• 08 September 2017, Friday 19:47
ZekiSarıhan

Zeki Sarıhan

“Çılgın Türk” değil, Hesap Yapan Türk!

Zeki SARIHAN

Sonradan adı Başkomutanlık Meydan Savaşı olarak değiştirilen 30 Ağustos Dumlupınar Meydan Savaşı, 200 yıldır geri çekilen, sınırları küçülen, hele Balkan ve Birinci Dünya Savaşı’nda büyük bir yenilgi ile morali iyice bozulan Türk milleti için güçlü bir moral kaynağı oldu. Demek ki bu millet örgütlenebilir, modern bir ordu kurabilir, büyük devletlerin desteklediği bir orduyu alt edebilir ve o devletlerin Türkiye hakkındaki siyasetini etkisiz hale getirebilirdi.

Bu iş nasıl başarılabilmişti?

“Kurtuluş Savaşı Nasıl Kazanıldı?” başlıklı yazıma gelen bazı tepkiler ve “açıklamalar”da görüldüğü gibi, bu işi tek bir kişi, Atatürk başarmıştır. Dönemin şartlarını hiç hesaba katmayan, Atatürk’ün hangi siyasi ve kültürel iklimin ürünü olduğunu bile düşünmeyen bu anlayış elbette tarih bilincinin eksikliğinden kaynaklanıyor. Orada tahlil değil inanç egemendir. Kültürel alt yapımız da buna uygundur. Yedinci yüzyıl Hicaz toplumunun yapısını bilmeden ve araştırmadan, Hazreti Muhammed’i bildiğini ve anladığını sananlar gibi. Neyse ki yurt içinde ve yurt dışında o konuda bilgilendirici araştırmalar artmakta ve “tapınç” kültürü, yerini gitgide “anlama”ya bırakmaktadır.

Kurtuluş Savaşı hakkında yanlış kanılardan biri de bunun bir avuç “Çılgın Türk” tarafından başarıldığıdır. Bu söylem, AKP gericiliğinin yükseldiği dönemde ona Atatürk’le karşı koyma niyetinden kaynaklandı. Ancak “Çılgınlık” ne Atatürk’e ne de onun kâh uzlaştığı, kâh mücadele ettiği arkadaşlarına hiç uygun değildir. Onların özelliği çılgınlık yapmak değil, gözlerini ve kulaklarını içerideki ve dışarıdaki olgulara açarak neyi ne zaman yapabileceklerini iyi hesaplamış olmalarıdır. Bu özellik, Birinci Dünya Savaşındaki çılgınlıklardan ders çıkarıp yoğurdu üfleyerek yiyen herkes gibi, hatta onlardan da çok Atatürk’ün kişiliğinin en önemli unsurudur.

Çılgınlık nitelemesi, Enver Paşa’ya yakışır. İttihat Terakki’nin Enver Paşa kliği, Osmanlı Devletini İtilaf Devletleriyle Almanlar arasında kurulmuş bir kumar masasına atıvermiş ve bu çılgınlığının hesabını koca bir millet ödemek zorunda kalmıştır. Atatürk ise, dağcılar gibi bir ayağını bastığı yerin sağlamlığını ölçmeden diğer ayağını oraya çekip adım atmayan bir kişidir. O daha Samsun’a çıktığı zaman kafasında bir Cumhuriyet fikri taşıyordu. Latin Alfabesi, kadınların çarşaftan kurtulması gibi düşüncelere sahipti. Bunu Mazhar Müfit Kansu’ya yazdırdığı notlardan biliyoruz. Ancak her şeyin bir sırası vardı.

Kurtuluş Savaşı neden dört yıl sürdü dersiniz? Hep o hesap kitap yüzünden, yani çılgınlıklardan uzak durmaktan. Anadolu direnişçileri de isterdi daha Birinci İnönü Savaşı’nda Yunanlıları Anadolu’dan çıkarmayı. İkinci İnönü’de düşman ordularını perişan etmeyi. Kütahya - Eskişehir Savaşlarında ordunun ancak üçte biri sağ salim Sakarya boylarına çekilebilirken de hep o nihai hedefi gözden kaçırmayan hesap kitap masası üzerindeydiler.

Büyük Taarruz ’un neden 1922 ilkbaharında, haydi haydi yaz başlarında değil de 26 Ağustos’ta, Batı Anadolu dağlarına soğuğun düştüğü bir mevsimde başladığını sanırsınız? Bunu yakın tarihimizle ilgili önemli belgesellere imza atmış Taha Akyol “Büyük Zafer” adlı yazısında açıklıyor. (Hürriyet, 30 Ağustos 2017, s. 18)

Ne yazık ki ortalama üniversite mezunlarımızın tarih bilgisi bile ezberlediği birkaç slogana sığacak bir sığlıktadır. Cumhuriyet döneminde liselerde zorunlu olarak okutulan “İnkılap Tarihi” dersi bile o kadar basmakalıp ve klişecidir ki, adı bile “İnkılap”tan “Devrim”e evrilememiştir. Çoğu öğrenci onu ilgiyle okumamış ve dinlememiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın 1927’de CHP kurultayında okuduğu ve bir çeşit siyasi anıları olan ve şimdiye kadar milyonlarca baskısı yapılan Nutuk da neredeyse her Müslüman evinde bez bir torba içinde korunan Mushaf muamelesi görmüş, onu dönemin diğer tanıklarının anılarıyla karşılaştırmalı okuma yoluna gidilmemiştir.

Atatürk ve Kurtuluş Savaşı hakkında bazı ayrıntıları bilmek yararlıdır, fakat dünyanın ve Türkiye’nin içinde bulunduğu durum, tarihin birikimi, 1919 - 22’de Türkiye’deki sınıflar hakkında bütüncül bir bakış açısına sahip olunmadıkça, daha uzun süre “Çılgın Türk” edebiyatıyla patinaj yapacağız demektir.

Önemli sayılması gereken bir yöntem de bağımsızlık, zafer, kahramanlık gibi kavramlarla hiçbir zaman gündemden çıkmamış, bugün de çok ihtiyacımız olan “demokrasi” kavramını birlikte düşünmektir. Kazandığımızı zannettiklerimizi de kaybetmeye başladığımız günümüzde mücadelenin odağına “halk” ve “demokrasi”yi koyarsak bunu daha iyi anlayacağımızı sanırım.

(Ayvalık, 30 Ağustos 2017)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık