• 16 March 2021, Tuesday 9:42
GülçinErşen

Gülçin Erşen

Yazmak için iyi nedenler olsun isterdim

Bazen öyle bir ruh haline girersiniz ki; içinizden hiçbir şey yapmak gelmez. Ben de son zamanlarda öyleyim. Ama, algıları açık, duyarlı ve eli kalem tutan biri, hele bir gazeteci yazmadan duramaz. Olayları zamansal sıralamaya göre değil; beni ne kadar sarstığına, etkilediğine, önemine göre yazmaya, yorumlamaya çalışacağım.

Çorum’un Alaca ilçesi İmat köyünde, eski muhtar Servet Başbuş, 13 yaşındaki oğlunun kavga ettiği 8’inci sınıftaki Tunç Taşar ve Kaan Hakverdi adlı çocukları, yolda durdurduğu okul servisinin içinde tabancayla vurup, öldürmüş! Yaşanan çok yönlü dehşeti, faciayı düşünebiliyor musunuz? Ölen çocuklar, benim oğlumla aynı yaşta. Aileleri perişan. Katil zanlısının oğlu, Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’nce koruma altına alınmış. Belki kendince, babasını katil ettiğini, arkadaşlarının ölümüne neden olduğunu düşünüp, vicdan azabıyla yaşayacak. Ya servisteki çocukların yaşadığı dehşet?... Pandemi döneminde çocuklarımız hastalanmasın, bizlere hastalık bulaştırmasın diye titizlenen ebeveynlerin endişeleri ne denli sönük ve gereksiz kalıyor bu olayın yanında… Çünkü, pandemi bitse de günümüz Türkiye’sinde çocuklarımızın, gençlerimizin içinde bulunduğu, gittikçe kötüleşen eğitim, yaşam koşullarının varlığı ve gerçekliği ile herkes yüzleşmeli.

8 Mart’ın hemen sonrasında, sosyal medyada “Kadına şiddete hayır; kadın cinayetlerine son…” şeklinde paylaşımlar sürerken; çok yakınımızda, tanıdığım bir ailenin gencecik güzel kızı katledildi. Haberlerde Milas adı geçti, Bensu Narlı’yı kalbinden vuran Serhat Kantaş için, ‘Eski sevgilisi, erkek arkadaşı’ denildi. Ama, öyle değildi. Güllük’teki komşularından öğrendiğime göre; Serhat Kantaş adlı serseri, Bensu’nun bir akrabasının eşi olan, saplantılı, cani ruhlu bir erkek bozuntusuydu… Erkek arkadaşı ya da eski sevgilisi olması, işlediği cinayeti haklı kılar, suçunu hafifletir miydi? Tabii ki hayır! Sahip olamadığı güzel ve değerli bir şeyi yok etmek, kirletmek, değersizleştirmek, parçalamak istemek, sevgi duygusunu tanımamış, “Ezik”, kompleksli, gerici, yobaz, bağnaz, ahlaksız, sapık, ruh hastası, tehlikeli tiplerin hep yapmak istediği ve fırsatını bulunca, gözü kararınca da yaptığı şeydir. Ve ne yazık ki, son yıllarda Türkiye, bu tiplere elverişli koşullar sunan bir ülke haline getirildi.

Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları

Hani, kendisinin beceremediği, erişemediği, kıskandığı, sevmediği ve nefret ettiği şeyleri yok edip, değersizleştirme ve değiştirme eğiliminden söz etmiştik ya; işte siyasi iktidar da, kendisinden öncekilerinden çok daha elverişli koşullar içinde, Atatürk’e ve Cumhuriyet’e ve de Türklüğe düşmanlığını, nefretini son uygulamalarıyla tescillemeyi sürdürüyor.

Birkaç gün önce Danıştay tarafından; Andımızın ilkokullarda okunması ve Atatürk kabartmasının devlet nişanları ve madalyalarına geri dönmesi kararları iptal edildi! Andımızla ilgili tartışmalar, yılan hikayesine dönüştürülerek, yıllardır sürüyor. “Öğrenci Andı”nın ilkokullarda okunması Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2013’te çıkardığı yönetmelikle kaldırılmış, Türk Eğitim-Sen’in açtığı dava üzerine, 2018’de Danıştay 8. Dairesi oy çokluğu ile yönetmeliği iptal etmişti (ve Andımız yeniden okullarda okunması gerektiği halde, okunmuyordu). İşin acı tarafı, bu kararın temyizi için başvuran da Milli Eğitim Bakanlığı. Nihayi kararı veren, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu. Buradan ben ve birçok yurttaşın çıkardığı sonuç; Bakanlık ve Yargı kurumları, siyasi iktidarın emrinde; siyasi iktidar ise ülkenin asıl meselelerinden çok, iktidara geliş amacıyla özdeşleşen uygulamalarını yaşama geçirme peşinde.

Türkiye Cumhuriyeti’nin başında bulunan siyasi iktidar, Türk Silahlı Kuvvetleri dahil, her devlet kurumuna sızmayı başaran FETÖ’cüler, Andımızı ve İstiklal Marşı’mızın dizelerini “Irkçı” bulan PKK yandaşları ve Kürtçüler, bu ülkede Andımız’ı okuyarak, İstiklal Marşı’mızı söyleyerek büyümediler mi? Yıllarca Playback mi yaptılar? Olabilir. Eski İçişleri Bakanı dahil, AKP’li bazı bakanların resmi törenlerde İstiklal Marşı’nı okuyamamaları, yanlış okumaları, bunun kanıtı sayılabilir. Hatta, bazı konuşmacılar, zaman zaman devletin televizyon kanalında; dindar bir aileden yetişen ve dinini çok iyi bilen, vaizlik, hafızlık yapan İstiklal Marşı’mızın şairi Mehmet Akif Ersoy’u alaya alarak eleştirirler. “Cihat” saydıkları, Çanakkale Savaşı ve Zaferi’ni övünerek anarken, Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitleri destanını yazdığını, Atatürk’ün kahramanlığını, zaferdeki rolünü bile bile görmezden gelirler. Kurtuluş Savaşı’mızı yok sayarlar. Ama, işlerine geldiğinde; milliyetçi ve dindar, hatta Atatürkçü oluverirler… Yemezler!

Halkın gündemi başka

Öte yandan; tüm unutturma, geçersiz kılma, yok etme, kirletme çabalarına karşın; Atatürk’ünü ve O’nun kurduğu Cumhuriyet ile kazandığı nimetlerin değerini unutmayan, farkında olan yurttaşlar; hem 13 Mart’ı hem 14 Mart Tıp Bayramı’nı Atatürk’ü anarak kutladılar. “13 Mart 1899 Genç, yakışıklı, zeki Mustafa Kemal’in Harp Okulu’na 1283 apolet numarası ile girdiği tarih. O dahi, bir komutan, düşünür ve devlet adamı olarak, yalnızca ülkemizin değil; Ortadoğu’nun kaderini değiştirdi, dünyayı etkiledi. Atatürk’ümüz, sonsuza dek tarihte ve yüreğimizdeki yerini aldı. İÇİMİZDE!” diyerek yaptığım paylaşımda kullandığım, Atamızın gençlik fotoğrafını birçok yerde, aynı nedenle yapılan paylaşımlarda gördüm. Biz asker aile olarak (babam ve ağabeyim emekli albay) bu yıldönümünü biliriz, katıldığımız Kara Harp Okulu’ndaki törenlerde hep bir ağızdan “İçimizde!” diyen öğrencileri tüylerimiz ürpererek dinlemişizdir. Ama, artık bilenler, ananlar ve kutlayanlar daha da arttı.

Pandemi döneminde özverili ve cesur çabaları, emekleri, uğradıkları haksızlıklar ile gündemde ve yüreklerimizde tuttukları yer artan sağlık çalışanlarının Tıp Bayramı’nı kutlarken; birçok kişi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün adını, fotoğraflarını, “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz” sözüyle paylaştı.

Son haftalarda, sanki yürürlükteki eskimiş (ve şimdiki iktidarca yapılmamış) gibi, “Yeni Anayasa” ve “Seçim Barajı, Siyasi Partiler Yasası” gündeme getirildi. Bu uydurma gündem maddelerine ilişkin bir iki tümce yazmakla yetineceğim.

Üniversite yıllarımda derslerde öğretmenlerimizle, Siyasi Partiler ve Seçim Yasası’nın değiştirilmesi gerektiğini, daha demokratik bir sistem için savunurduk. Şimdi; son anketlerde iktidar ortağı MHP’nin oy oranı yüzde 7’lere düştüğünden olsa gerek, seçim barajı tartışılır oldu.

İktidarın “Daha demokratik ve özgürlükçü anayasa” söylemini, içten ve gerçekçi bulmuyorum. Zira, “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” Türkiye Cumhuriyeti’nin gelmiş geçmiş en demokratik, çağdaş ve özgürlükçü anayasası 1961 Anayasası’dır. Yenisiyle uğraşmayıp, onu gözden geçirip, düzenleyerek yürürlüğe koysunlar daha iyi. “Allah bu siyasi iktidara bir daha Anayasa yaptırmasın!”

 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık