• 10 November 2016, Thursday 19:25
ZekiSarıhan

Zeki Sarıhan

“Beni seninle görmesinler!”

Zeki SARIHAN

Deyim yerindeyse yorganımız sırtımızda geziyorduk! 1974-75 öğretim yılında Fatsa’da, 1975-1976 öğretim yılında Boğazlıyan’da öğretmendim. Buraya yeni evlendiğim eşim Fatsa’da bırakılarak sürgün edilmiştim. Anayasa’da ailenin kutsal olduğu ve parçalanamayacağı yazılı olduğu halde Milli Eğitim Bakanlığının buna aldırdığı yoktu. Hatta parçalanmış ailelerin olmadığını da ileri sürüyordu. Fakat Milliyet gazetesi parçalanmış öğretmen ailelerinden 40-50 kadarının listesini yayımlayınca kalkıp Ankara’ya giderek bakanın kapısını çaldım.

Komando Nail lakaplı bakana:

“Ben ailesini parçaladığınız öğretmenlerden biriyim” dedim. “Eşimle aynı yerde buluşturulmamı istiyorum.”

Benim yüzüme değil, önüne bakıyordu. Sanırım yaptıkları işten utanç duyuyordu.

“Ne suç işledin?” dedi.

“Bilmiyorum. Bana bildirmediler” dedim.

Gene önüne bakarak:

“İşlemişisindir bir suç” dedi. Yarım el büyüklüğünde kâğıda bir not yazdı.

“Bunu Tayin Şubesine götürün. Sizi birleştirsinler!” diye ekledi.

Kâğıdı kaptığım gibi soluğu Atama Şubesinde aldım. Bu dairenin müdürü, kardeşim Ayhan’ın bacanağı idi. Görüşlerimiz tamamen zıt olmakla birlikte hısımlık nedeniyle aile ortamında bir iki kez görüşmüştük.

Bana nereyi istediğimi sordu. Ordu’ya verilmemi istediysem de sürgün edilen yere dönülmesi mümkün değilmiş.

“Samsun iline verin” dedim. Mücavir bir il de olmazmış. Giresun ve Tokat da olamayacağına göre haritada yer aramaya başladık:

“İnebolu Ortaokulunda boş bir kadro var, diğeriniz de oradaki başka derslere girersiniz” dedi.

Ben bu öneriyi kaçıramazdım çünkü İnebolu halkının Kurtuluş Savaşı’ndaki kahramanlıkları aklımda kalmıştı. 23 Nisan 1976 günü Boğazlıyan Uzunlu Ortaokulu öğrencileri bayram töreni için toplanırken ora ile ilişiğimi kestim ve Fatsa’ya adeta uçtum! Eşyamızı bir kamyona yükleyip kendimiz de şoförün yanına oturarak Samsun, Sinop, Kastamonu’nun deniz kıyısı boyunca sıralanmış küçük, şirin kasabalardan geçip bir mayıs akşamı 6 bin 800 nüfuslu İnebolu’ya ulaştık.

Buradaki meslektaşlarla kısa sürede kaynaştık. TÖB-DER şubesinde çalışmaya başladık. Derneğin başkanı atak, çalışkan bir arkadaştı.

Dernekte haftalık seminerler yapmaya başladık. Bir tiyatro hazırlanarak ilçede ve bazı köylerde gösterildi. “Heyemola” adında bir bülten de çıkardık. Bu çalışmalar sonucunda derneğin üye sayısı nerdeyse ikiye katlandı. İlçede bir işçi derneği de kuruldu.

Öğretmenler, öğrenciler, halk memnun. Neşe içinde çalışıyoruz. Fakat biraz geç uyanan valiliğin bu gelişmeden hiç memnun olmadığı anlaşıldı. Vali ilçeye gelip dersime girdi, TÖB-DER kapatıldı, ilçenin tek gazetesinde aleyhimizde bir yaylım ateş başladı. Derneğin aktif üyelerinden birkaçı birkaç günlüğüne nezarete alındı, Valilik eşimle ikimizi de açığa aldı!

Öyle sessiz sedasız boyun eğmek var mı? İlişiği kesmeden önce öğrencilere “Defterinizi açın. Söylediklerimi yazın ve akşam evde velilerinize okuyun” dedim.” Kısa açık mektubumda çocuklarına şevkle öğretmenlik yaparken valilik tarafından haksız yere açığa alındığımızı yazdırdım.

Bizim göreve iademiz konusunda ilçede bir imza kampanyası açıldı. Öğretmenler, öğrenciler, veliler yüzlerce imzalı mektup ve telgraflarla valiliğe başvurmuşlar. Öyle ki vali de: “Yahu ben böyle bir şey görmedim. Her gün, her gün protesto geliyor” diyerek bizim nasıl bir insan olduğumuzu merak etmiş.

Üç ay dolunca valilik bizi göreve iade etmek zorunda kaldı. İki gün daha derse girmemiştik ki, bu kez Bakanlık, yetkilerini kullanarak yeniden açığa aldı. Müfettiş geldi, soruşturmasını yaptı ve bizde herhangi bir suç bulamadı. Göreve iademizi istedi, yalnız vali Kastamonu’da görev yapmamıza karşı olduğu için il dışına nakledilmemizi önerdi. Bizi uzak yerlere, fakat bu kez eş olduğumuzu anlamayarak ayrı ayrı illere atadılar. Bu arada TODAİE Kamu Yönetimi Lisans Üstü Uzmanlık Programı sınavına kazandığım için ikimizi Ankara’ya atamak zorunda kaldılar.

            *          *          *

Açığa alındığımız ilk günlerde bir akşam, ilçedeki Öğretmenler Derneği’ne gittim. TÖB-DER başkanı arkadaşımız da orada. Diğer meslektaşlarla da oturup sohbet ettik. Eve gitmek üzere oradan ayrılırken tam kapıya çıktığımızda TÖB-DER başkanı:

“Beni seninle görmesinler!” diyerek yolunu değiştirdi ve karanlık bir sokağa saptı…

Biliyorum. Korunma güdüsü bütün canlılar gibi insanlarda da temel bir güdüdür, yadırgamıyorum. Şu sıralarda da oldukça yaygın olmalı... Sokağın başında yapayalnız bırakılanlar bunu anlayışla karşılamalı…

Ama gene de insanın içini acıtıyor!            (5 Kasım 2016)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık