• 27 September 2016, Tuesday 19:26
ZekiSarıhan

Zeki Sarıhan

“Bir yanda Anadolu, bir yanda Rumeli’dir”

Zeki SARIHAN

(Bu yazı, sorgusuz sualsiz meslekten uzaklaştırılan on binlerce öğretmene ithaf edilmiştir.)

 

1974’te çıkan Ecevit Affı’yla Mamak’tan çıkıp memleketim olan Fatsa Ortaokulunda göreve başladığımda 1971 faşist darbesinin boğmaya çalıştığı toplumsal uyanış yeniden yükseliş halindeydi. Ben de, idealizmimden hiçbir şey kaybetmemiş olarak ortaokulda Selahattin ve Gülsüm Özakın, Abdullah Gülbudak, Murat İmamoğlu ve TÖB-DER’deki Bekir Yerli, Ali ve Ahmet Özdemirler gibi arkadaşlarla birlikte Fatsa’daki uyanışı canlandırmaya kaldığımız yerden devam ediyorduk. Çok geçmeden bu ekibe eş durumundan İstanbul’dan Fatsa’ya nakleden Şenal da katılacaktı.

Ortaokul 3-B şubesinde Türkçe yazılısı yapıyordum. Önce öğrencilere yazdırdığım metni görelim:

 

MEMLEKET

Bir yanda Anadolu,

bir yanda Rumeli’dir.

Hepsi bizden, hancısı

olsun yolcusu olsun

Efkâr ettiğimiz şey

memleketin halidir

Sanmam hemşerim

sanmam bundan acısı

olsun

 

İşçimiz kardeşimiz

kavgasında perişan

Köylümüz efendimiz

tarlasında perişan

Anam bacımdır bahtı

karasında perişan

Hemen Allah cümlemizin

yardımcısı olsun

                Cahit Sıtkı Tarancı

 

Metin üzerinden bazı sorular yazdırdım ve “Gençliğin halka karşı görevlerini anlatan” bir kompozisyon yazmalarını da istedim. Ben de az değilmişim yani! Cahit Sıtkı’dan 35 Yaş şiirini sormak yerine böyle işçinin, köylünün perişanlığını anlatan bir şiirini soruyorum. Ne demişler, can çıkar, huy çıkmaz!

Tam o sırada okul müdürü sınıfa damladı! Bir süre soruları inceledikten sonra:

“Dersten sonra bana uğrayın” diyerek çıktı.

Öğrencilerin yazılı kâğıtlarını topladıktan sonra ders çıkış zili çalınca müdürün odasına girdim.

Önüme bir soruşturma kâğıdı koyarak bunlara cevap vermemi istedi. Soruları eften püftendi.

“Hayrola, bu soruşturma da nereden çıktı?” diye sordum. Cahit Sıtkı Tarancı, yasaklanmış bir şair değildi. Okul kitaplarına şiirleri de girmişti. Bu şiirin neresine ve benim hangi sorularıma takmıştı?

Ne dedi beğenirsiniz?

“Zeki Bey, ben bu soruşturmayı, sorularda bir suç olduğu için açmış değilim. Ama buraya hapisten çıkıp geldin. İlerde bana, ‘Bu adam için ne yaptın?’ diye sorarlarsa sümenin altındaki bu dosyayı açıp göstereceğim. O zamana kadar sümenin altında kalacak…”

Bir yerlerden “Ona rahat verme!” diye talimat almıştı anlaşılan.

Dediğine göre Müdür, aslında öyle gerici bir adam değildi… Memleketin dertlerini o da biliyordu! Gürcistan Halk Dansları Topluluğu İstanbul’a geldiği zaman kalkıp onu izlemek için ta İstanbul’a bile gitmişti. (Kendileri Gürcü’ydü.) Hatta benim hoşuma gitsin diye Stalin’den bile sitayişle söz etti. Sonra:

“Size bir şey söyleyeyim mi? Bu memlekette sosyalizm hâkim olsun, sizden daha sosyalist olmazsam namussuzum! Ama ne yaparsın ki şimdiki devir başka. Böyle davranmak zorundayız!”

Müdürümüz her devrin adamıydı. Buradaki koltuğunu bir Adalet Partisi Ordu milletvekiline borçluydu. Ama 1973 genel seçimlerinde CHP en yüksek oyu alınca sokağa çıkarak rastladığı CHP’lilere “Oh! Nihayet beklediğimize kavuştuk” dediğini Dava Vekili Lütfü Sarıhan anlatmıştı.

Bu soruşturma dosyası daha Fatsa’da bir yılım dolamadan sümenin altından çıkarılmış olmalı ki, Mayıs 1975’te bu kez Yozgat’a sürgün ettiler. Bu Fatsa’dan ikinci sürgünümdü. Olmayıp bana memleketimde görev yaptırmıyorlardı!

Aradan 11 yıl geçti. 1976’da Şenal’la ikimizi Ankara’da gözaltına alarak Ordu’ya götürdüler. Suçlama Fatsa’da devrimci öğrenci yetiştirmiş olmaktı. Öğrencimiz olmuş biri sorgusunda öğretmenlerinin adını söylerken bizim adımızı da anmış. Soruşturma dosyasını gördük. Müdür, aleyhimizde olmadık suçlamalarda bulunmuş. Ünye Ağır Ceza Mahkemesinde kendisiyle yüzleştirilmemizi istedik. Mahkeme onu da duruşmaya çağırdı ama hâkim zaman aşımından davayı düşürerek onun dinlenmesine gerek görmedi.

Gene aradan yıllar geçti. Fatsa’da Lütfi Sarıhan’ın cenazesine gittim. Müdürümüz de oradaydı ve emekli olmuştu. “Zeki Bey” dedi. “Geçmişte birbirimize karşı olumsuz bazı şeylerimiz olmuş olabilir. İşte o zamanki şartlarda, yani…”

“Özür dilerim!” demek istiyordu.

“Olur böyle şeyler, hepsi geçmişte kaldı” dedim… Başka ne diyebilirdim?

(20 Eylül 2016)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık