• 07 December 2018, Friday 8:08
YılmazKaya Aylanç

Yılmaz Kaya Aylanç

Umutsuzluk yok, her şeye rağmen …

Aklı başında işlerin olmadığı ülkelerden biri olduk çıktık. Gerçeklerin, toplumun en azından bir kısmı için hiç geçerliliği yok. Onlar bu konularda bir liderin ne dediği ile daha çok ilgileniyor ve onun dediğinin doğru olduğunu düşünüyorlar, inanıyorlar!

İnanç, gerçeklerin önüne geçebiliyor.

Ülkeyi yönetenlerden veya yönetme iddiasında olanlardan öyle şeyler duyuyoruz ki, akıllara zarar. Bunları sokakta normal vatandaş konuşsa ve haklarında şikayet olsa öyle sanıyorum ki soluğu mahkemede alırlar ve mutlaka cezai bir sonuç ile karşı karşıya bulurlar kendilerini.

Kulaklar duyuyor da, sen gel ister inan, ister inanma. TBMM grup salonu çın çın çınlıyor:

“Şişli, Beşiktaş, Kadıköy gibi yerlerin seçim sonuçlarına bakın. Türkiye yansa da, şaha kalksa da BUNLARIN umurlarında değil. Halbuki BUNLAR, Türkiye’nin kaymağını yiyenlerdir. Halbuki burada yaşayan sağduyulu vatandaşlarımız bunların, CHP sayesinde değil, hükümetin ve büyükşehrin sayesinde öyle olmuştur. Kadıköy’den Pendik’e belediyenin raylı sistemi ile değil, büyükşehirin raylı sistemi ile gidiyorsunuz …”

Halkı böle böle, birbirlerine düşüre düşüre nereye kadar gideceğiz Allah aşkına? Oralarda oturan vatandaşlar devlete vergilerini veriyorlar mı, veriyorlar. Kanunlara uyuyorlar mı, uyuyorlar. Tabii ki bu ülkenin veya belediyelerin hizmetlerinden yararlanacaklar.

Bu hizmetleri ne hükümet ne de belediyeler ceplerinden yaptırmıyorlar. Hepsi son kuruşuna kadar bu vatandaşın paraları ile yaptırılıyor. Ayrıca bu hizmetleri yaptıranların maaşlarını da bütün vatandaşlarımız veriyor. O nedenle hiç kimse yapılanları bir lütuf gibi söyleme veya ima etme ayrıcalığına sahip değildir.

Bunlar son derece yanlış söylemlerdir. Bizim barışa ve refaha ihtiyacımız var.

Bu tip konuşmaların ardı arkası kesilmiyor ki.

Bir başka iktidar milletvekili, genel kurul salonunda kürsüden, normal hiçbir vatandaşımızın etmeyeceği lafları sadece bir konuda partisini savunmak için bütün değerleri bir tarafa bırakarak, o insanların korumaya muhtaç çocuklarımız olduğunu da unutarak mikrofona bağırıyor:

“19 milyona yaklaşan orta öğretim öğrencisine sahibiz. Bu kadar öğrencinin olduğu yerde zaman zaman beklemediğimiz hadiseler, müessif hadiseler olabilir …”

Halâ savunmaya çalışıyor ya, insan tüm hücrelerine kadar titriyor. Nasıl böyle davranabilirler? Ne uğruna? Uğruna savundukları şey çocuklarımızdan da mı önemli?

Sorular çok, yanıtlar yok!

Onlarca çocuk tarikat yurtlarında yanıyor, cinsel tacize uğruyor, istismar ediliyor ve hepsinde koca koca insanlar sırf iktidar tarafında olup sorumlulukları olduğu için kendilerini savunuyorlar.

Çok merak ediyorum, muhalefette olsalardı da yine iktidarın yanında olup “böyle müessif hadiseler olabilir” derler miydi?

Hiç sanmam, ortalığı yıkarlardı. Ama şimdi “evlatlarımıza ne olduğunu en yüce kurum olan TBMM araştırsın” denmesine bile tahammül edemeyip bu ve benzeri tüm önergeleri reddetmekteler.

Tabii bu vebal ve kul haklarını da yanlarına alarak.

Bu iktidarın çocuklarımız ile ilgili sabıkası o kadar kabarık ki. Doğru bir yaklaşım ve gerçek bir adalet olsa sanırım mahkemeler bunları yargılamaktan başka yapacak iş bulamazlardı.

Birkaç olayı hemen paylaşayım, bir yurtta en az 10 öğrenci kendilerinden sorumlu öğretmen tarafından tacize uğrar. Olay bir çocuğun yaşadıklarını bir psikoloğa anlatması ve o psikoloğun konuyu yetkililere bildirmesiyle ortaya çıkar.

Başka bir yurtta 45 çocuğa tecavüz edilir, dönemin bayan (anne) bakanı “bir kereden bir şey olmaz” der. Konu hakkında verilen gensoru ise diğerleri gibi iktidar partisi baba ve anne milletvekillerince reddedilir. Bu konuda bakan ve muhalefet partisi arasındaki polemik ise iktidar partisinin bir ilçesindeki  gençlik kolları başkanı tarafından şu ifade ile savunulur: “93 yıllık garabetin çocuğu, Atan ne ki sen ne olacaksın …”

Bu laflar kavgada söylenmemeyi bir tarafa bırak, bizler büyüklerimize kızsak da saygı duyar ve susmasını bilirdik. Şimdi ise toplumsal olarak ahlaki bir erozyon ile karşı karşıyayız. Bu erozyon en az iklim değişikliğinin dünyada yarattığı tahribat kadar ülkemiz üzerinde etkili olmakta. Gelecek de bunun üzerine inşa edilmekte ne yazık ki.

Şimdilerde camilerimizde seçim çalışması yapan muhtar, belediye başkanı görmeyi neredeyse kanıksadık. Bu durumun kime faydası olacaksa.

Son olarak da ülke tarihinde yaşanan en büyük kumpas mağdurları olan Ergenekon mağdurlarına değinmek istiyorum. Ve tabii o tarihlerde iktidar yöneticilerini, milletvekillerini, âkil adamları, yazarları ve sanatçıları düşünüyorum.

Aklımda kalan birkaç cümleyi paylaşmak isterim.  Bir bakan “tarihin en büyük hesaplaşması” demişti. Sanırım hesaplaşacak bir Cumhuriyetimiz var onunla mıydı acaba? Bir diğeri “Hizaya soktuk” demişti. Kimdi hizaya sokulan, hapse atılan koca bir ordunun genel kurmay başkanı mıydı acaba? Yine çok yetkili, kurucu bir vekilimiz de “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” demiş, hemen arkasından kozmik odayı açmaya varan suikast iddiasıyla koca bir devletin gelecek savunma planları ve onca insan deşifre olmuştu. O insanların tamamına yakınının ispatı olmasa da hayatını kaybettiğini söyledi sonraları. Tabii bunca olan savcı olmadan olamazdı ve maalesef bu komplonun “savcısıyım” diyen bir siyasiyi de bu ülke gördü, duydu ve yaşadı.

Şimdi kendilerini nasıl hissediyorlardır acaba?

İnsan bunca söylediğini, yazdığını nasıl hazmedebilir. O etse de adalet, o söylenen ve yazılanlara ne der. Hak kul hakkı olunca, onu taşımak nasıldır acaba?

Şehirleri berbat edip “yanlış yaptık, ihanet ettik” diyebilirsiz. Ülkeyi karanlığa sürükleyen din tüccarları ile birlikte olup “ne istedin de vermedik” deyip “Allah affetsin bizi” diyebilirsiniz. “Bu üniversiteleri, fakülteleri çok yanlış açmışız” diyebilirsiniz. Geleceğimizi ipotek altına alan gelir garantili hastane, yol, köprü v.b yatırımlar da yapabilirsiniz.

Bir şekilde hepsi telafi edilebilir; ya ahlaki çöküş!

Andımıza dahi tahammül edilemeyen günleri yaşamaktayız.

Oysa evinden para çıkan devlet memuru için “evinden para çıktı diye insan suçlu olamaz” diyenler, çıkan paranın 45 milyon Amerikan doları olduğunu biliyorlardı.

Ama son günlerin popüler tarım ürünü soğanı depolarda muhafaza ettiğini söyleyenler için TBMM’de milletvekillerine siyasi irade şöyle sesleniyordu: “hesap verecekler, basın depoları!..”

Ülkemin bu günleri de geride bırakacağına, doğru ve ahlaki anlayışa, evrensel demokratik değerlere sahip çıkacağına, Atatürk ilke ve devrimlerinin ışığında üreterek, barış içinde tekrar yaşama döneceğine olan inancımı muhafaza ediyorum.

(03.12.2018)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık