• 06 November 2018, Tuesday 17:13
ZekiSarıhan

Zeki Sarıhan

ÖĞRETMENLER ÇEŞİT ÇEŞİT

 

İyi öğretmenler de, kötü öğretmenler de her devirde vardı. Şimdi de öyledir.

Hayatı çeşitli badireler içinde geçmiş, toplumsal görevlerde bulunmuş herkesin, yeteri kadar deneyim biriktirdiklerinde anılarını yazıp yeni kuşaklara aktarması bir görevdir. Geçen dönem son toplumsal görevi Ankara Milletvekilliği olan Şenal Sarıhan da avukatlık bürosuna dönünce anılarını yazmaya başladı. Bunlardan ilk 20-25 sayfasını bana gösterdi.

“İyi gidiyor, yazmaya devam!” diye onu yüreklendirdim. Ezbere yumurta pazarlığı bile olmaz demişler. Son 44 yılını birlikte geçirdiğimiz badirelerle dolu dönemler hakkında neler yazacak bir görelim. Kitap hakkında toplu değerlendirmeyi o zaman yapabileceğim. Asıl yargıyı elbet okuyucu verecek.

Şenal’ın Konya Kız Öğretmen Okulu öğrencisi (1963-1966) iken yaşadığı bir olay, şimdiden paylaşmaya değer.

ÖĞRETMEN VAR, ÖĞRETMEN VAR!

Şiir ve öykü yazmaya devam ediyorum. Okula yıllar önce atanmış bir din dersi öğretmenimiz var. Daha önce Sebahat öğretmenimiz din derslerine geliyordu. Ankara’daki bir uçak kazasında saçlarını kaybetmiş. Perukla dolaşır, ağır hareket ederdi. Ancak, onun için din doğruluk ve yüksek ahlaktı. Eşitlikti. Bize bu yönde biçimlendirecek hikâyeler anlatır ve öğrencilerini dinler tarihi hakkında bilgilendirirdi. Onu acımaya karışık bir saygı ile severdik. Bize çok iyi davranırdı.

Yeni atanan din dersi öğretmenimiz ise erkekti. Sınıfta otorite sağlamanın asık suratlı olmak ve yüksek sesle konuşmak olduğunu zannediyordu. Sınıfta ilk öğrendiği benim adım ve soyadımdı. Herkesin çok zor söylediği soyadımı sanki önceden de biliyor gibiydi. Etüt saatlerinde sınıfa giriyor, hiç ses çıkmayan sınıfta beni gevezelikle suçluyordu. Nedenini anlamıyordum. Arkadaşlar “Hoca sana taktı.” diyorlardı. 

MÜDÜR ODASINDA YAPILAN “MÜLAKAT”

Bir öğleden sonra dersteyiz. Sınıfın kapısı çalınıyor. Öğretmenin “gir!” sesi üzerine nöbetçi öğrencilerden biri içeri giriyor. Beni idareden istiyorlarmış. İdare olunca öğretmen “Çık Sölpüker.” diyor. Çıkıyorum. Nöbetçi öğrenci, “Önce  Gülsevin Hanım’ı (Çiçekçi) göreceksin.” diyor. Öğretmenler odasına gidiyoruz.  Öğretmenim, Kovan dergisinin son sayısında çıkan “Onlar Aklara Düşman” öykümün çok beğenildiğini, bir gazetecinin benimle mülakata geldiğini söylüyor. Mülakat, müdürün odasında yapılacakmış. Şaşırıyor, aynı zamanda  heyecanlanıyorum.  “Nasıl?” diye soruyorum. Ben mülakatın ne olduğunu biliyor, hatta kendim de mülakat yapıyordum. Ama şimdi, onbeş yaşındaki  beni önemseyip  mülakat yapılacak!Öğretmenim“Ne sorarsa içinden geldiği gibi yanıtla.” diyor. Gülsevin Hanım önde, ben arkada müdür odasına giriyoruz. Müdür İhsan Baykal’ın solunda çok şık giyinmiş, bir bey oturuyor. Onun karşısında bir genç hanım. Önünde kocaman bir daktilo duruyor. Müdürümüz beni tanıştırıp Gülsevin Hanım’ın sözlerine benzer açıklamalar yapıyor. Bey bana sorular soruyor. “Aklımda kalan şu “Onlar aklara düşman derken, kimleri kastediyorsun?”, “Yağan kar elbette üstüne basılıp kirlenir. Neden bu kirlenmeye karşısın?”

Öyküde anlatılan basit bir doğa sevgisi. Sabah uyanıp pencereden karların yağışını izleyip, karların ayaklar altında kalarak kirlenmemesini temenni eden sonra da işe giden insanların ayak izleri ile kirlenmesine üzülen bir genç kızı anlatıyor.

Beni dışarı çıkarıyorlar. Sınıf merakta. Onlara yaşadıklarımı anlatıyorum. Sanki röportaj bütün sınıfla yapılmış gibi, alkış, kıyamet… 

Aradan günler geçiyor. Teneffüsteyiz. Bu kez Fazilet Karaca’nın odasına davet ediliyorum. Fazilet Hanım Eğitim Şefimiz. Biraz sert. Odaya girince postamızı getiren görevliyi  görüyorum. “Şenal, şuraya bir imza at” diyor. Daha önce postadan gelen,imzalamam gereken hiçbir evrak olmadı. “Şimdi çık.” diyor. Kuzu kuzu çıkıyorum. Benim imzaladığım posta neden bana verilmiyor diye sormuyorum.

BİR DOĞA OLAYINDAN ÇIKARILAN KOMÜNÜZM PROPAGANDASI

Yeni bir teneffüste yine müdür odasına çağrılıyorum. İçerideMüdür İhsan Baykal, Fazilet ve Gülsevin Hanımlar var. Müdürümüz, “Bak kızım, diyor, birisi seni savcılığa komünizm propagandası yapıyor diye şikâyet etmiş. Ama mahkeme bu şikâyeti haklı bulmamış. Bugün sana bunu bildirmişler. Fazilet Hanım da evrakı önce bizim görmemizi istemiş.

Şaşkın bakıyorum. Bu öykünün neresinde propaganda vardı bilmiyorum. Şikâyetçi öğretmenin amacı başka idi. Onlar, gerçekten aklara düşmanmış! “Komünistten haberdarım ama propagandadan haberim yok. Nazım’a öyle dediklerini, onun şiirlerini resmi yerlerde okumamam gerektiğini biliyorum. Nazım’ı sadece yatakhane de okuyoruz. “Şimdi çık, geçmiş olsun. Ama en yakın arkadaşına bile bu olayı anlatma.” diyor müdürümüz İhsan Baykal.

Olayın aslını ancak üçüncü sınıfa başlarken öğreneceğim. Gülsevin Hanımgülerek anlatıyor: Yeni atanan din dersi öğretmeni, kendisi ve benim hakkımda “Onlar Aklara düşman”  öyküm nedeni ile komünizm propagandası yapmak iddiası ile şikâyetçi olmuş. Müdür Bey, ben ürkmeyeyim diye Savcıya rica edip onu okula çağırmış. Gülsevin Hanım’la senaryo hazırlamışlar.”

Dedik ya, “Öğretmen var, öğretmen var.” Günümüzde okul müdürlerinin İhsan Baykal, öğretmenlerin ise Fazilet Karacave Gülsevin Çiçekçi gibi öğrencilerini kurda kuşa yem etmeyen eğitimcileri örnek almaları önerilir.

Konya Kız Öğretmen Okulu öğretmen ve öğrencilerinden bir grup (1964) 1. İhsan Baykal, 2. Gülsevin Çiçekli, 3. Fazilet Karaca, 4. Şenal Sölpüker.

Mezuniyet töreninde Şenal Sölpüker, son sınıflar adına

bayrağı teslim konuşması yaparken (1964)

 

 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık