• 08 February 2020, Saturday 8:14
YılmazKaya Aylanç

Yılmaz Kaya Aylanç

Doğru yolu bulmak …

“Türkiye Cumhuriyeti; toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.”

Yukarıdaki paragraf Anayasamızın 2. Maddesi olup değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez üç maddeden biridir.

Şimdi soruyorum; şu an ülkemiz, anayasasının bu maddesine uygun yönetiliyor mu?

Atatürk, 3 Mart 1924 tarihinde Cumhuriyet’in kurumlarından biri olarak Diyanet İşleri Başkanlığını kurdu. Amaç; dinin, yobazların, tekkelerin, cemaatlerin ve tarikatların kötü emellerine alet olmadan halka doğru biçimde anlatılmasının ve uygulanmasının sağlanmasıydı.

Uzun yıllar bu görevi doğru biçimde yapan Diyanet, maalesef günümüzde güncel olaylara fetva verecek duruma geldi. Öyle ki, TOKİ evleri için kredi alacak vatandaşlara, buradaki faizin haram olmadığı yönünde fetva vermeyi görev edindi. Yani özel bankadan bir şirket ve şahıstan ev alacak olan vatandaşın bankadan alacağı kredide ödeyeceği faiz haram, TOKİ’den alınacak devlet bankası kredisi için ödenecek faiz caiz.

Diyanet bu cesareti nereden alıyor?

Tabii ki iktidardan!

İktidarımız ise gömlek değiştirerek geldiği günümüzde artık amaçlarını ve özlemlerini gizleme gereği duymamakta. Her toplantının konuşmaları sırasında mutlaka dini özlemlere atıfta bulunan birkaç cümle sarf edilmekte. Örneğin; daha fazla imam hatipli olması, dindar ve kindar bir nesil yetiştirme, ilahiyatlıların devlette daha fazla görev almaları gibi. Bu konuşmaları çoğaltabiliriz.

Son yıllarda özellikle Milli Eğitim Bakanlığı uygulamalarında da bu istek ve özlemlere uygun pratiklere şahit olmaktayız. Seçmeli derslerden tutun, çağdaş eğitimin olmazsa olmazı olan mantık ve felsefe derslerinin eritilmesi, son olarak da çizgi karakterler ile basılan ilkokul kitaplarında inananlar ile inanmayanlar arasındaki şekilden yola çıkarak hazırlanmış hikayeler.

Tüm bunlara masum bir kılıf uyduramayız. Bilinçli olarak yapılan bu çalışmalar Cumhuriyetin kuruluşunda ortaya konan felsefe ile uyuşmamaktadır.

Atatürk’ün gösterdiği ilim ve fen, eğitim safhalarında her geçen yıl biraz daha eritilmekte, küçültülmekte ve yok sayılmaktadır. Son olarak coğrafya derslerinin hemen kaldırılmaya cesaret edilemese de tarih dersi ile birleştirilme çabaları da bu yolda atılmış adımlardandır.

Tüm bu ve benzeri çabalar iktidarın gerçek niyetini ortaya koyan uygulamalardır.

Nerede duracaktır?

Sanırım gidilebildiği kadar gidilecek gibi görünüyor.

Bu kanaate nerden vardım dersiniz?

Mevcut iktidar, iktidara geldiği ancak henüz emin olmadığı yıllardan sonra bu niyetini ortaya koymaya başladığında genel İslam coğrafyasında da bir politika izlemeye başladı.

Neydi bu politika?

İslam ülkelerinde faaliyette bulunan Müslüman Kardeşler veya İhvan diye anılan İslami bir örgütün desteklenmesi.

Bu konuda Türk Dış Politikası kuruluş gününden bu yana uyguladığı “Yurtta Sulh Dünyada Sulh” politikasını ve komşular ile iyi ilişkiler stratejisini bir tarafa bırakarak özellikle İslam ülkelerin yönetimlerinde İhvan örgütüne açıktan destek vermeye başladı. Bunu şu ana kadar sürdürdü ve görünen o ki sürdürmeye de devam edecek. Bu yeni davranışın sonuçlarının ne olacağı, ülkemize ne getirip ne götüreceği bir tarafa bırakılarak ne pahasına olursa olsun uygulanmaya devam edileceği gözükmekte.

Peki bu İhvan (Müslüman kardeşler) örgütü kimdir, nedir, ne yaparlar?

Örgüt 1928 yılında Mısır’da Hasan El Benna tarafından kuruldu. Örgütün felsefesinin dayandığı temel, Kuran. Çalışmalarını ise siyasi İslam anlayışını hayır işleri ile birlikte yoğurarak kitleler arasında kendine yer buluyor. Örgütlenmeleri onar kişilik gruplar halinde olup bunlara aileler dediler.

Yine biraderler olarak adlandırdıkları ise her cami yanında okullar ve yurtlar açıyor, ayrıca önemli yerlerde yer bulabilmek için öğrencileri sınavlara hazırlayan dershaneler açıyorlardı. Bu örgütlenmenin gençler arasında izci olarak adlandırdıkları yapı ile de gençleri fiziksel ve politik olarak hazırlıyorlardı. Yine kendi hastaneleri, fabrikaları ve sendikaları ile ayrı bir yapıyı oluşturup güçlendiriyorlardı.

1936 yılında yayınladıkları manifestoda laikliğin, İslâm dininden uzaklaşma olduğunu, siyasal partilerin yasaklanmasını ve ordunun İslamcı bir cihat ordusu olmasını istiyordu.

Örgüt düşüncelerini, çıkardıkları El Dava adlı yayın organıyla taraftarlarına duyuruyordu. Burada kendisine dört düşman belirlemişlerdi. Bunlar Batı Hristiyanlığı, Komünizm, Atatürk’ün Laikliği ve Siyonizm.

Örgüt üniversitelerde hızla örgütlendi, kız öğrenciler türban ve kara çarşaf giyerek “İslâm’a Dönüş”ü sembolize ettiler. Örtünmeyen öğrencilere şiddet gittikçe arttı. Aynı şiddet ve saldırılar sinemalar, tiyatrolar ve benzeri yerlere de olmaya başladı.

Hedef olarak ortaya koydukları, İslam ahlakı ve hayır işlerini yayma çalışmaları kısa sürede birçok İslam ülkesinde kendisine taraftar buldu. Tabii aynı zamanda İslamcı hareketlere de ilham verdi.

Örgüt demokratik anlayışı desteklediğini ifade etse de sonuçta söylediği slogan “Çözüm İslam’da” anlayışı oldu.

Mısır’da başlayan hareket şubeleşmeye giderken her şubede bir cami, okul ve spor kulübü üçlemesi ile halk arasında kendini ifade etme ve genişleme fırsatı buldu. Mısır’da sayıları hızla artan örgüt 1940’lara gelindiğinde diğer Arap ülkelerine de yayılmaya başladı. Yine bu yıllarda örgüt paramiliter yapıyı da oluşturarak İngilizlere karşı silahlı mücadelede bulundu.

Mısır’da sömürge döneminin sonlanması sonrası kurulan hükümetlerle başta işbirliği içinde olsa da kısa sürede bu ilişki bozuldu. 1954 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Abdülnasır’a yapılan suikast girişiminde İhvan’ın adının geçmesi hükümet ile örgüt arasındaki ipleri kopardı. Örgüt artık hedefteydi ve yeraltına çekilmek zorunda kaldı. Örgütlenme ve faaliyetler artık gizlice sürdürülmekteydi.

Bu durum örgütte yeni bir anlayışı da beraberinde getirdi. Tüm batıyı cahil, diğer İslami toplulukları da “sözde İslamcı” olarak adlandırıp hepsine cihat ilan edilmesi gerektiğinin ifade edildiği yeni bir anlayışa geçildi. Bu yeni bakış diğer radikal İslamcı gruplara ve özellikle el kaide gibi radikallere yeni bakış açısı getirdi.

1965’ten sonra Mısır Müslüman Kardeşlere karşı sertleşti ve çok sıkı önlemler aldı. 1980’li yıllara gelindiğinde ise örgüt siyasal harekete dönüşmek adına pek çok deneme yaptı. İlerleyen yıllarda mevcut partiler ile ittifak yaparak siyasette gücünü artırdı. 2000’li yıllara gelindiğinde Mısır Meclisinde 17 sandalye sahibi olmuştu. Bir sonraki seçimlerde ise yasaklı olmalarına karşın bağımsız olarak girdikleri seçimde Meclis sandalyelerinin yüzde 20’sini kazandılar.

Bu gelişmelere mevcut iktidar Hüsnü Mübarek seyirci kalmadı ve çok sert önlemler alarak örgütü çökertmeye çalıştı.

2010 yılına gelindiğinde Müslüman Kardeşler, yönetimin insan hakları ve demokrasi yönünde atacağı adımlara göre rejim karşıtı faaliyetleri bırakacaklarını ve yasal parti olacaklarını belirttiler.

Mevcut yönetimin 2010 seçimlerine konu olan yolsuzluk ve hile iddiaları kısa sürede muhalifleri sokaklara döktü. Tunus’ta başlayan ve “Arap Baharı” diye adlandırılan hareketle birleşen olaylar Hüsnü Mübarek’in istifasına kadar gitti. Yapılan ilk seçimde Müslüman Kardeşler meclis sandalyelerinin yarısına yakınını kazandı. Aynı seçimde radikal İslamcı Nur partisi de ikinci oldu. Parlamentonun yüzde yetmişi İslamcılardan oluşmuş, aynı zamanda yeni anayasayı hazırlayacak kurucular kurulunun da çoğunluğu İslamcılara geçmiş oldu.

Mısır’da diğer kesimlerin neredeyse temsil edilmediği yeni bir dönem başladı. Müslüman Kardeşler, daha önce cumhurbaşkanı adayı çıkarmayacakları yönündeki sözünü tutmayarak 2012’de aday göstereceğini açıkladı. Hareket yeni anayasada, “devletin dini İslam, şeriat başlıca yasa kaynağıdır” ifadesinin yer alacağını açıkladı.

Muhammed Mursi, cumhurbaşkanlığı döneminde kılık kıyafet sorunu olmayacağını, demokratik, sivil ve çağdaş bir devlet kurulacağını söylüyordu.

Tüm bu aşırı İslamcı yaklaşımlar karşısında Kasım 2012’den sonra Mursi ve Müslüman Kardeşler’e karşı büyük bir muhalefet başladı. Muhalefete rağmen yeni anayasa refandum ile kabul edildi. Olaylar durmuyor muhalefet Mursi’nin Mısır’a değil İhvan’a hizmet ettiğini söylüyordu.

Nihayet 3 Temmuz 2013 tarihinde ordu yönetime el koydu.

Darbe sonrası Katar, Müslüman Kardeşler’e destek verdi. Buna karşın 2003’te Rusya, 2013’te Suriye ve Mısır, 2014’te ise Suudi Arabistan, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri İhvan’ı terör örgütü ilan ettiler.

Körfez ülkelerinin Katar ile ilişkilerinin bozulması sonrası Türkiye Katar’a destek olarak asker gönderdi. Mısır’daki darbeye karşı çıkan Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan İhvan’ı terör örgütü olarak görmediğini açıkladı. Son olarak ABD Başkanı İhvan’ı terör örgütü listesine aldıklarını açıkladı.

Şunu ifade etmeden geçemeyeceğim. Suud Krallığı da Müslüman Kardeşler de, kuruldukları günden beri her zaman laik Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı olmuşlardır.

Yine burada yeri gelmişken belirtelim, hareket dünyaya yayılmayı amaçladığından, 1972 yılında kurulan Dünya Müslüman Gençlik Meclisi ile yakın işbirliğine girdi. Avrupa Milli Görüş Teşkilatı’nın bu örgüt içerisinde etkili olduğu bilinmektedir. Ülkelerinden kaçan Müslüman Kardeşlerin ders verdiği ve eğitim gördükleri Malezya Üniversitesi İslamcı eğitimin uluslararası merkezi oldu. Bu üniversitede Davutoğlu ve bir dönem YÖK başkanının da çalıştığını biliyoruz.

İhvan’ın temel anlayış neydi? Birincisi laikler ile dindarlar bir arada yaşayamaz”, diğeri ise “ulusçuluk İslamı yozlaştırmak için kullanılmaktadır”. İslam dünyasını bir halife yönetmeli ve dünya ümmeti inançları ile bir arada olmalıdır. Dünya bu anlamda inanmayanlar ile dolu olup dar-ul harptır. Cihat bu nedenle bütün dünyayı kapsamalıdır. Onlara göre örtünmeyen kadın, canlı bir şehvet davetiyesidir.

Bosna islamcıların lideri Aliyah İzzetbegoviç, Kutb’un bağnaz izleyicilerinden biriydi. 1970 yılında yayınladığı İslami Bildirge’de, “moderistlerin başarısızlığının simgesi, reformlarıyla Türkiye’yi ancak ‘üçüncü sınıf bir ülke’ yapmış olan Atatürk’tür” ifadesini kullanmıştır. (Giles Kepel, Cihad s.471.)

Mısır İhvan’ın merkezi olması nedeniyle önemli. Mısır’ı anlamak bir anlamda Ortadoğu’yu anlamak olacaktır.

İhvan başlangıçta ılımlı İslam gömleğini giyerek halkın sempatisini kazanmış, buna karşın da bazı aydınlar “yetmez ama evet” diyerek harekete destek vermişlerdir.

Bu bile bazı ülkelerdeki hareketlere ne kadar benziyor değil mi?

İran’ı hatırlayalım, demokrasiden bahseden şimdiki iktidar yönetimi ele geçirdiğinde müttefikleri olan solcuları ilk iş olarak yanından uzaklaştırdı ve nerdeyse yok etti.

Türkiye Cumhuriyeti kuruluş felsefesi ve devrimleri itibariyle İslamcıların her zaman hedefi oldu. Sadece İslamcıların mı, tabii ki hayır, gerektiğinde onlarla ittifak yapıp Türkiye’yi zayıflatmak isteyen bir çok emperyal devletin de hedefinde oldu.

Özellikle ABD! Yeni dünya düzeninden bahseden uzman Samuel Hantington, Türkiye’nin Kemalizmi terk ederek İslamcı politikaları benimsemesi gerektiğini söylemektedir. CIA şefi Graham Fuller de aynı doğrultuda görüşlere sahip olup bunu hayata geçirmek için çabalar göstermiştir. Bu çabalarındaki temel söylem “ulus devlet ve laiklik ile bunları bünyesinde birleştiren Kemalizm yıkılmalıdır”.

Bazı geceler tv programlarındaki söyleşilerde duyduğumuz düşüncelere tanıdık gelmiyor mu?

Yine ılımlı İslam kavramları ve Türkiye’nin birden bire Sünni İslamcıların liderliğini yapma görüntüleri emperyal düşüncenin buralarda olmasını istediği geleceğe hizmet eden bir duruş olmuyor mu?

Neden İslam ülkelerindeki Müslüman Kardeşleri, İran, Hamas, Taliban ve Bosna ve Çeçenistan’daki İslamcı radikal hareketleri, Cezayir’deki Selamet ordusu isimlerini duyar olduk?

İhvan’ın Mısır’dan sonra ilk örgütlendiği ülke Suriye’dir. 1930 yıllarında başlayan örgütlenme ve faaliyetler yönetime cihat etmeye kadar gitti. 1980 yılına gelindiğinde ise bir yasa ile Müslüman Kardeşler yasa dışı, ona üye olanları da ölümle cezalandırılacak yasalar çıktı. 1982 yılındaki ayaklanma teşebbüsleri yönetim tarafından kanlı biçimde bastırıldı.

Müslüman Kardeşler 1946 Ürdün, 1936 Lübnan’da kurularak örgütlendiler ve uluslararası örgüt haline geldiler. Bunun dışında daha pek çok ülkede ofis açarak faaliyetlerini yürütmüşler, özellikle öğrenciler arasındaki faaliyetlerine öncelik vermişlerdir.

1979 İran devriminde Humeyni’ye destek vermişlerdir.

1960 yılında Irak’ta faaliyete geçerek Irak İslam Partisi’ni kurmuşlarsa da 1961 yılında yasaklanmış, faaliyetlerini yeraltında sürdürmek zorunda kalan örgüt 2003 yılında Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra İslami Parti sünni taraftarların savunucusu olarak tekrar yüzeye çıkmıştır.

Filistin’de ise 1935 yılında kurulmuştur. İhvan burada da yeni nesillerin İslami açıdan yetişmelerini sağlamaya çalışmış, bu amaçla Hizb ut-Tahrir partisini kurmuştur. 1987 yılında İntifada olayları sırasında Hamas Gazze’de kuruldu ve kısa sürede en güçlü silahlı güç haline geldi. 2007 seçimlerinden sonra iktidara geldi.

Suudi Arabistan’da hakim olan düşünce vahabilik’tir. Bu da Müslüman Kardeşler düşüncesiyle ters bir yapıdır. Buna rağmen bu ülkede de varlıklarını sürdürmüşlerdir. İçişleri Bakanı Prens Nayef’e göre İslam dünyasının tüm problemlerinin kaynağı İhvan’dır.

ABD’de ise 1963 yılında öğrenciler arasında kuruldu.

1999 yılında ise İngiltere’de Uluslararası Danışma Merkezi açtı.

Günümüzde, başta Türkiye olmak üzere, Katar, Libya, Ürdün, Filistin ve Sudan bu hareketi desteklemektedir.

Buna karşılık Rusya, Suriye, Mısır, Suudi Arabistan ve Arap Emirlikleri bu örgütü terör örgütü olarak ilan etmişlerdir.

Yıllardır batıya dönük yüzümüz neden birdenbire İslam ülkelerinin savunucusu gibi görünmekte?

Neden yeni Osmanlıcılık anlamına gelen hayranlıkları ve itibarlılaştırmaları daha sık duymaktayız?

Bunca ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal sorunumuz varken İhvan uğruna neler yaptığımızı gördükçe koca ülkemize yazık olduğunu düşünüyorum.

Yine dönelim Anayasamızın değişmez maddelerinde yazan laik, demokratik sosyal bir HUKUK devleti ilkesine.

Bu madde burada dururken ülkenin bir numaralı yöneticisinin bu yönlendirmesi ile kişiler ve kuruluşlar kraldan fazla kralcı olarak inanılmaz şeyler söyleyebilmekteler. Çünkü cesaret aldıkları yer ülkenin bir numaralı yöneticisi.

Ama doğru değil bu yapılanlar. Birçok konuda yapılan yanlışların bedelini nasıl tüm halk ödüyorsak bu yanlışın da bedelini yine biz halk olarak ödeyeceğiz. Ve bu yanlış, derinliği ve sonuçları ile çok daha yıkıcı, yıllara sari bir sonucu da beraberinde getirebilir.

İktidarın bir an önce akl-ı selime dönmesi, doğru yolu bulması en büyük temennimdir.

Doğru yol ise önümüzde durmaktadır.

Kurucumuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği yolda yürümektir.

Yani “Yurtta Barış Dünyada Barış”.

Diğer bütün arayışlar ülkemize zaman kaybettireceği gibi maddi ve manevi bedelleri olacaktır. Ve sonunda yine doğru yol bulunacaktır.

Öyleyse neden?

Kaynak: bbc.com, oda tv.com, vikipedya

(01.02.2020)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık