• 01 October 2019, Tuesday 9:22
YılmazKaya Aylanç

Yılmaz Kaya Aylanç

Hak etmiyoruz …

1923 yılında çok parlak bir bağımsızlık mücadelesi veren ve dünyanın parlayan yıldızı olarak gösterilen ve onu kuran zamanın en değerli ve yüzyılın lideri olarak gösterilen Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi bir dehanın kurucusu olduğu bir ülkede doğdum.

Her şey o kadar güzel başlamıştı ki. Tüm yokluklara ve olumsuzluklara karşın birlik ve beraberlik içinde, liderin gösterdiği yolda ve O’nun ilkeleri doğrultusunda büyük adımlarla yürümekteydik. Bugünün lider ülkeleri dahi yapılanlara, başarılan işlere ve kat edilen mesafelere hayranlık duymaktaydılar.

Düşmanların bile takdiri kazanılmış, sömürülen halkların gıpta ile baktığı ve rol model haline gelen ülkem az zamanda çok işler başarmıştı.

Devrimler yurdun her köşesine tüm olanaksızlıklara karşın taşınmaya çalışılırken, eğitimde çağ atlatan hamleler yapılmış, inanılmaz işler başarılmaktaydı.

Üretim olmazsa olmaz denilerek bir iğne üretemeyen ülkeden uçak ihraç eden ülkeye gelinmişti.

Çiftçi memleketin efendisi ilkesiyle, tarımın ve onu işleyen emeğin değeri ta o gün ortaya konmuş ve kısa zamanda dünyada kendi kendine yeten yedi ülkeden biri olunmuştu.

Türkiye denildiği zaman dünya saygıyla ayağa kalkıyor ve gereken değeri her yerde ve her şekilde gösteriyordu.

Bir tek mermi atılmadan kazanılan başarılar yanında, dünün düşman komşuları ile bile ileri dostluklar kurulmuştu. Öyle ki eski düşman,‘Nobel Barış Ödülü’ne kurucumuz Atatürk’ü aday gösteriyordu.

Dünyada insan hakları adına pek çok konuda Türkiye ilklere imza atıyor, kadınlara seçme ve seçilme hakları gibi çok değerli bir konuda öncülük ediyordu.

Halk mutlu ve umutluydu!

Devrimler topluma yerleştirilmek için sonrasında uzunca bir süre ister. Fransa 1789 devrimini yüz yılda bile tam yerleştirememenin sıkıntılarını çekmişti.

Oysa ülkem bu devrimleri sadece 15 yıl kurucusu ile destekleyebilmişti.

Çok kısa değil mi?

Ama ne yazık ki böyle.

1938 Kasım’ında büyük kurtarıcı, devletimizin kurucusu, büyük asker ve devlet adamı Gazi Mustafa Kemal Atatürk aramızdan ayrıldı…

Her şey o saat gibi durdu.

Hiçbir şey eskisi gibi olmadı.

O günden bu yana başta yaratılan her değer ve başarılan her konuda geriye gidiş başladı.

Halâ devam etmekte.

Bugün sokakta kime sorsanız ‘mutlu musunuz’ diye, alacağınız yanıt genellikle ‘hayır’dır.

Üretim hiç olmadığı kadar içler acısı bir durumda. Üretmeden kalkınma nerede görülmüş?

Üretenleri de ya satarak ya kapatarak ne yapılmak istenmekte?

Sanayici büyük bir fedakarlıkla üretmek için çaba gösterirken, gerekli desteği yeterince alabilmekte mi?

İşsizlik almış başını gidiyor. Hele ki hayata yeni atılacak eğitimli gençler tam bir açmaz içindeler. Yaşları 28-30’a geldiği halde halâ babalarından harçlık almak zorundalar. Şimdilerde öğrenci kredilerini ödeyemedikleri için haciz denilen olayla karşılaşmaya başladılar. Daha bir kuruş para kazanamamışken. Büyükler soruyor: Ne zaman evleneceksin? İş olmadıktan sonra nasıl olacak bu iş?

Cumhuriyet tarihinde belki de ilk kez tarım ürünleri konusunda sorun yaşanmakta. Öyle ki seçim öncesi devlet sebze meyve satmaya başlamıştı İstanbul’da. Ama üretmeden olmazdı. Oysa öyle bir tarım ve ormancılık bakanımız vardı ki, çiftçi üretmesinde ithal edeyim diye neredeyse duaya çıkacak görüntüler sergilemekte. Nerede bir tarım ve hayvancılık sorunu çıksa yanıtı hep “ithal ederiz” olmaktaydı. Tabii bu kişisel tercihi değil iktidarın politikasıydı. Bu yolla, dünyanın hiç tanımadığımız ülkelerinden olmadık tarım ürünleri ithal ederken Avrupa’daki bazı soydaşlarımıza kan kusturan ülkelerden de et ithalini müjdeli bir haber gibi ilan etmekte sakınca görmediler.

Adalet, belki de hiç olmadığı kadar üzerinde oynanan bir konu oldu. Sanırım amaç benim adaletim olsun çabasıydı. Evirdiler, çevirdiler, yatırdılar, kaldırdılar ama bir türlü içinden çıkamadılar. Cumhuriyet tarihinin en büyük kumpaslarının yapılmasına olanak sağlanan bir süreci yaşattılar. Öyle ki en sağlam dediğimiz kurumlar bile bu süreçte darmadağın oldu. Ne değerleri ne kozmik odaları ne Genel Kurmay Başkanları kaldı dağıtılmayan. Öyle ki bu süreçte siyasi iktidarın lideri bizzat bu olaylarda savcı rolü üstlenmekte bile bir sakınca görmedi. Sonra ne oldu biliyor musunuz? “Kandırıldık, aldatıldık, Allah bizi affetsin” denilip etekler silkelenip yola devam edildi. Adalet bir türlü adalet dağıtamazlığına devam etti.

Ülkemizin oluşturmak için büyük çaba sarf ettiği, yıllar alarak bir noktaya getirdiği, kalkınmanın gerçek ölçüsü olan orta direk ne yazık ki on sekiz yıllık çalışma sonrasında yok olmakla yüz yüze geldi. Halk, pazarlardan tarım ürünlerini alamaz duruma geldi. Dün kilo ile aldıklarını bugün tane ile almaya başladı. Alabilenler de şanslılardı. Herkeste borç gırtlağı geçmiş. İş bulmaktan ümidi kesenler gibi, geçim sıkıntısını atlatmakta da insanların çoğu ümidi kesmiş durumdaydı. Çarşı pazar yangın yeri gibiydi, et yemeyen çocukların sayısı çığ gibi büyüdü.

Halk sağlık konusunda da iyi başlayan süreçte, şehir dışlarına kurulan devasa yapılardan oluşan yeni sağlık politikalarında halkın sağlığı yerine şehir hastanelerini yapan müteahhitlerin kârını düşünür hale geldi.

Her yerde bir betonlaşmadır aldı başını gitti. Kalkınmanın bina ve yol yapmak olduğunu düşünen iktidar bu konuda hiçbir engeli tanımadı, tüm kaynaklarını bu işe aktardı. Sonunda yapılan bu yollar, köprüler, tüp geçitler, hastaneler, ülkenin üstüne kapitülasyon mantığı ile ömür boyu halka borç olacak bitmek tükenmek bilmeyen bir ödemenin nedeni oldu. Artık buraları kullanacak yurttaşlar değil, kullanmayanlarda bu işlerin paralarını yıllarca ödemek zorunda kalacaktı. Oysa meydanlarda iktidar: “Buraları para vererek yaptırmıyoruz ki, bu muhalefet de hiçbir şeyden anlamıyor” diyerek seçmene doğruları söylemiyordu.

İktidar artık hiçbir konuda doğruları söyleyemez oldu.

Enflasyon rakamları mı açıklanıyor, mutlaka iktidarın istediğine yakın rakamlar söylenecekti. Yoksa genel müdür gider yerine istediğini yaptıracak biri gelir.

Faiz oranları mı açıklanacak, onca uzman aksini söylerken iktidarın başı tam tersini söyler, yapmayan merkez bankası başkanını görevden alır yerine istediğini yapan bir başkan getirir. Tüm bilinen ekonomik teoriler haddini bilecek, bizim lider bu konuda da tarih yazacaktı.

Artık komşular ile barış hayal olmuş, bir yandan batıda adalar konusunda sessizliğini anlayamadığımız iktidar, güney doğumuzda komşu ülke iktidarlarını değiştirme hevesine giriyordu. Oysa bu hakka, her ülkenin kendi halkı sahip olmalıydı. Atatürk ne demişti bize: “Yurt da Sulh Cihanda Sulh”. Ama sanırım tersini yapmaları gerekiyordu bu konuda da. Olan ülke evlatlarına olmaktaydı oysa. Burada büyük oyuncu rolündeki ülkemiz her iki dünya devi ülke ile bir masada kumar oynar gibiydi. Oysa tüm kumarhanelerde kazanan, eninde sonunda kumarhane olur. Oyuncular kaybeder. Tabii ki fatura yine ülkemiz tarafından ödenecekti ne yazık ki. Suriyeli mültecilere yapılan harcamaların faturasını ödediğimiz gibi.

Doğrular konuşulmuyor, doğrular yapılmıyor bu konuda da.

Başkanlık (Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi) sistemi ile uçacak ülkemiz ne yazık ki hep dünden daha olumsuz bir durumu yaşamak zorunda kaldı.

Dün doğal gaza yüzde on indirim yapacağız diyenler, beş ay içinde yüzde on beş civarlarında iki zammı yapmaktan çekinmediler. Sadece ona mı, akaryakıta, elektriğe, alkole, sigaraya, ilaca, gıda maddelerine.

Ülkede kendi açıkladıkları enflasyon rakamları ortada iken memura ve işçiye yüzde dört ve üç gibi zamları önermekten hicap duymamaktalar.

Anneler dediler, muhalif kesimlere demediklerini bırakmazken Cumartesi Anneleri ile Diyarbakır Annelerini bıçak gibi ikiye ayırıverdiler. Hemen her şeyde olduğu gibi.

Başarı hikayeleri yazmış yıllanmış eğitim kurumlarını bir gecede yok etmekte sakınca görmüyorlar. Eğitim sistemini, müfredatı, sınav sistemini, öğretmen alımlarına kadar eğitimde ne varsa defalarca değiştirmekle, ne yapmak istediklerini sanırım kendileri de karıştırdı. Çünkü her değiştirdikleri yine kendi iktidarlarının yaptıklarıydı. Ama eğer yapmak istedikleri kaliteli, pozitif bilime dayalı ilerici eğitimi yok etmekse bunu başarmak üzereler. Yeni ders yılında Anadolu liseleri altmış kişi ile ders yaparken mahallelerde geceden sabaha imam hatip okulu yapılan kurumlarda 25 kişi ile dersler yapılmakta, bir türlü kontenjanlar doldurulamamakta. Uluslararası eğitim ölçütlerinde ne yazık ki çocuklarımız alt sıralardan kurtulamamakta, buna artık üniversitelerimizde dahil olmakta.

İktidar lideri “benim dönemimde belediyeden kimse çıkartılmadı” derken bir gün sonra muhalefet binden fazla işçinin atıldığını açıklıyordu. Aynı: “Şimdi okullarda otuz kişilik sınıfları oluşturduk” derken söylediği gibi pek çok şey ne yazık ki gerçeği yansıtmıyor.

En önemlisi bunlara gerçekten inanıyor, böyle olduğunu mu sanıyordu? Öyleyse durum daha da vahim.

Çünkü halkın karşısına çıkıp “elli milyon dolar para lazım tank ve palet fabrikası için, bunu bulamadık” demeye getirip fabrikanın satışına (işletme devri) onay verirken, devasa bir uçağı Katar’dan hediye (!) olarak ve seksen milyonluk Mercedes’leri de Almanya’dan alabiliyoruz.

Elli milyon dolar bulamadığı için silah fabrikasını başka bir ülkeye satmak durumunda kalan ülkem, oysa aynı zamanda hemen her gün elli milyon dolar faizi yabancı para babalarına (yurt dışındaki finansörler) ödemekten gocunmuyor.

Halkın doğruları bilmesi önemliydi ve her zaman önemli. Halk tüm bu olanları hak etmiyor.

Vatanına, devletine her durumda bağlı olan, bayrağı gönderlerde dalgalandığında gözleri dolan, İstiklal Marşı söylenirken hançeresini yırtarcasına bağıran ve bunlar için ölmekten asla korkmayan, yaşarken ayın sonunu güç bela getirmeye çalışan, ömrü borç ödemekle geçen bu vefalı, kadirşinas, sadık, çilekeş halka bu haksızlık neden yapılır?

Belediye başkanlarını toplayarak yeni bir sayfa açma önerisi getirilirken dahi, toplantıyı on iki Eylül tarihine denk getirip iki kez seçimde de yenemedikleri İBB başkanına ayakları eğik sandalye vererek düşmesinin sağlanması, hep bunlar haksızlık değil mi?

Haksızlık, hak yemek bu dünyada da öbür dünyada da en büyük yanlışı oluşturmuyor mu?Öyle ise neden bu haksızlıklar.

Hiçbir haksızlık, yapanın yanına kar getirmez. (17.09.2019)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık