• 21 March 2019, Thursday 8:16
CelalDurgun

Celal Durgun

ATATÜRK VE BİLİM

Yıl 1936.

Ankara'da yeni bir Fakülte'nin açılış hazırlıkları yapılmaktadır.

Atatürk, 9 Ocak'ta açılışı yapılacak “Dil Tarih-Coğrafya Fakültesi”ndeki ilk dersi, Afet İnan'ın vermesini ister.

Afet İnan kabul eder.

Fakat, Atatürk'ün ilk derste yer almasını istediği bir notu vardır.

Atatürk okur, Afet İnan yazar.

Not'ta şunlar yazılmıştır:

“Tabiatta bilirsiniz ki, hiçbir şey yok olmaz. Ne bir ses, ne bir söz, ne bir hareket...

Geçtiği çağ ne kadar eski veya yeni olursa olsun, bütün bu oluşlar oldukları andaki gibi tabiat içindedir. Bu dalgalanmada zaman ve mesafe kavramı mefhumu yoktur.

Bugün dünyanın herhangi bir köşesinde söylenen söz veya akis yapan hareketleri, yine dünyanın her hangi bir köşesinde aynı anda işitmenin, dinlemenin, zapt etmenin mümkün olduğunu görüyoruz.

Yarın, bizi saran tabiat unsurları içinde binlerce ve binlerce sene evvel söylenmiş sözleri olduğu gibi toplayıp tespit etmek imkanına elbette varılacaktır. ..

Tabiatın bugün için esrar dolu sinesine gireceği muhakkak görülen insan zekası, beklenilen hakikatleri ortaya koyacaktır.”

Yazım işlemi biter; Atatürk, sözle devam eder:

“Bunu fakültenin açılış dersinde okuyacaksın. Çünkü tarih belgelerinin ilerideki keşifleri buna dayanacaktır. Her tarihi şahsın söylediği sözler toplanabilecek ve böylece biz onları kendi seslerinden ve sözlerinden dinleyeceğiz.”

Afet İnan: “Bu çok uzak bir gelecekte belki olabilecek keşfin, kendi ifadesi olarak verilmesine cesaret edemeyeceğini” beyan eder.

Canı sıkılan Atatürk, “Bunlar birgün olacak, görürüsünüz, işitirsiniz” çıkışını yapar.

Afet İnan, Atatürk'ün “bilimsel öngörüsünü” inandırıcı bulmadığından, notu konuşma metnine koymaz.

O günler için; “çünkü bunlar benim düşüncelerim değildi. O zaman okusaydım bilmem beni dinleyenler ne düşünürdü, ama herhalde bir hayalden bahseder gibi olacaktım.

Gerçi Atatürk'ün çevresinde çeşitli konular konuluşulurken bu geçmiş zamanda söylenen sözlerin de bir gün toplanabileceği , fakat bunların şimdilik birbiri içinde girift olduğu söylenirdi.

Ancak Atatürk, bana bu konudaki düşüncelerini yazdırdığı zaman , bu keşfin, ilim ve tekniğin ilerlemesi ile tahakkuk edeceğine kendisi inanmıştı” diye yazar.

Aradan 30 yıl geçmiştir.

Afet İnan, 1 Ocak 1966 gecesi, saat 22.45 TRT haberlerini dinliyor:

“France Presse Ajansı'nın bir haberine göre Venedik'in Saint Georges  adasındaki Benedictus Manastırı laboratuvarlarında manastır rahiplerinden Pellegrino'nun yönetiminde, seslerin ayırımı esasına dayanan çok dikkate değer araştırmalar yapılmaktadır.

İtalya İçişleri Bakanlığı 1962'de başlanan bu çalışmaları kontrol etmektedir, fakat elde edilen sonuçlar henüz açıklanmamıştır.

Bununla beraber Saint Georges adasındaki bilim kurulunun geçmişe ait sesleri toplayacak elektronik araçlar meydana getirmeye çalıştığı sanılmaktadır.

Bilginler özellikle Demostenes, Pythagoras ve Jül Sezar'ın söylevlerinden kendi sesleri ile parçalar elde etmeye çalışmaktadırlar.

Rahip Pellegrino, France Presse Ajansı'nın bir muhabirinin sorularına karşılık İçişleri Bakanlığı'nın yasakladığı gerekçesi ile bilgi vermekten ve çalışmaların hangi noktaya geldiğini açıklamaktan kaçınmıştır.

Afet İnan şöyle devam ediyor:

“Radyo haber bülteni burada bitiyordu.

Venedik'te St. Georges adasındaki rahip Pellrgrino'nun yönetimindeki bilim kurulu, geçmişe ait sesleri toplayacak! Şimdiden Demostenes'in, Jül Sezar'ın ve Pythagoras'ın kendi seslerini toplamaya çalışıyorlar...

Bu haberi duyunca şaşırmıştım. Çünkü aynı günlerde, tam otuz yıl önce (1936 yılının yine ilk günlerinde idi) Atatürk'ün bana Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nin açılış dersine ilave olarak yazdırdığı ve üzerinde el yazısı ile düzeltmeler yaptığı metinde aynı fikirler ifade edilmekte idi. Aynı zamanda Atatürk'ün sözleri kulaklarımda akisler yapıyordu.

Onun yazdırdığı aynı metni hemen tekrar okudum.

9 Ocak 1936 Perşembe günü, DTCF'nin açılış dersinde, ben bu okumaya kendimde cesaret bulamamıştım.”

                        ***                             ***

Atatürk; okuyan, soran, araştıran düşünen, düşündüğünü aklın ve mantığın süzgüsünde süzen, olgunlaştıran ve nihayet düşündüğünü hayata geçiren devrimcidir.

Halk adamıdır, fakat halk dalkavukluğunu şiddetle reddetmiştir.

Sofrasında bilim, sanat, tarih, felsefe, sosyoloji... konuşulurdu.

“Sizlerle yaptığım bu ilmi konuşmalar benim ruhumun gıdasıdır” diyordu.

Atatürk, peşin hükümleri olmayan, sorunun kaynağına inen, derde deva bulan, bilimin yolundan ayrılmayan aydındı.

Atatürk, Türkiye'ye davet ettiği yabancı bilim adamlarına, milletvekillerinin aldığı maaşın üç katını vermiş ve ülkemizi bilimle tanıştırmıştır.

Avrupa'ya, Amerika'ya öğrenci göndermiş, Türkiye'ye “bilim adamı” olarak dönmelerini istemiştir.

Türkiye Cumhuriyeti'ni, akılla, bilimle yönetmiştir.

Atatürk, 1930'larda havacılık ve uzay konusunda gelecekte varılacak noktayı çok önceden görmüş ve bu çalışmaları teşvik etmişti.

“İstaikbal göklerdedir. Göklerini koruyamayan uluslar, yarınlarından asla emin olamazlar” demiş, 1936'da Eskişehir'de, “Geleceğin en etkili silahı da, aracı da hiç kuşkunuz olmasın uçaktır. Birgün insanoğlu uçaksız da göklerde yürüyecek, gezegenlere gidecek, belki de aydan bize haber yollayacaktır. Bu mucizenin gerçekleşmesi için 2000 yılını beklemeye gerek kalmayacaktır. Gelişen teknoloji daha şimdiden bunu müjdeliyor...” öğüdünde bulunmuş ve bu konuda acele edilmesini istemişti.

O, ufukların arkasını görmüş, sorunları çözmüş ve yarınlara emin adımlarla yürümüştür.

Atatürk; “Bir gün benim söylediklerim, bilimle ters düşerse, bilimi seçin” öğüdünde bulunan liderdir.

Türkiye Cumhuriyet'i, ta o yıllarda, hayvancılıkta kullanılan 36 aşı türünün tümünü üretmişti.

Bugün ithal ettiğimiz, hububat, pamuk, patetes gibi tarım ürünlerinin iyileştirilmesi için, araştırma geliştirme kurumları oluşturmuş ve tohum ıslah istasyonları kurmuştu.

Sinan Meydan'ın belirttiği gibi “üzücü olan şu ki, 1930'larda daha İsrail kurulmadan tohum ıslahına başlayan Türkiye, 2010'larda İsrail'den tohum ithal eden ülke olmuştur.

Tohum Islah İstasyonları, Atatürk'ten sonra, korunup geliştirilseydi, Türkiye bugün İsrail tohumlarına muhtaç olmayacaktı.”

                        ***                             ***

Zamanın profesöru Afet İnan bile, Atatürk'ün öngörüsünü anlayamamış, 30 yıl sonra pişmanlığını dile getirmek zorunda kalmıştır.

Açtığı yoldan dönülmeseydi, başlattığı devrimler sürdürülseydi, bugün Türk milleti çağdaş uygarlık seviyesinin çok üstünde yaşar ve dünyaya; mal, hizmet, bilim ihraç eden, bir devlet olurdu.

Ne diyeyim?

Sebep olanların gözü çıksın.

 

 

 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık