• 16 February 2019, Saturday 8:09
YılmazKaya Aylanç

Yılmaz Kaya Aylanç

“Devlet Manavları” …

Bugünlerin moda konusu, pazarlarda, sonra da marketlerde başlayan sebze meyve fiyat artışları.

Devlet bütün önemli konuları erteleyerek, öteleyerek en ön sıraya bu konuyu aldı. Önce depoculara yüklendi. Azarladı, bağırdı. Baktı olmuyor, yetkililere “baskınlar yapın” talimatını verdi. Birkaç depo da bundan nasibini aldı. Bu da fiyatların düşmesine çare olmayınca bu kez hâl esnafına bağırmaya başladı. Sanırsınız bu sistem bugün kuruldu ve hâl esnafı fiyat arttırarak hükümeti zor duruma düşürüyor.

Yapılan çalışmalarda bu konunun da çare olmayacağı anlaşılınca devlet o müthiş kararı verdi ve “Tanzim Satış” yolu ile vatandaşa ucuz domates, biber, patlıcan, patates satmaya başladı. Bunu belirli şehirlerde ve belirli tarihe kadar (yaklaşık 45 gün) yapacağını ilan etti.

Neden belirli şehirler? Birinci sorum bu. Bu şehirlerin mutlaka iktidar elinde olması gerek yerel seçimlerde.

Neden belirli tarihe kadar? İkinci sorum da bu. Yerel seçimler yapılıncaya kadar halka ihtiyacı var çünkü, sonra ihtiyacı kalmayacak. Öyle dememiş miydi “demokrasi sandıktır, halk sandığa oy atar işi biter, beğenmezse icraatı gelecek seçimde oyuyla gerekeni yapar”. Demokrasiyi sadece halkın sandığa gidip oy kullanması ve sonrasında sessizce oturması olarak gören anlayış en büyük problemimiz aslında.

Biz yine gündemimiz olan ekonomiye dönelim.

On yedi yıldır ülkeyi kesintisiz ve tek parti olarak yöneteceksiniz, son yıl partiyi bir kenara bırak tek adam olarak kanun çıkartma yetkisi ile yöneteceksiniz ve meydanlarda durmadan, “affedin, hata yaptık, ihanet ettik” deyip tek çözümünüz “devlet manav dükkanları” kurmak olacak.

Bunun adı devleti yönetemiyorum, çözümüm yok, çaresizim demek!

Neye benziyor biliyor musunuz, 25 yıldır İstanbul şehrini yöneteceksiniz sonra kalkıp “evet biz bu kente ihanet ettik” diyeceksiniz.

Başkenti yirmi beş yıldır yöneteceksiniz, sonra aynı partinin başka bir adayı yapılanları eleştirecek.

Olacak iş mi bu!

Bu da şehirleri yönetemedik demenin başka bir yolu!

Evet sayın iktidar, şehirleri yönetemiyorsunuz, devleti yönetemiyorsunuz, o zaman oralarda ne işiniz var?

Bırakın bilenler yönetsin.

On yedi yıl önce bu ülke tarım ithaline para harcamıyordu, domates, biber, patlıcan ve patates alabilmek için halkımız sabahın köründe kuyruklar oluşturmuyordu. Geldiğimiz nokta devletin manavlığa soyunmuş olması.

O kadar çaresiz ve çözümsüzler ki devleti manav yapacak kadar doğru çözümlerden uzaklar ve halâ yanlış yapmaktalar.

Devletin tüm imkanları varken yanlış politikalar ile geldiğimiz nokta tam bir fiyasko.

Tüm imkanlar var derken ne kastediyoruz.

Tarımda önce ne gerekli, tarım yapılacak toprak. Var mı? Yedi yüz yetmiş yedi bin kilometre kare. Yani Sudan’a gitmeye gerek yok.

Tarımı yapacak çiftçi ve yaşayacağı köy. Yolu olan, suyu ve elektriği olan. Desteklenen, yol gösterilen ve en önemlisi ürünü elinde kalmayan, tüccara mahkum bir fiyatlama tuzağına düşürülmeyen köylü.

Ama neler, köyler mahalleye çevrildi. Taşımalı eğitim adı altında köy okulları kapatıldı, köyün eğitmenleri olan öğretmenler köylerden uzaklaştırıldı. Köylünün ekim programlarına doğru bir yönlendirme, planlama hiçbir zaman yapılmadı. Tarım girdilerine yani mazota, gübreye, elektriğe, damızlığa, tohuma gereken destek ya verilmedi, ya yeterince verilmedi veya zamanında verilmedi.

Artan girdi fiyatları ile köylü pahalı üretmeye mahkum edildi. Sonra da “pahalıya üretiyorsun” denilip mucizevi çözümleri olan ithalatın önünü açarak, gümrük vergilerini sıfırlayarak Kanada, Fransa, Almanya, Avustralya, Sırbistan, Ukrayna ve Rusya gibi ülkelerin çiftçilerinin kalkınmasına destek olundu.

İthalat çözümlerini de bir yandan sorunun çözümü olarak ürettikleri bir mucize gibi sunarken, bu politikayı köylüyü azarlar gibi ifade etmekten de çekinmediler.

Peki çiftçiye bunca zulüm yapılırken söz verdikleri maddi desteği verdiler mi?

Tarıma 2017 yılı için 12.8 milyar TL. destek verileceği bütçede ifade edildi. Bu rakam 2016 ya göre oranında bir artışı ifade etmekte. Bu her yıl 1,5 milyon civarında artan nüfusu ile ve kendi kendine tarımda yetme iddiasında olan bir ülke için yeterli mi? Yetmeyeceği gün gibi aşikar. Üstelik bir de bu paranın doğru ve zamanında kullanılması konusu da bir başka sorun. Yine 2017 yılında P mazot desteği ne yazık ki bütçede yer almadı 2018 yılında uygulanacağı söylendi.

2018 yılında ise tarımın desteklenmesine ayrılan pay bütçede sadece 14.8 milyar TL.

Tarımsal desteklerin bir gecikme ile ödendiğini de burada belirtmeliyiz.

Gayri safi milli hasılanın en az % 1’i olması şartı 2006 yılında çıkarılan tarım kanunu ile getirilmiş olmasına rağmen hiçbir yıl bu uygulanmamıştır. Uygulanan oran genelde % 0,5 oranında olmuştur.

Öyle olunca da tarımda ne yapılmak istenmiş ise o yapılmıştır. Bu şartlarda tarımın daha ileri gitmesi beklenebilir mi?

Yapılacak olan onca tarımsal uygulama, geliştirilecek köklü değişimleri sağlayacak projeler dururken iktidarın bulup getirdiği çözüm “devlet manavları” olmuştur. Bu dahi iktidarın tarıma bakışını göstermektedir.

Tarım politikalarının bir başka sonucu da köylerin yok olması, köylünün kentlere göçüne neden olmuştur. Bu durum tarım konusunun onarılmaz yaralarına neden olurken, kentlerin kenar mahallelerde yaşamak zorunda kalan kıt gelir sahibi ne köylü ne kentli olan yeni bir kesimi de yaratmıştır. Bu durumun sosyolojik sonuçları da ayrı bir yazı konusudur. Bu kesimin oy deposu olarak daha merkezi yerlerde ve daha ihtiyaç sahibi yapılmış olması belki de bir projeydi diyebileceğimiz günler de gelebilir.

Neden bu kadar bakan değişti diye soruyor insan. Bunca okumuş adam, bunca aktarıldığı söylenen eksik veya fazla para ama ortada koca bir sıfır.

Kim olursa olsun samimiyetle bu ve benzeri konularda iyi ve başarılı sonuçlar almak istersiniz. En azından kendi politik geleceğiniz için. Bundan şüphe eden olabilir mi?

Bu gerçeğe rağmen tam bir başarısızlık hikayesi ortaya koymuşsanız ve tam da seçim arifesinde söyleyecek sözünüz bitti ise, bir çare kalmamışsa kısa günde yapacağınız da palyatif ve göz boyayıcı bir şeyler olacaktır.

İktidar da bu çareyi bulup halkın bir kısmının önüne “devlet manavları”nı açmış, halkı kuyruklara sokmuş, adam başı iki kiloyu geçmeyen maliyetinin altında satışlara başlamış.

Mantık hep aynı, hizmeti alan az ödesin ama maliyetin farkını o hizmeti almayan diğerlerine de yükleyeyim.

Anımsadınız mı? Yap işlet modeliyle yapılan yollar, köprüler, geçitler.

Hepsi sahiplerine inanılmaz paralar kazandırırken bedelini sadece o hizmeti alan değil, gelir garantisindeki meblağa ulaşmak için tüm ülke seksen bir milyon ödemekteyiz. Ve daha yıllarca ödeyeceğiz.

“Devlet manavları”ndaki ürünlerin satış fiyatları da öyle. Malın maliyeti dışında hemen hiçbir giderin konmadığı fiyatlar ile satılan ürünlerin, idareye olan gerçek maliyetleri ile arasındaki farkı yine o hizmeti veya malı almayan seksen bir milyon ödeyecektir.

Ürünü aldınız, taşıdınız, sergilediniz, ambalajladınız, satış elemanı çalıştırdınız, yer tuttunuz, vergi vereceksiniz. Yani normalde vatandaş, esnaf bu işi yaparken bunları hep ödeyecek.

Peki bu iş yapılırken de bu maliyetler yok mu? Var tabii ki. Ancak idare bunları kendi bütçesinden ödeyecek. Bu bütçe nereden karşılanacak? Halkın vergilerinden tabii ki. Yani hepimizden. O domatesi, biberi, patlıcanı, patatesi almayan ve yemeyen vatandaştan da.

Ayrıca çarşı Pazar esnafına rakip olan bir devlet de cabası. O esnaf ne satacak, eve ne götürecek düşünen yok. Bu doğru ise, neden seksen bir ilde de yok. Bu yöntem doğru ise bu aralar vatandaşın en çok sıkıntısını çektiği yakıt satışları da neden böyle yapılmıyor? Doğal gazda da bu yöntem yapılamaz mı? Elektrik fiyatları çok can yakıyor. Üstelik ürünün kendisinden fazla ek maliyetler vatandaşın belini bükerken enerjiyi neden devlet satmıyor. Bu örnekleri çoğaltabiliriz.

Bu da gösteriyor ki tarımda pek çok şeyde olduğu gibi yanlış yapılmış, yapılmaya da devam edilmekte.

Devlet’ten manav olmaz, Devlet domates, biber patlıcan satmaz. (12.02.2019)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık