• 11 March 2020, Wednesday 8:26
ZekiSarıhan

Zeki Sarıhan

ABDULLAH ÖZKUCUR 100 YAŞINDA!

Köy Enstitülerinin ilk ürünlerinden 1920 doğumlu Abdullah Özkucur 100 yaşına bastı. Bu vesile ile Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı, Ankara’daki merkezinde onun için bir jübile düzenledi. Başka illerden gelen öğrencileri ve Ankara’da oturan dostları, salona sığmadılar ve üç saat süren toplantıyı ilgiyle izlediler. Hakkında konuşmalar yapıldı ve onun için hazırlanan armağan kitap satışa sunuldu.

Konya Beyşehir’in bir köyünde doğan Özkucur, 1937’de açılan üç yıllık Çifteler Köy Öğretmen Okulu’na kaydolmuş. 1940’da diploma alarak maaşa geçmeyi beklerken Köy Enstitüleri’nin kurulduğunu, Enstitü haline getirilen okulunda iki yıl daha okuyarak öğretmen olacağı söylenenince çok üzülmüş! Neyse her işte bir hayır vardır demişler. Enstitü, sonra Yüksek Köy Enstitüsü mezunu olarak dünyasını genişletmiş. Bu, emekçi halkı kucaklayan ve hayatının sonuna kadar onun çıkarlarını düşünüp savunan sosyalist bir düşünce dünyasıdır. Ufak tefek bu adamın dünyası bu kadar yücedir ve bütün saygınlığının esası da budur. Bilir misiniz ki, Özkucur, bütün ayrıcalıklara karşı olduğu için belediye otobüslerinde indirimli öğretmen kartını kullanmamıştır.

Ben onu daha Hatay’da öğretmenlik yaptığı 1980’lerin başından beri tanıyorum. Özyürek Yayınevinin yayımladığı Öğretmen Olacağım adlı sevimli kitabını okuyunca onu çok sevmiş, sonra Öğretmen Yayınları’ndan Köy Enstitüsü Destanı’nı yayımlamıştık. Daha sonra Vakıf, Yüksek Köy Enstitüsü kitabını yayımladı. Yalnız doğanın verdiği biyolojik bir şansla değil, bu emaneti korumasını da bilerek yüz yaşına zihin sağlığı ile ulaşan ve hâlâ öğrenmeye çalışan ve bildiklerini toplumla paylaşmayı bir görev bilen Özkucur, Azrail’e iki kez mektup yazarak beşer yıl daha mühlet istemiş ve “daha fazlasına da itiraz etmem” demiş! İlkinde dört yılı garanti etmiş. İkincisinde Azrail “Seninle uğraşacak halim yok” diye başından savmış! Belli ki eleyeceği unlar henüz bitmemiş.

CAN YAKICI BİR SORU

Jübilede yapılan konuşmalardan aynı köyden bir emekli öğretmenin anlattıkları, benim beynimde can alıcı bir sorunun da şimşeğini çaktı. Özkucur’un köyü, Konya’nın gerici köylerinden biriymiş. Köylüler, Özkucur’u, bir komünist olarak köylerinden çıkan olumsuz bir örnek olarak gösteriyorlarmış! Kendisi de köyüne gitmiyormuş!

Bu aslında köyden yetişen bütün aydınlarımızın can sıkıcı ortak bir özelliğidir. Neden köy ve kasabalarda yaşayan ve kendileri için canımızı vermeye, hapislerde yatmaya hazır olduğumuz emekçilere ters düştük? Öyle ya halkçı aydınlar, halkın başına geçmeli, halk da onların arkasından yürümeli değil mi? Bu halkı neden biz arkamıza takamıyoruz da Türkiye’nin bugün geldiği siyasi manzarada da görüldüğü gibi halk düşmanları peşine takıyor?

Bu soruya hemen kolayca verilecek yanıtlarınız olabilir. Halk yığınlarının geri bir dünya görüşüne sahip olduğu, aydınların ise bu düşüncelerinden sıyrılıp çağdaş bir dünyanın insanı olduğu ilk akla gelen açıklama olsa gerektir. Oysa bu durum, günlerce, aylarca ilerisini, gerisini düşünüp yanıtlamamız gereken bir sorundur. Türkiye’de “Aydınlanma” devriminin sorunlarını da ilgilendirmektedir. Yoksa biz bu halka önderlik yapmak için doğrudan doğruya onun yaşadığı sorunlardan kavramayı ihmal mi ettik? Onun yerine bir kültürel değişimin kavgasını vermekle mi işe başladık? Emekçi halka götüreceğimiz bilinç doğrudan bir sınıf bilinci ve mücadelesi olmak yerine bir yaşam kültürü müydü?

Abdullah Özkucur öğretmen, halkçı eğitim mücadelesine, düşünce ve yaşantısıyla çok şey kattı. Ona uzun ve sağlıklı ömürler dileyerek salondan ayrılırken kafamda kendi kendimle bunları tartışıyordum. 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık