• 26 March 2021, Friday 8:43
ZekiSarıhan

Zeki Sarıhan

YAZMASAM İÇİMDE UKTE KALACAKTI

Yazmazsam içimde ukde kalacak. Şu başörtüsü veya türban konusunda geçmişteki yanlış tutumumuzu eleştirmesem, yani özeleştiri yapmazsam rahat edemeyeceğim.

Bizde tek tip okul forması, bu arada kız öğrencilerin başlarının açık öğrenim görmesi nasıl eğitim hayatımızın alametifarikası idiyse devlet memuru kadınların ve kadın milletvekillerinin Meclis’te başlarının açık olması da öyle bir zorunluluktu. Bunun mantığı, topyekûn modernleşmenin bir parçası olarak halkı Batılılar gibi giyinmeye özendirmekti.

Yüksek gelirli ve kent merkezlerinde yaşayan nüfus zaten Cumhuriyetten önce o yola yönelmiş bulunuyordu. Devletin getirdiği kurallarla bütün eğitim kademelerinde kızların başlarını açmaları ister istemez uyulan bir kural oldu. Devlet memuriyetinde ve Meclis’te de bu kurala uyuldu.

Muhafazakâr kesimler, başlarını açmasınlar diye kızlarını okula göndermeme yolunu seçtiler. Bunu biz ailede tam olarak yaşadık. Fatma ablamın öğretmen okulu sınavlarına girmesine aile bu yüzden engel oldu. Şimdi o, sabah akşam bunun hesabını haklı olarak soruyor.

Uzun yıllar, emekçi ve köylü kızlarının okumaları, memur olmaları, Meclis’e girmeleri başka nedenlerle de birleşerek engellenmiş oldu. Bazı okullarda ve banka şubelerinde hademe kadınların başörtüsüyle görev yapmaları ancak görmezden gelinerek mümkün olabildi.

Yükseköğrenim yapanlar çoğalınca bunların içinden bazı muhafazakâr kızlar, İlahiyat Fakültesinden başlayarak başörtü ile derse girme haklarını daha 1960’larda savunmaya başladılarsa da bunu kabul ettiremediler.

Türkiye’deki cepheleşme zaman zaman halk kitlelerinin hak araması üzerinden, fakat daha çok da yaşam tarzı üzerinden gerçekleşti. 1999’da Merve Kavakçı’nın Meclis’e türbanıyla girmesi laik kesimin sinir sistemini harekete geçirdi. Ben de birçok kuruluş temsilcisinin yaptığı gibi Öğretmen Dünyası adına yaptığım açıklamada “Türban gericiliğine izin verilemez” ifadesini kullandım.

Buna rağmen benim bu konudaki sicilim büsbütün bozuk da değildir.

Mayıs 1989 tarihli Öğretmen Dünyası’nda “Okullarda Tek Tip Giyim ve Tek Tip İnsan” özel dosyasında tek tip giyimi otoriter yönetim geleneğinin bir uygulaması olduğunu açıklamış ve serbest giyimi savunmuşsak da bunun kızların türban takmasına vesile olacağını düşünememiş, buna ihtimal vermemiştik.

AKP iktidarı, MHP ile anlaşarak türban konusunda anayasal bir değişiklik yapmak isteyince 2 Şubat 2008 günü Anıtkabir’e büyük bir protesto yürüyüşü yapıldığında “Kızlar üniversiteye başörtüsü ile giderse kıyamet kopmaz” diye düşünerek bu yürüyüşe katılmadım.

BURADA BİR FACİA İŞLENİYOR!

O tarihlerde Cumhuriyet Kadınları Derneği, Millî Kütüphanede bir panel düzenlemişti. Konuşmaların başlamasına birkaç dakika kala ön sıralarda bir hareketlilik oldu. Toplantıya dinleyici olarak katılan tek türbanlı kadın, bazı üyeler tarafından nerdeyse yaka paça dışarı atılıyordu! Kadın, konuşmacı olan hocasını dinlemek için geldiğini açıkladıysa da dinletemedi. O sırada dernek başkanı olan Şenal dışarıda gelenleri karşılıyordu. Yetişip “İçerde bir facia işleniyor, koş engel ol!” diye uyardım. Geldi, sorunu anlamaya çalıştı, türbanlı kadını yerine oturtmaya çalıştıysa da başaramadı. Fena halde incinmiş olan kadın çekti gitti…

Bu derneğin düzenlediği bir toplantıda aralarına başörtülü kadınları da almalarını önerdiğimi hatırlıyorum. Umarım yeni kurulan 29 Ekim Kadınlar Derneği, mücadelesini yaşam biçimi üzerinden değil, kadınların ekonomik ve sosyal haklarına yoğunlaştırır ve bunu giyim kuşama bakmadan bütün kadın çevrelerini kucaklayarak yapar.

31 Ekim 2013 günü hacdan dönen dört AKP’li kadın Meclis’e türbanlarıyla girince CKD’liler Meclis kapısına gidip olayı protesto ettiklerinde de onları başkanları nezdinde eleştirdim.

24 Eylül 2014 günü, Hükümet, ortaokul ve liselerde başörtüsünü serbest bıraktı. “Artık bu kadarı fazla” diye düşündüm. Bir yazımda okullarda medeni bir kıyafet yönetmeliğinin bulunması gerektiğini yazdım. O günlerde çeşitli bölgelerde bazı öğretmen arkadaşlara telefon ederek hükümetin bu kararından sonra okullarda başörtüsü takan kızların artıp artmadığını sordum. Görünür bir artış olmadığını söylediklerinde rahatladım. Önemli olan, devletin zorlaması olmadan, hatta iktidar bütün araçlarla muhafazakâr bir giyimi teşvik ettiği halde, halkın modern bir hayata gösterdiği uyumdu.

Adına ister başörtüsü ister türban densin, kadının başını örtmesi, geniş ölçüde inançla karışık geleneğin, kültürün bir sonucudur. Kültür değişimi kolay olmuyor. Üstelik böyle bir değişimin olmasını da olmazsa olmaz saymamak gerekir. Birçok konu gibi bu konuda da taşlar yerine tam oturmuş değildir.

TAŞLAR YERİNE OTURUNCA

Taşları yerine oturtmak için ne yapmak gerekir? Bunu 21 Mart 2015’te gene dergideki bir Cumartesi konferansında tartışmaya katılarak şöyle ifade etmiştim. “Giyim kuşam üzerinden değil, bir halk iktidarı için mücadele etmeliyiz.” Benim böyle düşünmemin nedeni, hem köy kökenli hem halkçı (sosyalist) olmamdır.

Hayatın bütün zorluklarını omuzlayan kadınların tümünün İstanbul Sözleşmesinin hayata geçirilmesine şiddetle ihtiyaçları vardır. Unutulmasın ki, kadınların yüzde 70’i başlarını örtüyorlar. Bütün kadınlar, giyim kuşamları ne olursa olsun, toplumsal mücadelede arkalarda bir yerde değil, en önde yer almaları gerekir. Bunu da doğayı korumaktan insan hakları ihlallerine, işyerlerindeki direnişlere kadar her yerde zaten görüyoruz. (6 Aralık 2020)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık