• 14 April 2021, Wednesday 11:56
YılmazKaya Aylanç

Yılmaz Kaya Aylanç

Şimdi Cesaret Zamanı …

Anayasamızda yazıyor olmasına karşın, ülkemizin gittikçe demokrasiden uzaklaştığı zamanları yaşamaktayız.

Özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildikten sonra bu süreç çok daha hızlı ilerlemekte ve her seferinde daha güçlü bir demokrasi karşıtı karar ve eylemleri gündeme getirmektedir.

Birlikte anımsamaya çalışalım;

 Ülkemiz için son derece önemli olan ve sistem (rejim) değişikliği anlamına gelecek referandumda kullanılan oyların bir kısmında ‘mühürsüz zarflar’ kullanıldı. Referandum sonuçlarının çok yakın olduğu ve sonucu etkileyecek adette bir sorun olduğu halde YSK tarafından oylama sırasında daha önceki kurallara aykırı olarak bu zarflar ile kullanılan oyların geçerli olduğu açıklandı. Bildiğiniz gibi yüzde 52’ye yüzde 48 gibi bir sonuçla sistem değiştirilmiş ve tek adam rejimine geçilmiş oldu. Oysa önemli kararlar veya Anayasa değişikliği içeren maddeler için bile TBMM’nde belli oy farkı aranmaktadır. Referandumda ise ‘yüzde elli’den bir oy fazlası ve de mühürsüz oylar karar için yeter oldu.

Bir başka önemli demokrasi sarsıntısını ise son yerel seçimlerde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde yaşadık. İktidar partisi yetkililerince “ne olduğunu bilmiyoruz ancak bir şeyler oldu” denilerek seçim sonuçlarına itiraz edildi. Önemli olan burada, bir zarfa konulmuş olan 4 oy pusulasından seçimleri kaybettikleri büyükşehir belediye başkanlığı  pusulasına itiraz etmeleriydi. Onlara göre, diğer 3 oy pusulasında bir sorun yoktu, çünkü onları kazandılar, ancak büyükşehir seçimini az bir farkla da olsa kaybettiklerinden o pusulada sorun vardı. Bu itiraza çocuklar bile gülüyor olsa da iktidarın baskısı ile Yüksek Seçim Kurulu bir kez daha seçimlere müdahale edip Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini iptal etti. Ancak vicdan sahibi pek çok İstanbullu, bu akla ve vicdana sığmayan yanlı davranışa tepkisini sandıkta göstererek çok büyük bir fark ile seçimi yine aynı adaydan yana yaparak Ekrem İmamoğlu’nu bir kez daha seçtiler.

İktidar, elde ettiği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini, demokrasiyi istismar edercesine her şeyi yapabileceği bir çerçeveye oturtmuş ve kendilerini eleştiren her kesimi de en kısasından “terörist, darbeci” diyerek bertaraf etme yoluna gitmiş olup bu tutumunu sürdürmeye devam etmektedir. Baroların birden fazla olabilmesine olanak sağlamak gibi, sendikalar kanununda yapılan değişiklikler, ihale kanunun defalarca değişmesi vb. gerek KHK ile veya Meclis eliyle kanun yapma gücünü kullanmak suretiyle her konuda toplumun tümünü ve geleceğini, refahını, eşitliğini, mutluluğunu gözeteceğine, yandaş küçük bir zümrenin geleceğini düşünmeyi tercih etmiş ve etmektedir.

Öyle ki, alınan kararlar sonucu toplum fakirleşirken, yandaşlar inanılmaz zenginleşmeye, 3-5 yerden maaş almaya devam etmekte. Devlet ve zor şartlarda yaşamaya çalışan geniş halk yığınları borçlanırken, az sayıda yandaş işadamı inanılmaz servetler kazanmaya devam etmekte. Yap İşlet Devret modeli ile devletten para çıkmıyor diye halka anlatılan köprü, otoyol, geçit, şehir hastanesi, hava alanı gibi garanti kullanım verilerek yaptırılan yatırımlar, maliyetlerin 3-4 katına ihale edilip bir de döviz üzerinden yapılarak devletin, dolayısı ile halkın 25-30 yıl daha borç ödemesine neden olunmaktadır. Bu ödemeler nedeniyle bu salgın sırasında tüm devletler hibe olarak halklarına destek olurken ülkemiz iktidarı maalesef az bir hibe ve daha çok banka kredileri ile halka destek olmaya çalışmış, bu durum ise ödenemez borçlar yaratarak halka daha büyük zulüm olmuştur.

Demokrasi ayıpları saymakla bitmiyor; bir başka örnek ise TBMM’nde tüm partilerin katılımı ile imzalanmış Uluslararası ‘İstanbul Sözleşmesi’nin bir gece yarısı tek imza ile feshedilmesidir. Anayasa ve yasalarımıza rağmen “ben yaptım” oldu anlayışı kabul edilebilir mi? Bunun üzerine Meclis Başkanının, bir soru üzerine “gerekirse Montrö antlaşmasını da fesih edebilir” demesi (sonradan bu cevabını geri çeken anlamda bir açıklama yapmıştır), bu ve benzeri konuların üzerine tüy dikmek değildir de nedir?

Yine bir gece yarısı ülkemiz vatandaşlarının her birinin hakkı olan ormanlar, kıyılar, meralar, kışlaklar gibi vatan topraklarının turizme teşvik adı altında yine Cumhurbaşkanına bir tek imza ile istenilen tasarrufu yapabileceği yetkileri veren torba yasa kabul edilmiş oldu.

Bu ve benzeri örnekleri çoğaltmak mümkün. Kanal İstanbul’u ille de yapacağız demesinden, Ayasofya imamının çıkışlarından tutun da, tarikat ve cemaatlerin devlette yapılanmaya devam ettiklerine dair haberler güç geçmiyor ki basında yer almasın.

İktidarın durumunu, yaptıklarını bir parça da olsa ortaya koyarken asıl konumuz olan soru şu, peki muhalefet ne yapıyor?

Daha önce eleştirilerimiz, “yaptığınız sadece Salı günleri grup konuşması ile muhalefet olmaz” demekti. Yaklaşık bir yıldır muhalefet sokağa çıkmaya ve halkın taleplerini ilk ağızlardan öğrenmeye başladı. Bunun, gündeme özellikle ekonominin oturması için ne kadar etkili olduğunu gördüler. Bugün pek çok muhalefet parti başkanı ve vekilleri ülkenin çeşitli kentlerinde sokak sokak gezmekte. Bu çalışma bile bir süre sonra yapılan anketlerde kendini gösterdiği gibi iktidarın ciddi kan kaybetmesine neden oldu.

Ancak yeter mi?

Yetmez! Yukarıda verdiğim birkaç örnekte de olduğu üzere bu gidişe seçim ile dur demek adına, halkın peki ne, nasıl, kimler sorularına yanıt verecek organizasyonları da yapmak ve bunu halk ile paylaşmak doğru olacaktır. Yarım ağızla eleştirmek ve bazı şeyleri ima ederek yapmaya çalışmak yetmiyor.

Muhalefetin gerçekten bir araya gelerek bu gidişe dur demesi için kimler bir arada, korkmadan çekinmeden ortaya koymaları gerekiyor. Bir masa etrafında oturmaktan çekinmemeleri gerekir.

Peki ne adına oturacaklar bu masa etrafında onu da ortaya koymalılar. ‘Biz ne için bir aradayız’a yanıt olacak ortak düşünceyi yazarak altına imzalarını atmaları ve “bu nedenlerle bir aradayız, bu işleri yapacağız ve bunu şu şekilde yapacağız” demeleri gerekiyor. Kısaca bunun yanıtı “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, Gerçek Güçler ayrılığı tesisi ile Bağımsız-Tarafsız Yargı, Güçlü Parlamento, Sorumlu İktidar (Hükümet), Tarafsız Cumhurbaşkanı ve tabii ki bunun yol haritası.

Yine başka bir masa etrafında da ülkede iktidarı ele aldıklarında her gelen iktidarın “darbe anayasası” deyip tam olarak değişmeyen-değiştirilemeyen yeni bir sivil anayasa yapmak olmalıdır. Bunun da ana hatlarını ortaya koyan bir metni hazırlamalı ve imzalamalıdırlar.

Tüm bu hazırlıklar ve imzalanan belgeler ile halkın karşısına çıkılarak bizler ülke yönetimine talibiz demeleri pek çok vatandaşın içine su serpeceği gibi, mevcut iktidarın ezdiği geniş halk kitlelerinin umudunu yeniden yeşertecektir. Halk güvenebileceği bir dalın olduğunu görerek geleceğe umutla bakabilecektir. Tüm bu süreç, ilk seçimde karşılığını bulacak ve özlenen demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak öncelikle halkın ihtiyaçları karşılanacak, gençlerin ülkelerinden gurur duymalarına neden olacak ve ülkemiz çağdaş ülkeler arasında saygın yerine tekrar dönecektir.

Bunun için muhalefetin; “acaba, belki, sonra, birileri ne der” demeden, korkmadan cesur bir şekilde ne yapacaklarını ve kimlerle yapacaklarını ortaya koymaları yerinde olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, saygın bir ülke olmayı, vatandaşlarımız da çağdaş ve refah içinde mutlu bir şekilde yaşamayı fazlası ile hak etmektedir.

Bu seçim, demokratik ve laik hukuk devletinden, eşit yurttaşlık haklarından yana olanlar ile olmayanlar arasında geçecektir.


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık