• 09 November 2020, Monday 8:29
ZekiSarıhan

Zeki Sarıhan

ENKAZ ALTINDA, İŞKENCE ALTINDA!

Depremde yıkılmış bir binanın beton yığınları arasında ölümle pençeleşen yakınlarınız için neler hissedersiniz?  Öldüler mi, yaşıyorlar mı? Kaç saat, kaç gün geçti yapı çöktüğünden beri? Kendisine ulaşılabilecek mi? Ölüleri mi çıkacak oradan, yaralanmış, zedelenmiş bedenleri mi?

BETON BLOKLAR ALTINDA

Bir şekilde hayata tutunabilmişlerse aç, susuz ne yaptılar? Kurtulabilenler ve dışardaki yakınları için neler geçiyor akıllarından? Hayatta yapacakları daha çok işleri bulunuyordu. Eşleri, dostları, arkadaşları vardı. Şimdi bütün geçmişleri gözlerinin önünden geçiyordur beton bloklar arasında! Ne bir ses duyuyorlar ne bir nefes! Bağırsa seslerini duyan olur mu? Yoksa kadere teslim olup kurtulma çabasından vaz mı geçse?

Her ne olursa olsun yaşamak çok güzel! Ama hayat bazen ne kadar da acımasız! Annesi, herkesten ve her şeyden önce annesi, babası, eşi, nişanlısı, çocukları, arkadaşları, yalnız onlar mı, bütün bir millet acı ve azap içinde bekleşiyorlar. Kimsenin gözlerine uyku girmiyor. Lokmalar boğazlarında düğümleniyor!

İŞKENCE ALTINDA

Depremde çökmüş binanın altında kalanın durumu ile polis işkencesi altında olanların durumu arasında büyük bir benzerlik var. Onu, evinden bir sabah alıp götürmüşlerdir. Veya işyerinden, sokaktan alıp “Karakola kadar gideceğiz!” diyerek ellerini kelepçeleyip ite kaka işkencehaneye teslim etmişlerdir! İşkencelerin ayyuka çıktığı dönemdir. Götürülenlerin kimisinden bir daha haber alınamamıştır! Cumartesi anneleri her hafta bir araya gelip acılarını birbiriyle paylaşmakta, evlatlarının dirisine kavuşmaktan umudu kesip hiç değilse kemiklerinin kendilerine teslim edilmesini isteyip durmaktadırlar.

Mamak’ta 1971’de 1972’de koğuşa girip tutukluların isyan dolu fakat çaresiz bakışları arasında alıp götürdükleri insanlar olmuştur. Kimin gözüne uyku girer arkadaşları işkencedeyken? İki gün sonra geri getirip koğuşa bir külçe halinde atıp gitmişlerdir. Elektrik vermişler, Filistin askısına asmışlar, ayaklarının altı cop işkencesiyle yüzülmüş, kemikleri ortaya çıkmıştır!

Kimi kime şikâyet edeceksiniz? Kimse sesini çıkaramaz. Gazeteler bile yazamaz. Devletin başı elinde viski kadehiyle verdiği demeçte Türkiye düşmanlarının Türkiye’de işkence olduğu yalanını uydurduklarını söyler. Durumu bilenler ekranda bunu söyleyenin yüzüne tükürmekten başka bir şey yapamaz…

ANNELERİN ACISI

Geçmiş yıllarda hemen her aileden bir kişi siyasi işkenceden geçmiştir. Bizim aileden ise iki kişi. İlki işkence gördüğünde henüz ailemize katılmamıştı. Verilen elektrikle iç organları bulundukları yerden beş santim aşağıya düşmüştür. Hayatın tamir edemediği şeyler var’

İkincisi benim bir küçüğüm erkek kardeşimdir. Gözaltına alındığında onun, cani polisler elinde hırpalanacağında hiç kuşku yoktu. Anamız, memlekette, şimdi İzmir’de yıkıntı altında kalanların yakınları gibi, iki gözü iki çeşme, Ankara’da olan bizden haber bekliyordu. Ona basit bir olaydan ifadesinin alınmakta olduğunu, sağ ve esen bulunduğu yalanını söyleyerek acılı yüreğine serin sular serpmeye çalışıyorduk. Şimdi, deprem yıkıntısında can kurtarmaya çalışanların yaptıklarını yapacak imkânımız yoktu. İşkence haneden ses dinleyemezdik. İçerdekiler canlarının acıtıldığı sırada can havliyle ne kadar bağırırlarsa bağırsınlar, sesleri kalın duvarlar dışına sızmıyordu! İşkence hücrelerinden koku alacak köpeklerimiz, ses alacak cihazlarımız yoktu…

Depremde çok kişi öldü. İşkence hanelerde de çok insan canını kaybetti. Sağ çıkanların içinden ne kadar çok insan sakatlandı ve ömür boyu bu sakatlığı çekti, çekmeye devam ediyor.

1986’da Ordu Efirli Cezaevinde tutuklu gençlerden biri şiddetli bir baş ağrısından kıvranıp duruyordu. Hiçbir ağrı kesici ağrıyı dindiremiyordu. İşkencecisinin kendisine “Siz bu işkencenin etkilerini beş yıl sonra daha esaslı göreceksiniz!” dediğini anlattı…

İNSANLIĞIN HALLERİ

Depremler, insanlığın hallerini düşünmemize de vesile oluyor.

Deprem yıkıntısı altında kalıp ölümle yüz yüze gelen insanla, işkence altındaki insanın yaşama kaygısı birbirine benzer. Bunların dışarıdaki yakınlarının duyguları ve acıları da farklı değildir.

İnsan bu: Yağmacı kapitalizmin gözünü bürümüş kâr hırsıyla yanlış yere çürük binayı yapan da, enkaz altından gecesini gündüzüne katarak bir bebeğin elini tutmaktan mutlu olan da…

İnsan bu: Dışarıya bağımlı vahşi kapitalizmin ayakta kalması için ülkenin yetişmiş beyinlerindeki ışığı söndürme görevini üstlenmiş olan da, mikropları etkisiz hale getirip hastalıkları sağaltmak, yaraları sarmak için didinip duran da.

Bilimin ışığını yaymak için nefes tüketen öğretmen de, bilimin önünü kesip insanlığı karanlık içinde bırakmaya çalışan yobaz da.

İnsan bu…   (4 Kasım 2010)

  

 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık