• 28 June 2016, Tuesday 19:56
GülçinErşen

Gülçin Erşen

Türkiye ve Dünya gündemine ilişkin ...

Gülçin ERŞEN

Olayları ve bunlara ilişkin yorumlarımı zaman sırasına göre yazmayı düşünüyordum önce; ama, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan öyle bir laf etti ki, önem sırasına göre yazmaya ve bundan başlamaya karar verdim.

Erdoğan’ın “Teröristler kadar onurlu ve gururlu olmak” sözü büyük tepki çekti. Taksim Gezi Parkı Direnişçileri’ne ve onların yurt genelindeki destekçilerine “Çapulcu” diyen, eyleme katılanlara, ancak teröristlere gösterilebilecek muammeleyi reva gören o zamanın başbakanı, (antidemokratik, adâletsiz uygulamaların, pekçok konuda ve alandaki haksızlıkların, kendisi gibi olmayan ve düşünmeyenlere yönelik ayrımcılık ve baskıların, “Başkanlık sistemi” ve “Anayasayı değiştirme” çabalarının, “Ben yaptım, oldu” anlayışının ısrarla sürdürülmesiyle) ileride gençlerin, halkın, artarak yurt geneline yayılabilecek eylemlerini şimdiden öngörüp, onları “terörist” diye nitelendiriyorsa, “dil sürçmesi” sayabileceğimiz sözü haklıdır.

Kavram kargaşası yaratmaya ve sözcükleri farklı anlamlarda kullanmaya bayılan AKP yöneticileri, “Beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısındaki yol arkadaşlarını sonradan “Paralel Yapı”, daha sonra da “Fettullah Gülen Terör Örgütü” olarak adlandırmayı uygun bulmadılar mı?

Yoksa, Orlando saldırısını gerçekleştiren IŞID sempatizanı mı, Erdoğan’ın sözüne konu olan terörist türüdür?

Zira gerçek teröristlerin kahramanlar gibi törenlerle, mitinglerle karşılanmasının, sözde çözüm sürecinde terör örgütünün palazlanmasına göz yumulmasının, seçimler sonrasında yalnız Doğu ve Güneydoğu illerimizde değil, Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerimizdeki katliam gibi terör saldırılarının gerçekleştirilebilmesinin sorumlusu şimdiki siyasal iktidardır.

Aslında bu ülkede, onurlu, dürüst, namuslu, haklı yurttaşların, haksızlık, yolsuzluk, hırsızlık, ahlaksızlık, terör yapanlardan daha cesur davranıp sesini duyurması şarttır.

 

İşte bu gençlik!

Son haftalarda, eğitim ve öğretimde gerici, çağ dışı, saçma sapan uygulamalara tepki vermeye başlayan liseli gençlerin eylemlerine ilişkin bir televizyon kanalında Sanatçı Selda Bağcan’ın yorumlarına denk geldim. Benim de katıldığım görüşlerini şöyle dile getirdi:

“Öğrenciler, son derece barışçı ve naif bir protesto yapıyorlar. Okullarını, sıralarını kırıp dökmek değil, çağdaş, bilimsel, laik, Atatürkçü eğitim istiyorlar. Herhangi bir ideolojinin uzantısı değil; aksine, AKP iktidarının dayattığı gerici ve yobaz anlayışı yaymaya çalışan ideolojiye tepki veriyorlar. Haklılar.”

Gençler; ülkemiz, kendilerinin geleceği ve kardeşleri (daha küçük yaştakiler) için eylem yapıyorlar. O yüzden gericiliğe ve bölücülüğe karşı duran, her yurtsever ve aydın yetişkin de onlara destek olmalı ve onları korumalıdır.

Daha iki üç gün önce de karma eğitimin yapıldığı Beyoğlu Anadolu Lisesi’nin yalnızca kız lisesine dönüştürülmek istenmesine ilişkin eylem yaptı okulun şimdiki ve mezun öğrencileri. Benzer yorumları dile getirdiler. Bilimsel gerçekler, okulda, işte ve toplumsal yaşamda kadın ile erkeğin bir arada yaşamasının, insanların daha sağlıklı, uygar, verimli olmasını sağladığını söylemekte. Gerici Arap toplumlarında “oğlancılık”ın; kırsal kesimlerde, hatta Osmanlı döneminde İstanbul’da “sevicilik”in ne denli yaygın olduğuna ilişkin pekçok yazınsal ürün vardır. “Niye?” Diye sormaya gerek duymuyorum.

Bir yanda gelecek endişesi yaşayan, karamsar, depresif, öfkeli; öte yanda, sorumsuz, umursamaz, şımarık bir gençlik kesimi büyürken, bunlara “sapık” olanları eklemeye mi çalışıyorlar (Birtakım dinci vakıf yurtlarındaki bazı yöneticiler ve öğretmenler gibi)...?!

Ben, “Direniş” eylemlerinde her biri ayrı bir zeka, cesaret, birliktelik örneği sergileyen gençlerimizin, Mustafa Kemal Atatürk’ü düş kırıklığına uğratmayacaklarını umuyorum.

 

AB tarih olacak

Ülkemizin yakın geleceğini öngörmek daha zor ve çok fazla etmene bağlı gibi. Oysa, uluslararası siyasal ve toplumsal gelişmeleri tahmin etmek bana her zaman daha kolay gelmiştir. Yaklaşık 12 yıl önce Pekin’de Çin Uluslararası Radyosu’nda uzman olarak çalıştığım dönemde, eski Doğu Bloğu ülkeleri birbiri ardına AB’ye üye olurken, onlardan çok çok önceleri başvuruda bulunmuş, AB ile türlü anlaşmalar imzalamış ülkemin durumunu alaya alan Avrupalı uzmanlara şöyle demiştim: Türkiye’nin AB’ye alınmayacağına eminim. Ama, bence Avrupa Birliği de 15-20 yıl sonra dağılacak...” Onlar da bana, “Türkiye’deki devlet adamları, siyasiler senin kadar akıllı değil anlaşılan” gibisinden yanıtlar vermişlerdi.

(Şimdiki Cumhurbaşkanı’nın bu konudaki sözlerini ise kayda değer bulmuyorum. Birkaç hafta ya da ay sonra tam tersini söyleyebilir, o yönde kararlar alıp uygulanmasını isteyebilir. Son birkaç gündür söylediklerininin de asıl gerekçesi nedir bilemiyoruz zaten.)

Dolayısıyla, AB’de kalıp kalmamaya ilişkin İngiltere’deki halk oylaması sonucu beni hiç şaşırtmadı. “Bilici (medyum)” olarak değil; sağduyulu, eğitimli, deneyimli bir aydın olarak şimdiye dek yaptığım öngörüler genelde doğru çıktı. Ülkemiz, devletimiz ve halkımıza ilişkin öngörümün en sağlam dayanağı ise; Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” sözüdür. Ama, ulusal, uluslararası ve küresel bazda süreçler işlerken, aksini düşündüren olay ve durumlar yaşanabilir.

Karamsar değilim; umutsuzca yapılan duaların kabul ve makbul sayılmadığı da malumunuz.

(25 Haziran 2016 / Güllük)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık