• 28 February 2018, Wednesday 22:08
YılmazKaya Aylanç

Yılmaz Kaya Aylanç

Neler oluyor?

Yılmaz Kaya AYLANÇ

Bir hükümet kendi ülkesine böyle davranabilir mi? Her şeye karar verebilme özgürlüğünün bu kadarı hangi demokraside var? Bunun mazereti de “milli irade” olabilir mi sadece?

Öyle bir dönem yaşamaktayız ki, ileride Dünya Siyasi Tarihi dersi olarak okutulabilecek değerde ... Gözlerimizin önünde olup bitenlere kimsenin karşı çıkamayacağı öyle bir ortam yaratılmakta ki, vatan haini olarak tv’lerde anons edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalma endişesi ile sadece seyrediyor veya bir iki cılız itiraz ile yetiniyoruz ... Korku her yerde en ağır biçimde hissedilmekte. En doğru şeyleri söylerken bile insanların eğilip bükülüp lütfen cinsinden en yumuşak tonla ifade etmeye çalıştığı görülüyor. Bu nasıl bir demokrasi, bu nasıl bir ülke idaresidir!

Sıradan bir şirket veya kooperatif veya bir ‘birlik’te, diyelim ki esastan tüzük değişikliği yapacaksanız bile nitelikli çoğunluk aranır. Ya da TBMM’nde Anayasa değişikliği yapılacak olsa 376 vekilin oyu ile sağlanacak bir çoğunluk gerekiyor. Neden? Bu yapılacak değişiklik öyle katılımcıların yarısının dediği ile olamaz, diğer yarı ile onarılmaz ayrılık ve kavga nedeni olur ve haksızlıktır diye. Bu denli büyük değişiklikler ‘çoğunlukçu’ değil ‘çoğulcu’ iradeyle olursa ömürlü olur. Toplumu, birlikte ve barış içinde yaşatır. O nedenle esaslı değişikliklerde ileride kimsenin hakkı yenmesin diye, hayır diyenler azınlık olduklarını bilip karara saygı göstersinler diye, kavga nedeni ortadan kalksın diye, büyük çoğunluğun rızasının alınması esası getirilmiş ve en doğrusu yapılmıştır.

Oysa Türkiye Cumhuriyeti, yaşamsal nitelikteki bir değişiklik için referanduma giderken bu gözlerden kaçırılmış, muhalefet de bu tuzağa düşerek % 50 + 1 kişi ile ülkenin, ulusun kaderi değiştirilmiş ve ülkenin bağrında onarılmaz bir yara açılmış, Cumhuriyet temellerinden sarsılmıştır.

Şimdi her sarsıntıda duvarlarda gedikler açılmaya başlamıştır bile. Basit bir şirket genel kurulunda gözetilen hassasiyet koca bir devletin Anayasa değişikliğinde gözetilmemiştir. Vicdanlar asla bunun altından kalkamayacaktır. Tek teselli, 2019 seçimlerinde, getirilmek istenen esaslı sistem değişikliğine, referandumda hayır diyen ülkenin yarısının, bu oylarını biraz daha artırıp seçimleri kazanarak tekrar sistemi geri döndürmeleridir.

Şimdi her konuda % 50 + 1 kişi kafalara kazınmakta, demokrasi nimeti bir elde Demoklesin kılıcına dönüştürülmekte ...

Oysa bu Cumhuriyet oyla, anlaşmayla, ihale ile kurulmadı. Binlerce insan kanını dökerek bu toprakları vatan yaptı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulan ve kuruluşunda ortaya konan irade ve devrimlerin % 50 + 1 oy ile değiştirilmesi zaten mantığa ters olduğu gibi aklı başında hiç kimsenin kabul edebileceği bir şey değildir. Zaten bu sonuç ülkenin yarısının içine sinmemiş, kabul görmemiş bir durumdur. Kaldı ki beğenilmeyen iktidar sandıkta muhalefete düşürülebilir ama yapılan referandum ve ortaya çıkan sonuç kalıcı olacaktır ki buradan da baktığınızda bir terslik vardır. Bu yara her geçen gün büyür, küçülmez.

***       ***       ***       ***

Başka bir konu da, fetö kalkışmasının günümüzde geldiği durumdur. Burada da sap ile saman ayırt edilemez durumdadır. Vaktiyle aklı başında herkesin uyardığı, sayfalarca yazılar - kitaplar yazdığı, başa bela olacaktır dediği cemaat, iktidarın koruyucu ve kollayıcı kolları arasında devletin en ücra köşelerine kadar sızabildi, tüm kademelere yerleşebildi, tüm kararlarında etkili olabildi. Onunla mücadele etmek isteyen herkes devletin tokadını yedi, hapislere atıldı, hayatları karartıldı. Öyle ki, bu uğurda ülkenin en mükemmel kurumu olan orduya bile hiç acımadan ciddi hasarlar verildi. Bu konuda faaliyette bulunan herkese iktidar yardım etti ve hatta “bu davanın savcısıyım” diyecek kadar destek olundu. Gelinen noktada, darbeci cemaat, arkasında koca bir yıkıntı bırakarak, ülkeye yıllara sari olacak insan ve kurum hasarı bırakarak şimdi yaptıklarının cezasını çekme aşamasına geldi. Peki bu konuda yapılan mücadele ne kadar doyurucu? “Telefonlarda bulunan bir program darbecilik suçlaması için yeterli” diyen üst mahkemeye rağmen MİT tarafından tespit edilen bu liste hükümet tarafından hiçbir zaman açıklanmadı. Zaman zaman bu listeden tutuklanmalarla işlem yürütülmekte. Ancak bunun bir korku salma aracı olarak kullanıldığı düşüncesi de insanın aklına gelmiyor değil. Korku bu konuda da topluma hakim. İşadamından tutun, milletvekiline, sokaktaki yurttaşa kadar bu korku yaşanabilmekte. Kimsenin OHAL kapsamında anormal şartlar altında kendisini savunma hakkı bile belli zamana yayıldığı düşünülürse, herkes korkmakta haklı gibi. Burada beklenense: Samimiyet ve bağımsız yargı.

***       ***       ***       ***

Şimdilerin en ilginç konularından biri de, ‘Kim terörist?’ diyalogları …

Sen şuna terörist der misin? Evet onlar terörist ...

Peki sen şuna terörist der misin? Evet onlar terörist ...

Memleket bir yandan sınır ötesindeki operasyonda vatan evlatlarını, yanlış politikalar sonucu ortaya çıkan-büyütülen sorunlar nedeniyle kaybetmekte, bir yanda halk ağır vergiler ve hayat pahalılığı altında çaresiz bir suskunluğu yaşamakta, ülkemiz hiç olmadığı kadar dış dünya ile kavgalı, işsizlik almış başını gidiyorken, siyaset dünyamızın tartışmasına bakın: Şuna/buna terörist der misin, demez misin!.. Bu soruyu ‘muhalefet’in değil de iktidar partisinin sorabiliyor olması şaşırtıcı değil mi sizce de?..

Bugün seçilen kişi olarak milletvekilleri bile korku içinde olduklarını söyleyebilmekteler. İşadamları alkışlamak zorunda, eleştiren birini göremezsiniz, faizler mi yüksek, vergiler mi ağır, ihalelere mi giremiyorlar, kimse sesini yükseltemez. Yargıya güven hiç olmadığı kadar negatif. Eğitim bir felaket. Esnaf kan ağlıyor. Ancak tüm hükümet üyeleri medyada nerdeyse 24 saat müthiş işler yapıldığını, ekonominin şaha kalktığını, her şeyin mükemmel olduğunu anlatıyorlar. Kurum ve kuruluşları bir tarafa bıraktım, sokaklarda itiraz eden var mı? Ederse polis gücü karşısına çıkarılıyor. Daha fazla itiraz olursa savcılar harekete geçirilip tutuklanabiliyor, bu da yetmezse kanunla kurulmuş kurumlarının başındaki ‘Türk’, ‘Türkiye’ isimlerinin kaldırılması girişimlerine kadar gidilebiliyor. Bu korkutan söylemler ve uygulamalar ülkemizi nereye götürür endişe etmekteyiz.

Neler söylendi neler … Haziran 2015 seçim sonuçları nedeniyle ülke kaosa, pahalılığa, teröre mahkum olur denilip seçimleri Kasım 2015’te yeniledik. İnsan ister istemez soruyor: Terör bitti mi? Huzur geldi mi? Ülke normalleşti mi?

O seçimle, iktidar yeniden tek başına iktidar oldu. Ardından referandum ile ülkede sorunlar bitecek, koalisyonlar sona erecek ve her şeyi çok hızlı yapacağız deyip Cumhuriyetin kuruluş prensiplerini % 50 + 1 kişi ile değiştirme hakkı elde edildi, daha uygulama başlamadan koalisyon çalışmaları başladı, ‘milli ve yerli ittifak’ adı altında görüşmeler yapıldı, kanun teklifi verildi!

Ülkemiz hak etmediği bir süreci yaşamakta. Hükümet tarafından yapılan hemen her önemli konuda sonradan aldatıldık, kandırıldık, yanlış yapmışız, hata yaptık açıklamaları bu Cumhuriyetin hak etmediği bir durumdur.

En kısa zamanda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu, ilkelerini koyduğu devrimlerine bağlı, laik, demokratik bir hukuk devleti olmak için yurtta sulh cihanda sulh ilkesini yaşatmaya devam edilmelidir.

Bir ülkenin yöneticileri ülkeyi; halkı, ulusu, vatandaşı için yönetiyorsa dediklerinin arkasında, yaptıklarının yanında dururlar, bedeli neyse de öderler. Yok kendileri için yapıyorlarsa her şey, o her şey her an değişebilir, tersi yapılabilir, ak denilene kara, kara denilene ak denilebilir, o uğurda yapılacak her şey mübah olur.

Bu ise demokrasi değildir!

(10.02.2018)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık