• 07 May 2020, Thursday 10:15
ZekiSarıhan

Zeki Sarıhan

DERSİM’İN KAYIP KIZLARI ve DAĞ ÇİÇEKLERİM

4 Mayıs, 1937’de Hükümet’in Dersim Harekâtıyla ilgili aldığı kararların yıldönümü imiş. Dersim Dernekleri Federasyonu ile Avrupa Demokratik Dersim Birlikleri Federasyonu ortak bir açıklama yaparak bu günü anmışlar. Arşivlerin açılması, Dersim adının iade edilmesi, Dersim halkından özür dilenmesi gibi bazı taleplerini sıralamışlar.

Benim Dersim’in Kayıp Kızları adlı yerel tarih araştırmasını okumam da bu günlere rastladı. (Nezahat Gündoğan, Kâzım Gündoğan, 9. baskı, İstanbul 2019, İletişim Yayınları. 608 sayfa.)

1937-1938 yıllarında devlete itaat etmedikleri, eşkıyalık yaptıkları gerekçesiyle Dersim halkı üzerine yapılan askerî tenkil harekâtı hakkında epey yazı yayımlanmıştır. Kitabın önsözünde bu olaylara dair bilgiler varsa da sözlü tarih araştırması, bu harekâtta ailelerinden alınarak yurdun çeşitli yerlerinde Sünni ailelere dağıtılan kızların kimler olduğu ve bunların neler yaşadığına özgülenmiştir. 2015’te başlayan bu araştırma, olaydan yaklaşık 60-65 yıl sonra kimi kızların hayatta olmaması, kimine ulaşılamaması gibi zorlukları taşısa da yurdun bir bölgesinde bir etnik ve dinsel kimliğe sahip insanların yaşadığı feci dramı bütün boyutlarıyla gözler önüne seriyor.

Bu dramın birkaç boyutu vardır. Bunlardan birincisi, öncelikle eğitimcileri yakından ilgilendiren, küçük çocukların ailelerinden zorla alınan, kimi ailelerin de ölmesin diye devlet yetkililerine teslim etmek zorunda kaldığı çocukların geçirdikleri travmadır. Ulaşılabilen kızlar ve onların yakınlarının anlatımlarına göre bu kızlara kimlikleri, dilleri ve mezhepleri unutturulmuştur. Bu olay, Osmanlı’nın Hıristiyan erkek çocukları ailelerinden zorla alarak Müslümanlaştırıp Türkleştirmesini ve Yeniçeri ocağına yazdırılmasını yani devşirilmesini andırmaktadır.

Kızların bir kısmı, ailelerinden nasıl koparıldığını hatırlamamakta, bir kısmı ise köylerinin basılmasını, yakınlarının öldürülmesini, kendilerinin askerlerce nasıl ele geçirildiğini ve trenle ülkenin başka yerlerine götürülüp çoğu subay ailelerinin yanına verildiğini hatırlayabilmektedir.

Bu kızlar, verildikleri evlerde “beslek”tir. Yani hizmetçidir. Çok azı ailelerden veya ailelerin bazı bireylerinden iyi muamele görmüştür. Çoğu sık sık dayak yemiş, evin işlerini görmekle görevlendirilmiş, dillerini konuşması yasaklanmış ve geçmişlerini unutmaya zorlanmıştır.

Bu aileler, kendi kızlarını okuturken Dersim kızlarının hiç biri okula gönderilmemiştir! Nüfus kâğıtları sahtedir. Miras’tan pay alamasın diye ailenin resmî evladı sayılmamıştır. Bunların bir kısmı evden kaçmış, yakalanıp aynı aileye veya bir başka aileye teslim edilmiştir. Bir kısmı evin erkekleri tarafından sarkıntılığa uğramış, çoğu erkenden evlendirilmiş, mutlu olamamış, boşanıp yeni mutsuz evlikler yapmışlardır.

Kayıp kızlar içinde, yıllar sonra sağ kalabilmiş akrabaları tarafından aranıp bulunmuş olanlar veya kızların içinde kendi akrabalarını arayıp bulanlar olmuşsa da iki taraf artık birbirine yabancıdır! Kimisi yakınlarını bulmaktan mutlu olsa da bu yabancılık o kadar derindir ki birbirlerini reddedenler de vardır.

DAĞ ÇİÇEKLERİM

Dersim kızları söz konusu olunca Sıdıka Avar’ın Dağ Çiçeklerim’i hatırlamamak mümkün değildir. Sıdıka Avar, harekât sonrasında Elazığ Kız Enstitüsü’ne önce öğretmen, sonra müdür olarak atanmış ve Elazığ, Tunceli, Bingöl köylerini gezerek kızları okuluna öğrenci olarak toplamıştır. 1960’a kadar kaldığı bu görevle ilgili anılarını iki klasör halinde hazırlayarak ölmeden önce kızına teslim etmiştir. 1984’te bu dosyadan haberdar olduğumuzda onu kızı Bahu Görk’ten alarak Ayhan Sarıhan’la ikimiz yayına hazırlamış ve Öğretmen Yayınlarından basmıştık.

“Dağ Çiçeklerim” adını Avar kendisi koymuştur. Kızları için kullandığı bu ifade onun çoğu yetim ve hepsi yoksul bu kızlara karşı nasıl sıcak bir ilgi duyduğunu da gösteriyor. Kitap, Türkiye öğretmenlerinin bir meslek klasiği olmaya adaydır. Kitabı okuyanlar arasında zaman zaman gözleri buğulanmayanlar yoktur. Bunun nedeni hem kızların okuldan önce yaşadıkları ve okula getirildikleri zamanki durumları, hem de Avar’ın onlara gösterdiği ana sevgisidir.

Hükümetlerin Kürtlerle ilgili, özellikle Dersim Harekâtını eleştirenler arasında Sıdıka Avar’ın görevine taş atanlar da bulunuyor. Bu taşı atanları insafa davet etmek gerekir. Yalnız o yıllarda değil, günümüzde de herhangi bir öğretmenin veya okul yöneticisinin istese bile Kürtler için başka bir eğitim programı uygulaması mümkün müydü? İyi bir öğretmen olarak değerlendirilmesi için onun yapacağı şey, kendisine teslim edilen ve birer çiçek olarak gördüğü öğrencileri, başkalarından ayırmadan sevgiyle kucaklamak ve onları elindeki programa göre yetiştirmekti. Deprem yıkıntısı altında kalıp ölürken dünyanın bütün çiçeklerini isteyen Öğretmen Şefik Sınık’ın (C. Atuf Kansu’nun anlamlandırması ile) duyguları ile Avar’ın duyguları aynıdır. Enstitülü kızlar da Avar’ı çok sevmişlerdir. “Kayıp kızlar”dan yalnız biri Sıdıka Avar’ı tanımıştır. Kitabın 423. Sayfasında Fatma Koşan şöyle diyor: “Sıdıka Avar vardı ya… o kadın çok iyi bir kadındı. Bütün Tunceli’nin köylerinden kızları toplayıp getiriyordu, öğretmenlik yapıyordu. Yani çok yardım ediyordu. Ben de gidip geliyordum enstitüye… Yani o kadın çok iyiydi.”

Ailelerinden koparılmış yoksul Kürt kızlarını evlerinde beslek olarak tutmak ile onlara dağ çiçeği muamelesi yapıp özenle yetiştirmek arasındaki fark bu iki kitabı yan yana koyunca çok iyi anlaşılıyor. 

 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık