• 01 June 2020, Monday 10:21
YılmazKaya Aylanç

Yılmaz Kaya Aylanç

Yemin …

Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın tarih kader anlarını belirterek yazıma başlamak istiyorum.

20 Ocak 2017- yeni rejime ilişkin Anayasa değişikliğinin TBMM’de oylanması. Halk oyuna sunulabilmesi için 5 te 3 olan en az 330 oy alınması gereken oylamada teklif 339 oy ile kabul edildi. Ana muhalefet partisi CHP oylamada gizli oy şartı yerine getirilmedi diyerek itiraz etse de sonuç değişmedi.

16 Nisan 2017- Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini getirecek olan Anayasa değişikliğinin halk oyuna sunulması, yani referandum. Sonuçlar evet yüzde 51,4 hayır yüzde 48,5. Bu kadar yakın bir sonucun olduğu oylamada YSK, henüz oylama devam ederken “mühür olmayan zarflar da sayımda geçerli olacak” diye bir karar açıkladı. Ve TBMM de bu kanunun halkoyuna sunulabilmesi için 5’te 3 olan oy sağlanması şartı varken, bu denli önemli bir karar halk oylamasında yüzde 50 artı bir kişi yeter diyerek oylandı. Sonuçta yeni sistem halk tarafından kabul edilmiş oldu. Ve bu sistem ile uçacağız, her şey çok daha iyi olacak, engeller kalkacak, refah egemen olacak denilerek yeni bir yönetim şekli halka kabul ettirilmiş oldu. Bununla artık bir partinin lideri aynı zamanda Cumhurbaşkanı olabilecekti. Yani partili Cumhurbaşkanı. Yani her şeye karar verebilen tek adam.

Şimdi sıra Cumhurbaşkanını seçmeye gelmişti.

24 Haziran 2018- Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Cumhurbaşkanlığını Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan oyların yüzde 52,59’unu alarak kazandı. Yeni sistemin tek adamını da seçmiştik.

9 Temmuz 2018- yeni sistemin tek adamı Cumhurbaşkanı TBMM’de yemin etti.

Buraya kadar hafızalarını tazelemek isteyen bir ülkenin kaderini derinden etkileyen çok önemli referandum ve seçimin oranlarını da ortaya koymak istedim.

Bu oranlar halkın içine sinmiş olabilir mi?

Bu oranlar, konunun ağırlığını taşıyacak ve yarınlarda tekrar açılmamak üzere sindirilebilecek oranlar mı?

Yoksa vatandaş nezdinde her zaman huzursuzluk konusu mu olacak?

Sonuçta, seçilen Cumhurbaşkanı 9 Temmuz 2018 tarihinde mecliste yemin etti.

Lütfen yemin metnini dikkatle okumanızı rica ederim.

“Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasa, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine and içerim.”

Bu yemin ile yeni sistemde her şeye muktedir olan, yani neredeyse tek adam olan Cumhurbaşkanı bu görevi TARAFSIZLIKLA yerine getireceği üzerine yemin etmekte.

Sizce gerçekten bu yemine sadık davranmakta mıdır?

Bir soru daha.

Sadık davranmazsa ne olacak?

Neyse, sizler bu soruları düşünürken biz konumuza dönelim.

Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi Başkanı Sayın Erdoğan yaklaşık iki yıldır ülkedeki her şeye hakim bir iktidar sürdürmekte. Önünde hiçbir engel yok. TBMM’nin görevi olan yasa çıkarma yetkisi yeni sistemde Cumhurbaşkanı’na da geçmiş, KHK ile Cumhurbaşkanının karar alabilme olanağı/yetkisi bulunmaktadır. Bu kararlara karşı ne yargı ne meclis ne de başka bir engel söz konusu değil. Bu nedenle dünyadaki en güçlü lider diyebiliriz. Böylesi bir yönetme konforuna sahip başka bir lider yok.

Öyleyse hiç engeli olmayan Cumhurbaşkanının şikayet edebileceği bir durum olabilir mi?

Peki bu denli sınırsız yetki ile yönetilen ülkede her şeyin yolunda olması gerekmez mi?

Şu an Türkiye Cumhuriyeti her konuda iyi mi? Bence değil! Neden?

Şimdi size, tarafsız Cumhurbaşkanının son zamanlarda pandemi açıklamalarından biri sırasında yaptığı konuşmadan bazı bölümler getireceğim.

Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı şöyle diyor, “Ülkemizde maalesef tek parti döneminden beri bu millete maddi manevi zulmeden bir anlayışın örnekleri ile karşılaşıyoruz. Milli irade, demokrasi, hak, hukuk, adaleti, sandığı hazmedemeyen bu faşist zihniyet halâ vesayet, darbe, cunta özlemiyle yanıp tutuşuyor. CHP’li yöneticilerin son bir haftadaki beyanlarını alt alta koyduğumuzda ortaya çıkan tablo bize bunları söylüyor. Demokratik yöntemler ile iktidara gelmek yerine darbe ile ülkenin yönetimini gasp etme hevesi ile hareket edenler 15 Temmuz’da milletten aldıkları derse rağmen aynı yolda yürümekte ısrar ediyor. Gerçi bunların kasetle göreve gelmiş genel başkanları da yıllardır aynı yöntemleri kullanıyor. Yardımcılarına, il başkanlarına, hal böyle olunca diyecek söz bulamıyoruz”.

“CHP yöneticileri ile aynı zihniyetin medyadaki mensuplarını ve diğer muhalifleri buradan bir kez daha ikaz ediyorum. Beyhude yere uğraşmayın, Türk Milleti sizi ne o sandıktan çıkartır ne de sırtınızı yaslamaya çalıştığınız darbecilere fırsat verir. Siz bu milletin tarihine, kültürüne, gönül dünyasındaki sızılara saygılı değilsiniz. Bu ülkede ne kadar bozguncu, sapkın ve azgın varsa onlarla bir oldunuz, asla milletin safında yer almadınız. Sizin tarihi, ahlaki nirengi noktanız, acıdan beslenen yaratıklar gibisiniz. Bu millete en küçük faydanız olmadığı gibi verdiğiniz zararların haddi hesabı yok”.

Yemini anımsıyorsunuz değil mi?

Ne diyordu yeminde “Anayasa, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma”.

Özellikle son yıllarda muhalefetten demokrasi çağrılarını duymaktayız. Varsa neden durmadan demokrasi vurgusu yapılmakta? İktidar olduklarında öncelikle özgürlükleri ele alacaklarını düşünce suçlularını hapisten çıkaracaklarını niye söylemekte muhalif olanlar.

Yine Cumhurbaşkanı yemininde ne diyordu, “insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma”. En temel hürriyetlerden biri, düşündüğünü korkmadan ifade edebilmektir değil mi? Bunu rahatlıkla yapabiliyor musunuz? Yoksa yaparsam başıma neler gelebilir deyip vaz mı geçiyorsunuz? Çok haksız değilsiniz.

Cumhurbaşkanı yeminine devam ediyor, “üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine and içerim.”

‘Tarafsızlıkla’! Dikkatinizi çekerim: ‘tarafsızlıkla’ ... Bu ne demek, her kesime, düşünceye, gruba aynı mesafede olmak, onlardan biri lehine ağırlık koymamak denebilir. Sayın Cumhurbaşkanı öyle mi yapıyor sizce?

Yoksa sadece Adalet ve Kalkınma Partili belediye başkanları ile görüşüp muhalif belediye başkanları ile görüşmüyor mu? Yine muhalif belediye başkanlarını çalıştırmayacaklarını mı söylüyor. Sırf çalıştırmamak için belediye meclislerindeki çoğunluğu ile yapılacak yararlı işleri bile önleterek dediğini mi yapıyor. Yani Sincan Polatlı gibi Ankara ilçelerinin yıllarca kanserojen asbest içeren içme suyu borularını değiştirecek olan Büyükşehir Belediyesine mecliste bu projeyi yapamasın diye alacağı borçlanmaya ret oyu mu ver diyor. Her kesin can derdine düştüğü salgın günlerinde muhalif belediyelerin fakir fukaraya yapmaya çalıştığı yardımların bile kesilmesine neden olan ne varsa yapmaya mı çalışıyor?

Çanakkale savaşında yaralı düşman askerini kendi siperlerine taşıyan askerimizin gösterdiği insanlık günlerinden, kendi halkının önemli bir kısmını, yaklaşık yarıya yakınını temsil eden siyasi muhalefete olmayacak sözler söylenen, yine kendi halkının fakirine yardım eden sırf muhalif belediye diye önüne kesen günlere geldik. Tabii ki takdir Yüce Türk milletinindir. Her zaman olduğu gibi.

İktidarın, tüm güçleri elinde bulunduruyor olmasına rağmen ülkeyi yönetemediği artık gün gibi ortaya çıkmıştır. Bugüne kadar geldiği yol var olan servetin, satılacak pek çok şeyin olması sayesinde olmuş, ancak miras yedi misali Cumhuriyetin 100 yıllık varlığını 18 yılda yiyip bitirmişlerdir. Üretmeyen ve önemli bir sayıdaki vatandaşının borç içinde olduğu bir ülkede artık yeni söz bulunamamaktadır.

Böyle olunca da yapacak az bir şey kalmış ya vatan ya cami ya bayrak, o da olmazsa “darbe” lafları ile halkın kafasını karıştıracaklarını sanmaktalar.

Ancak halk artık bu söylemleri ciddiye almamaktadır. Halk dertlidir. Halk bugüne kadar sabretmiş, devletine, yasalara bağlı biçimde elinden geleni yapmıştır, yapmaya devam etmektedir. Ancak ne anlatırsanız anlatın aç bir insana ekmek vermezseniz gerisi hikayedir. İş mideye kadar gelmiştir.

O nedenle toplum sandığı beklemektedir. Sandık önüne geldiğinde de mevcut iktidarı değiştireceği kesin gibidir.

Zaten iktidar da durumun böyle olacağını tespit etmiş olmalı ki bir yandan muhalefete olmadık konular açarak ekonomik sıkıntıların konuşulmasını önlemekte, diğer yandan seçilebileceği yasal düzenlemeleri yapma çabaları içine girmekte.

Bunlardan bazıları, yeni partilerin seçime girişlerini engellemeye dönük olurken, bir diğeri yüzde elli oranının aşağıya çekilmesi.

Tarafsız olma, hukukun üstünlüğünü ve adaleti eşit şekilde uygulayacağı sözü üzerine yemin eden sayın Cumhurbaşkanı şimdi tüm enerjisini ekonominin içinde bulunduğu dar boğazı aşmak ve yeniden seçilme şartlarını hazırlamak için tüketmektedir.

Bu konuda bir ilçemizin muhalefet gençlik kolları başkanı bile olsa konu, buraya müdahale edebilmektedir.

Ya da bir ilimizdeki birkaç camiden yayınlanan müzik yayınını muhalefete mal edecek söylemlerde bulunabilmektedir. Ancak mızrak çuvala sığmamaktadır. Vakit gelmektedir.

Neredeyse 100 yıllık Cumhuriyetimiz ve 74 yıllık çok partili kör topal demokrasimiz yeni bir sınav verecektir. Belki de şimdiye kadar hiçbir iktidar koltuğa bu kadar angaje olmamıştır. Neredeyse parti devlet olmuştur. Tüm kadroları ile ve kurulları ile Adalet ve Kalkınma Patisi bugün kaymakamlara, valilere kadar tüm devlet kadrolarına tam anlamı ile hakimdir. Mevcut ve kurduğu tüm kurumlar ile devletin her noktasındadır. Getirilen yeni sistem ile de her konu tek bir yönetimin talimatına göre yaşamına devam etmektedir.

Bu güç ve her şeyin kendinden sorulması, her şeyi sadece biz biliriz durumu vahim bir tablodur.

Ancak daha vahimi bu durum bir seçim yenilgisi sonrasında demokratik bir olgunluk ile sahip olduğu her şeyi bırakır ve yeni gelenlere devredebilir mi?

Asıl yanıt bekleyen ve fakat dillendirilmeyen durum budur.

Bu kanaat nereden oluştu, derseniz ilki, referandum da YSK’nın mühürsüz oyların sayılmasına, oyun oynanırken kuralı değiştirerek onay vermiş olması, diğeri ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini “bir şey oldu ama” diyerek hiçbir geçerli neden bulamadıkları halde aynı zarftaki dört pusuladan sadece büyükşehir belediye başkanı seçimini iptal ederek seçimi yenilemesi olmuştur. Sanırım bu iki konu normal demokratik seçimlerde pek göremeyeceğimiz cinsten olaylar olsa gerek.

Burada tüm olumsuzluklara rağmen düşüncemi belirterek yazımı noktalamak istiyorum.

Bu Cumhuriyetin nasıl doğduğunu biliyorsak, ilelebet payidar kalacağına olan inancımızı da diri tutmalıyız. Tüm badirelere rağmen bugüne gelmiş olan demokrasimiz çok daha gelişerek gelecek kuşaklara devredilecektir. Halkın önemli bir kısmının bu inançta olduğunu düşünüyorum. 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık