• 19 February 2019, Tuesday 17:55
GülçinErşen

Gülçin Erşen

Yaşam - sevdiğim için - güzel

Yaşıyormuşsunuz gibi yapmayın; gerçekten yaşayın. O zaman tüm duyguları da yoğunluğuyla yaşama “risk”i var. Ama, inanın hep “Sevgi” ve “Sevinç” baskın çıkacaktır. O yüzden de yaşam “Güzelleşecek”tir. Eğer yaşamayı – hakkıyla, layıkıyla – başardıysanız; ölürken sırf bunun için bile mutluluk ve huzur duyarsınız…

Ben yeni yazım için bu notları alırken, Halil Cibran’ın “Ermiş” kitabında da bu kanılarımı destekleyen satırlar buldum:

“Ne görmek istediğiniz imgedir ne de duymak istediğiniz şarkı. Gözlerinizi kapatsanız da gördüğünüz imge, kulaklarınızı tıkasanız da duyduğunuz şarkıdır güzellik… Güzellik hayattır, kutsal yüzündeki peçeyi indirdiğinde hayat. Fakat hayat da sizsiniz, peçe de. Güzellik sonsuzluktur, aynada uzun uzun kendini seyreden. Fakat sonsuzluk da sizsiniz, ayna da…”

Bu satırları okuyunca, birkaç hafta önce İzmir’deyken facebook’ta yaptığım şu paylaşımın (Niye öyle duyumsadığımın) ayırtına vardım:

“Bu akşam, 5 - 6 yaşlarındaki halini bildiğim bir kız çocuğunun (Şimdi Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Oyunculuk Bölümü'nde); Işıknaz Özedgü'nün başrollerden birinde olduğu "Sırf Cinayet" adlı oyunu Tiyatro Terminal'de seyrettim. Gururlandım, duygulandım.

Oyun sonrası elimizde şemsiyelerle, sağnak yağmurda akan ve biriken sulara şap şup basarak tramvaya kadar onunla ve sonra metroya yürümek, botlarıma suların dolmuş olmasını umursamaksızın hoşuma gitti…”

Benzer bir ruh halini, kış başında aşırı yağışlı ve fırtınalı bir havada, Güllük’te çarşıdan eve, deniz kıyısından yürüyerek dönerken de yaşamıştım. “Kahretsin! İliklerime kadar ıslandım, şemsiye de kırıldı kırılacak, gözlük camlarım da görüşümü kısıtlıyor…” diye söylenmektense, denizi ve gökyüzüyle birleştiği ufuk çizgisini belirsiz kılan manzaranın tadını çıkarmayı tercih ettim. Ne kadar muhteşemdi! Grimsi koyu yeşil hırçın dalgaların kıyıya vurup, yolun ortasına kadar gelmesi, zaten yağmurda şımşırık ıslanmış beni ıslatması tuhaf biçimde hoşuma gitti ve o ana şükrettim.

İnsan güçlüklerle güçlenerek yaşamı seviyor.

Umursamaz olmakla, güçlü olmak karıştırılmasın. Vurdumduymazlık, bencil, olgunlaşmamış, güçsüz kişilerin özelliğidir. Başı kuma gömme ve sorunlarla, gerçeklerle yüzleşememe durumudur...

Acıların, dertlerin, sorunların katılaştırdığı biri olmaktan hep korkmuşumdur. Çünkü bu tip kişiler aslında göründükleri kadar güçlü değillerdir. Ciddi bir sorun ve olay, ruhen ve bedenen çökmelerine, yıkılmalarına neden olabilir. Zorlukları, acı ve sıkıntıları, hastalıkları cesaret, metanet, tevekkülle karşılayan, ama yaşama küsmeyen, kendini toparlayan insan, kuvvetlenir, olgunlaşır, sevenlerini de mutlu eder, başkalarını da olumlu etkiler.

Sanırım yaşadığımı duyumsatan her şey beni mutlu kılıyor; çünkü yaşamı daha çok sevmeme, ölümdense hiç korkmamama neden oluyor.”

Ve sevmek dünyayı en yaşanabilir kılan his.

Mutluluk ve sevgi bağlantısı

Psikiyatrist – Yazar W. Beran Wolfe; “Gerçekten mutlu bir insanı ararsanız, onu ancak bir tekne yaparken, bir senfoni yazarken, evladını eğitirken, bahçesinde yıldız çiçekleri yetiştirirken ya da Gobi Çölü’nde dinozor yumurtası ararken bulursunuz. Kaloriferin altına kaçmış yaka düğmesini arar gibi mutluluk ararken bulamazsınız.”

Bu sözü bir yazısından alıntıladığım Zehra Çelenk’in, mutluluk ve sevgiye ilişkin, benimkiyle örtüşen görüşlerine yer vermek isterim:

“Kendini, yeteneklerini gerçekleştirememiş bir insanın salt birinin eşi, sevgilisi olarak mutlu olabileceğine de inanmıyorum. Ya da sevgi kısmı çoktan bitmiş, ‘görünüşü kurtarmak’ için göz yumulan bir ilişkinin de kendini kandırmak dışında herhangi bir yaraya merhem olabileceğine…

Mutluluk ya da mutsuzluk aranmakla bulunacak, bulununca kazık çakılıp bayrak dikilecek haller değil. Eşli olmakla, ‘eşsiz’ olmakla, şunun veya bunun eşi, şuraya ya da buraya ait olmakla değil, en çok, hayallerimizin bize ait olmasıyla ilgisi var galiba, mutluluğun.”

Son yıllarda izlediğim televizyon programlarında, okuduğum makalelerde uzmanlar; para, ün, kariyer gibi şeylerin insana geçici ve kısa süreli sevinçler yaşatmak dışında, gerçek anlamda mutlu edemediğini, “Başkalarına yararlı olduğunu duyumsayan” kişinin kendisini “başarılı ve mutlu” saydığını anlatıyor. “Sevdiğin işi yaparsan, başarılı olursun ve çalışma yaşamın eğlenceli geçer” derler ya; bir işi sevmenin yolu da insanın “Kendini gerçekleştirmesi”; yaratılışına (kişilik, nitelik, yetenek ve de eğitimine) uygun, kendisini yararlı ve üretken kılan bir iş ve uğraş içerisinde olmasıdır.

O zaman çalışmak da hem “keyif” hem de “ibadet” haline gelir.

Cibran’ın Ermiş’i “Aslında çoğu zaman eğlendiğinizin farkına varmadan eğleniyorsunuz.” Diyor bu konuda da. Sonra ekliyor: “Size başkaları da geldi, onlara inancınız üzerine verdikleri altın sözler karşılığında servet, güç ve şandan başka bir şey vermediniz. Pek vaatte bulunduğum söylenemese de daha cömert davrandınız bana karşı. Bana hayata karşı duyduğum o derin susamışlığı verdiniz...

Çok şey veriyorsunuz ama bir şey verdiğinizin farkında değilsiniz…”

Yaşamak ibadet, dünya tapınak

Yaşamak aslında başlı başına ibadet sayılır. Neler yaşadığınızdan çok, olayların, içinde bulunduğunuz durumun sizi nasıl etkilediği, sizin nasıl etkilendiğiniz önemli. “Günlük yaşamınız tapınağınız ve dininizdir. Oraya her girdiğinizde varınızı yoğunuzu alın yanınıza.” Diyor, aynı kitapta Halil Cibran.

Yaşamı sevdikçe, ölümden daha az korktuğumu yazmıştım ya; bu size çelişki gibi gelse de; “Ermiş” ten aktaracağım bu satırlar, ne demek istediğimi biraz olsun anlatacaktır:

“Geceye dönük gözleri güne kör olan baykuş, ışığın esrarını ortaya çıkaramaz.

Gerçekten ölümün ruhunu görmek istiyorsanız, yüreğinizin kapılarını açın hayatın bedenine ardına kadar. Çünkü hayat ve ölüm birdir. Tıpkı ırmak ve denizin bir olduğu gibi…

Ancak sessizlik ırmağından içtiğiniz zaman gerçekten şarkı söyleyeceksiniz.”

Zaman çabuk ve zor geçerken ben asırlardır yaşamış, "yaşsız" biri gibiyim. Yine de birkaç ömür daha yaşayacağımı biliyorum. Oysa milyonlarcasından daha uzun ve çok yaşadım. Yaşlı bir çınar gibi güçlü ve zeytin ağacı gibi daha uzun yıllar binlerce meyve vermeye hazırım. Çünkü daha görevimi ve gelişmemi tamamlamadım. Yapacak çok işim ve yaşanacak çok ömrüm var.

Kitabın sonunda (Ermiş) yolcunun son sözleri gibi: “Kısa bir süre sonra, rüzgârın üstünde bir anlık dinlenme ve sonra başka bir kadın taşıyacak beni.”

Gülçin ERŞEN - 19 Şubat 2019 (İzmir’de başlandı, Güllük’te tamamlandı.)

 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık