevlit okuttuğu gibi tezleri işleyen kitaplar yazıldı. Bu kez Yıldırım Koç, sosyalist bir Atatürk heykeli yontmaya çalışıyor fakat bu heykel Atatürk’e benzemiyor.

Koç’un tezi, Türk sosyalizminin nasıl bir çaresizlik içinde bulunduğunu göstermesi açısından da ibret vericidir. Bütün dünyada solun zayıfladığı, gericiliğin yükseldiği bir dönemdeyiz. Koç’un şahsında bazı eski sosyalistler, sınıf mücadelesinden, işçi sınıfından umudu kesmişlerdir. Onun tezleri, iddia ettiği gibi sosyalizm aşağıdan yukarıya, sınıf mücadelesinin sonucu olarak değil, “yukarıdan aşağıya” devletçilik olarak uygulanacaktır. Eskiden buna “Halka rağmen halk için” derlerdi ama halk oyun dışı bırakılınca da yapılan iş burjuvazi için oluyor.

Kitapta Tek Parti Döneminde, devletin bazı sosyal yardımları, sosyalist uygulamaya kanıt diye sunuluyor. Eğer bu tip yardımlar sosyalizmin bir ölçütü ise, siyasi partilerin iktidarları sırasında muhalefetle rekabetleri nedeniyle halkı kendi yanlarına çekmek için yaptıkları yardımlar, sonraki dönemde artmış ve en yaygın biçimini AKP iktidarı döneminde almıştır. Koç’un mantığına göre gelmiş geçmiş en sosyalist partinin AKP olduğunu söylemek mümkündür!

Yeni kurulan “Sosyalist” bir parti hakkında daha işin başında büyük bir hayal kırıklığı…

Gelecek yazıda: “Türk âleminin en büyük düşmanı komünizmdir, her görüldüğü yerde ezilmeli” sözünün nerede, niçin ve kim tarafından söylenmiş olduğunu anlatacağım.

 

 

 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık