• 03 April 2020, Friday 11:21
YılmazKaya Aylanç

Yılmaz Kaya Aylanç

Şimdi sıra devlette * …

Bugünlerde hepimiz evlerimizde mecburi bir karantina içindeyiz. Her ne kadar devlet böyle bir tedbiri almayı uygun bulmadıysa da her akşam sağlık bakanımızın dediklerinden “herkes kendi OHAL’ini kendi yaratsın”dan bunu anladık.

İlaç yok, aşı yok, tehlike çok. Pek çok uzmanın da dediği gibi ”evde kal, ellerini yıka”. Böylece ev günlerimiz başlamış oldu.

Peki de; evde oturabilmek için kiranın ödenmesi, yiyeceklerin alınması, ilaçların temin edilmesi, okul taksitleri, vergiler, bunun gibi pek çok ihtiyacın karşılanması gerekmekte.

Kim karşılayacak bunları?

Bunları alabilmek için parayı kim verecek?

Bu iki temel soru ortadayken her akşam “evde kal hayatta kal” deniyor ya. İnanın bozulmaya başladım.

Hepimiz her akşam tv kanallarının hiç olmadığı kadar izleyicisi olduk. Sadece ülkemiz değil tüm dünyanın durumunu ayrıntılarına kadar vermekteler.

İnsan üzülüyor!

O kağıttan kaplanların bir bir yıkılışlarını gördükçe, hastane koridorlarında yerlerde yatan hastaları, gerekli teçhizat olmadığı için bakımı yapılamayanları ...

Ve liderler burada sahneye çıkıyor doğru yanlış ama her gün halklarının karşısında ne yapabileceklerini söylemeye çalışıyorlar.

Bazısı “siz şimdi faturaları düşünmeyiniz o bizim işimiz, siz sadece sağlığınızı düşününüz” diyor, ne güzel değil mi? O ülke vatandaşı ne kadar rahatlamıştır. Derdine çare bulunmasa bile ülke yöneticisi onun arkasında olduğunu söylemiştir.

Yoksulluktan ve enflasyondan can çekişen bir Güney Amerika ülkesi devlet başkanı “6 ay süreyle tüm ödemeler askıya alındı” diyebilmiştir. Bir yaraya merhem olur mu bilemem. Ama hemen bu kadarını diyebilmiştir.

Bir başkası insanlarını evlere gönderirken “şu kadar ay, aylık her vatandaşa 1500 lira vereceğiz. Bunun kaynağını da aylıklarımızın V’sını keserek yaratacağız” demiştir.

Sonra dünya devleri arka arkaya ülke insanları için devasa bütçeleri bu salgın süresince harcayacaklarını ilan etmişlerdir. Rakamlar trilyonları bulmaktadır.

Bu işin buralara gelmesinin baş sorumluları da olsalar salgın sonrasında yaptıkları da ortada.

Biz de bu salgın ile ilgili olarak ülkemizde ilk vakadan bir hafta sonra Sayın Cumhurbaşkanımız halka hitap ederek bir paket de kendisi açıkladı. Hatta o toplantının en önemli anı olarak hafızalarımızda kalan, işverenlere verdiği desteğin güzelliğini ortaya koymak adına TOBB başkanına şaka yapması oldu.

Açıklanan tedbirlerin hemen hiçbiri, salgın sırasında ve sonrasında esnafın, yevmiyeci çalışanın, dar gelirlinin yarasına merhem olacak bir şey yok gibi.

Ya ne var? Sermayeye destek.

Her gece Sağlık Bakanının açıklamasına kilitlenmiş bir Türkiye gelinen noktada salgının boyutlarını öğrenmeye ve alınacak yeni tedbirleri sabırsızlık ile beklemeye başladı. Bakanın açıklama sonrası durmadan tekrar ettiği “kendi OHAL’inizi yaratın” ve “evde kal hayatta kal” vurgusu bir süre sonra ciddiyetini kaybetti.

Neden?

Tamam evde oturalım da nasıl? Ne yer ne içeriz derdindeydi insanlar. Buna da yanıt ve çözüm bir türlü hükümetten gelmedi.

Tüm uzmanların özellikle vurguladığı ve evinizde izole olursanız bu hastalığa yakalanmasınız çağrıları karşısında çalışmaktan başka şansı olmayan emekçiler “ya evde açlıktan öleceğiz ya çalışmaya çıkıp salgından” demeye başladılar.

Oysa herkesin beklediği devletin halkına “evde otur, bütün ihtiyaçlarını ben karşılayacağım” demesiydi. Ancak bunu bir türlü demedi.

Dar bütçeleri ve merkezi yönetimin baskısı altındaki yerel yönetimler bu konuda samimi bir çaba içinde olsalar da topyekün bir salgın savaşını önleyecek tedbiri ancak devlet, onu yöneten iktidar alabilirdi.

Çünkü uzmanlar ne diyordu, bu salgın ile başa çıkmanın en önemli yolu sokağa çıkmayarak virüsün yayılmasına engel olmak ve en azından hastalık yoğunluğunu artırmadan hastaların hastanelerde tedavi olma imkanlarını artırmak.

Bu nasıl başarılabilirdi?

Sokağa çıkmama tedbiri alarak elbette.

Bu tedbir ile devletin yapması gereken bazı konular tabi ki olacak ve devlet de ne pahasına olursa olsun bu yükleri omuzlamak zorunda kalacaktır, kalmalıdır.

Yönetmeye talip olduysanız iyi günde de kötü günde de!

1 milyar 300 milyon Hintli’nin evlerine sokulduğu bugünlerde Türkiye bu kararı alamadı.

Salgının başından bu yana hep bir adım geriden alınan kararlar nedeniyle belki çok daha ağır faturalar yaşamak zorunda kalabiliriz. Buna örnek, yurt dışından gelenlerin on dört günlük karantina sürelerini evde geçirmelerinin sadece söylenmesi ve kendi insiyatiflerine bırakılması veya umreye gidilmesine izin verilmesi ve de gelindiğinde önemli bir kısmının karantinaya alınmadan evlerine gönderilmeleri gibi. Test kitlerinin beş yüz bin adedinin ABD’ye ihracat yaptık diye sevinçle ifade edilmesi, gereken hızda üretici firmalar ile koordinasyona geçerek tıbbı malzeme üretimine aylar önce başlanmaması gibi.

Günlerdir basında duymaktayız birçok otorite, “salgının kırılabilmesi halkın evlerde oturmasına bağlı” derken, iktidar GÖNÜLLÜ KARANTİNA tabiri ile bu konuyu halkın kendi insiyatifine bırakmıştır.

Bu büyük bir hatadır. Bu hatanın bedelinin çok ağır olmamasını ummak istiyorum.

Devlet bu konuda insiyatifi halka bırakarak bir krizi yönetemez. Buna hakkı yoktur. Nasıl Suriye konusunda, mülteciler konusunda, S400 konusunda ve daha pek çok konuda halka sormamıştır, sonuçları bilimsel olarak bu kadar ortada ve pekçok bilim insanı böyle olmasını söylerken, devlet alması gereken insiyatifi almamış ve bunu halka vermiştir.

Bu kabul edilemez bir durumdur.

He türlü tedbiri alarak ve her mali zorluğa katlanarak evde salgının kırılması için fedakarlık yapan bir kesim varken, “bize bir şey olmaz bu Allah’tan gelmiş yapacak bir şey yok” diyen ve dışarıda salgının yayılmasına katkıda bulunan vatandaşlarımızın da sağlığı yine bu devlete emanettir. Devlet hepsinin sağlığını korumak zorundadır. Halkın da bu görevi devletten beklemesi Anayasal ve insani bir haktır.

O nedenle Bilim Kurulu’nun sayın Cumhurbaşkanı’na tavsiyesinin tam bir karantina olmaması bilim insanları açısından düşündürücü veya tavsiye yapıldı da iktidar kabul etmediyse tabii ki siyasal sorumluluğunu da almış olmalılar. Halk, sandık günü geldiğinde bu konuları hatırlayabilir.

Karantina veya kısmi sokağa çıkma yasağı bekleyenler yine hüsrana uğradılar. Ancak Sayın Cumhurbaşkanı bunun yerine çok enteresan bir kararı açıkladı. Büyük şehirlerde (ki çoğu muhalefet partilerinin yönettiği şehirler) vali başkanlığında bilim kurulları kurulacak ve salgın konusundaki tüm kararları bu kurullar verecek.

Oysa günlerdir büyükşehir belediye başkanları açıklamalar yapıp salgın ile savaş stratejilerini açıklıyor, halka nasıl yardım yapacaklarını ve neler yapacaklarını ortaya koymaya çalışıyorken, hatta bunun için bütçelerinden merkezi idarenin kesinti yapmaması ayrıca biraz maddi destek almaları gereğini belirtirken bu karar sanırım her şeye noktayı koydu.

Burada enteresan olan ülkemizdeki her konuda son söz sahibi olduğunu bildiğimiz ve her konunun kendine sorulmasını isteyen Sayın Cumhurbaşkanı neden bu kadar önemli bir konuda yetkiyi valilerin başkanlığında il kurullarına bırakmıştır?

Salgının başında da uzunca bir süre ortada görünmeyişine bakarak insanın aklına kötü konularda tv’de halkın karşısına çıkmak istemiyor gibi bir düşünce geliyor. Tabii bu sadece bir düşünce.

Ancak tüm dünya liderleri her gün tv’lerde halklarına yaraların sarılacağı, maddi imkanları sıralarken bizde böyle olmayışı çok enteresan değil mi?

Halk ne yaparsa yapsın demeye gelen bir durum yaşamaktayız. “Biz dediydik evinizde otursaydınız”a gelecekse bu konu son derece büyük bir haksızlık. Evet evde oturabiliriz tabii ki ve gerekiyorsa evde de oturulmalı ama evde oturacak insanların tüm ihtiyaçları karşılandığı gibi hayatının her konusu ile ilgili olarak da devletin yarın işler düzeldiğinde kendisine destek olacağı garantisini duymak istemekte.

Eğer devlet deseydi:

Her aileye asgari ücret tutarında nakit yardım,

Tüm ödemeler şimdilik üç ay ertelenmiştir, günü geldiğinde tekrar bakılacaktır. Buna vergiler, krediler kiralar v.b. tüm ödemeler dahil,

Hiçbir çalışan işini kaybetmeyecek, hiçbir işveren işyerini kaybetmeyecektir. Buna esnaf dahildir,

Hayat normale döndüğünde faizsiz can suyu kredisi her işe göre miktarı tespit edilerek verilecektir,

Devlet her şeyiyle vatandaşının yanındadır…..

Şimdi gönül rahatlığı ile evlerinize gidin oturun, biz sizlere bakacağız.

İşte o zaman koca bir alkış sağlıkçılara yapıldığı gibi devleti yönetenlere de yapılabilirdi.

Oysa ilk pakette uçak biletlerindeki kdv’nin on yedi puan indirilmesi ve salgında ev alacak olursa kredi desteğinin artırıldığı söylenmişti.

Bu kez ise sıkıntılı bütçe içinde olduğunu herkesin bildiği hükümet salgınla mücadelede harcaması gereken paranın bir kısmını yaklaşık sekiz milyar lirasını kanal İstanbul projesindeki iki köprü nakliyesi için ihaleye çıkarak harcayacağını beyan etmiş oldu.

Olmadı beyler olmadı.

Millet can derdinde….

Bilmiyorum hala geç mi kaldık ama zararın neresinden dönersek kârdır anlayışı ile bırakın oy veya başka düşünceleri, karantina kararlarını alın. Halk bugüne kadar devletine de iktidara da baktı, şimdi devleti halkına baksın.

Bugünler de atlatılacak ve tekrar dağlarda bahar çiçekleri açacak.

Ama hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ne devletler, ne şirketler ne de insanlar için.

Şimdi sıra devlette. (28.03.2020)

(* Yazım gazetede yayınlanmadan önce devletten yeni bir adım daha geldi: “Biz bize yeteriz Türkiyem” adı verilen bir bağış kampanyası başlatıldı … Devletimizden beklentilerimiz sürüyor … Takdir siz sevgili okuyucularımızın …)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık