• 17 May 2016, Tuesday 4:20
GülçinErşen

Gülçin Erşen

Anne olmak, var olmak, var etmek

Toplumbilimde insanın toplum içinde üstlendiği çok sayıda rolü kastedilerek “Bin Yüzlü İnsan” deyimi kullanılır. Bizler kendimizi çeşitli niteliklerimizle tanımlarız: İnsanım, kadınım, erkeğim, anneyim, babayım, şu işi yapıyorum, ünvanım ya da rütbem şu, falancanın eşiyim, filancanın kardeşiyim... Toplumda üstlendiğimiz her rol gibi, yaşamımızda ömür boyu ya da belirli sürede yer alan insanlar, bizim tekamül etmemiz (ruhsal açıdan gelişmemiz), olgunlaşmamız içindir. Biz kendi varlığımızı karşımızdaki insanda duyumsarız aslında. Bu bağlamda değerlendirdiğimizde, beni en çok ben yapan, olgunlaştıran, güçlendiren, “daha iyi bir insan” olmaya teşvik eden, yaşama bağlayan başlıca ve en etkin unsur “Annelik”.

Anne olmak, bir ya da daha çok sayıda bebek dünyaya getirmek; annenin isteği, inançları, iradesi, cesareti, sevgisi, bakış açısı, fedakarlığı ile olur daha çok.

Yıllar once, gebeyken otobüs durağında dertleştiğim yaşlı bir köylü kadının dediği gibi; “Amaan kızım, erkek tohumu atar geçer, gerisi hep anaya düşer”. Genelde ve büyük ölçüde bu böyledir. Yani, Allah’ın bütün vasıflarından cüzzi miktarda taşıdığı varsayılan insanda, “yaratıcılık” vasfından fazlasıyla nasiplenen kadınlardır. Yeni bir insan dünyaya getirmekte kadının rolü ve emeği çok daha fazladır. Ama, dünyaya gelen bebeği en iyi biçimde yetiştirmek, öncelikle ana babanın, yakın akrabalardan başlayarak toplumun ve devletin sorumluluğundadır. Hani bebek dünyaya gelince, “Hayırlı, ömürlü, vatana, millete yararlı evlat olsun” şeklinde temennilerde bulunulur ya, işte bunda başta anne, sonra baba, bütün insanlık sorumludur. Bırakın ülkemizi, yeryüzündeki herkes “İnsanlık Ailesi”nin bir üyesidir. Keşke bunun bilinci ve farkındalığı ile yaşamımızı sürdürebilsek, çocuklarımızı da öyle yetiştirebilsek hepimiz.

 

İnsan yetiştirmek

Dünyaya gelen insan, nasıl bir varlıktır?

Yunus Emre, dizelerinde bunu en iyi biçimde tanımlamış: “Ete kemiğe büründüm, / Yunus diye göründüm” ya da “Bir avuç toprak biraz da suyum ben... / Neyimle övüneyim işte buyum ben.”

Yani, büyüklenmeye ve övünmeye gerek yoktur. Bizi başkalarına göre “farklı” kılan; kişiliğimiz, davranışlarımız, yaşamımız boyunca yaptıklarımız, ürettiklerimiz ve de yetiştirdiğimiz evlatlardır.

Evlatlarımızı yetiştirirken; onlara günümüz Türkiye’sinde ve dünyada “geçer akçe” sayılmaları için, yalan söylemeyi, hak yemeyi, kurnazlığı, köşe dönmeyi, zengin koca bulmayı, iki yüzlülüğü, çıkar peşimde koşmayı mı öğretmeli; yoksa, dürüst, erdemli, namuslu, mert, cesur olup öyle bir yaşam sürmeyi, hak yemeyip haksızlığa karşı durmayı, sevgi ve saygıya dayalı ilişkiler kurmayı, hem kendilerine, toplumuna, hem de insanlığa yararlı etkinlikler içerisinde bulunmayı mı öğretmeliyiz.

Bence, “yoksa” ile başlayan tümceye uygun yetiştirmeliyiz çocuklarımızı. Bunun için biz de onlara örnek olmalıyız. Bizim asıl kültürümüzde de istenen budur:

“Edep, erkana bağlıdır, ayağımız başımız,

Güllerden koku almıştır, toprağımız taşımız.

Soframızda bulunan lokmalar hep helaldir;

Yiyenlere nûr olur, ekmeğimiz aşımız” demiş Hacı Beklaş-ı Veli.

Çocuklarınız boğazından helal lokmalar geçsin ki; onlar da haram yemesinler. Yalan söylemeyin ki; onlar da dürüst olsunlar. Herkese adil davranın ki; onlar da öyle olsunlar ve haksızlığa karşı dursunlar. Ne yaparsanız yapın, elinizden gelenin en iyisini yapmaya gayret edin ve en değerli varlığınız olan çocuğunuzu en iyi, güzel, doğru biçimde yetiştirin. Kendi adıma söylüyorum; işte o zaman ömrümü tamamladığımda gözüm hiç arkada kalmaz. Vicdan rahatlığı ve huzurla göçerim bu dünyadan.

Ne demiş Cahit Sıtkı Tarancı;

“Neylesin ölüm herkesin başında

Uyudun uyanmadın olacak

Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında

Bir namazlık saltanatın olacak

Taht misali o musalla taşında”

Bu dünyaya veda ederken, nasıl bir insan olduğumuzu belirleyen; yalnızca geride bıraktıklarımız, evlatlarımız ve nasıl anıldığımızdır. Yıllar önce Ferdi Tayfur “Ölürsem kabrime gelme istemem” adlı şarkısını yaptığında, onun “Mezarlarınıza Tüküreceğim” adlı romandan esinlendiği şeklinde espriler yapılmıştı. (2011 yapımı “Mezarına Tüküreceğim” adlı gerilim filminin bu romanla ilgisi olduğunu sanmıyorum.) Mezarına tükürülenlerden olmamak dileğiyle...

 

Not-

Aslında bu, gecikmiş bir Anneler Günü yazısı gibi oldu. Sosyal paylaşım sitesindeki sayfama yazdığım gibi; “Biz hep anneyiz, ölene dek de öyleyiz. Aslında Anneler Günü, anne olma özlemi çeken kadınların, annesini yitirmiş olanların hüzünlendiği bir gün. Benim açımdan, annelere her gün “Anneler Günü”. BEN HAYATTA EN ÇOK ANNE OLMAYI SEVİYORUM!!!

Annelerin ve anne adaylarının gününü en iyi dilekler, sevgi ve saygıyla kutlarım.

(14 Mayıs 2016 / Güllük)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık