• 03 June 2021, Thursday 11:38
CelalDurgun

Celal Durgun

NANKÖRSÜN...

“Örgün Eğitimle Birlikte Hafızlık Projesi” kapsamında hafızlıklarını tamamlayan 136 öğrenci Ayasofya'da düzenlenen programda icazet aldı.

Törende konuşan  zat, Mustafa Kemal Atatürk'ü “zalim”, “kafir” ilan etti. Özetle;

“Bu gibi mabedler, mabed olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki, bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze haline çevrildi. Bunlardan daha zalim, daha kafir kim olabilir... Yarabbi bir daha bu zihniyetin bu ümmetin başına gelmesini mukadder buyurma...” duasını etti.

Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın TBMM Başkanı, Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Diyanet İşleri Başkanı da oradaydı. “Amin” dediler mi bilmiyorum. Ama itiraz etmediler! Ses çıkarmadılar! “Devletimizin kurucusuna, Bağımsızlık Savaşımızın Komutanı'na “hakaret edemezsin” demediler... Lafı ağzına tıkamadılar. Kınamadılar; kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiler.  “Sükut ikrardan gelirmiş.” 

Bir zamanlar, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu bazı eleştirilerde bulunmuştu. Dönemin Başbakanı  Sayın Erdoğan salonu terk etmişti. Atatürk'ü “zalim”, “kafir” ilan eden zata, “nankörlük etme, haddini bil, sözlerini geri al, kahramanımızdan özür dile”  demedi!

Tamam, herkes  Atatürk'ü sevmek, uygulamalarını savunmak zorunda değildir, fakat Atatürk'e saygı duymak her Türk vatandaşının görevidir.

Çünkü üzerinde yaşadığımız, nefes alıp verdiğimiz, ekip biçtiğimiz, ekmeğini yediğimiz, suyunu içtiğimiz toprakları vatan yapan, Cumhuriyetimizi kuran Atatürk'tür.

Yurdumuza saldıran emperyalist devletlerin liderleri bile, Atatürk'e saygıda kusur etmediler. Yüzyılın lideri ilan ettiler, adını parklara, bahçelere verdiler, heykelini meydanlara diktiler, adını anmaktan vazgeçmediler, ilkokuldan üniversiteye kadar tüm okullarda Atatürk'ün devrimlerine yer verdiler... Gençlerine Atatürk gibi düşünmeyi öğrettiler...

Atatürk, gerçek din adamına her daim saygı duymuş, yobaz takımına karşı durmuştur.

Cami yıktığı, cami kapattığı yalandır, iftiradır.

 

                                                                        ***

Tarih 16/17 Ocak 1923... Atatürk, İzmir'de gazetecilerle konuşuyor:

“Konya'ya yaptığım seyahatlerin birinde okulları dolaşıyordum. Bana dediler ki, 'aman efendim, bir de medreseleri gör.' Yanımda Rus, Azerbaycan elçileri vardı.

Bir medresenin kapısına geldik, fakat kapı olduğunun farkında olmadım. Çünkü bir demir parmaklık vardı, 'hani kapı' dedim. 'Burası' dediler. 'Medreseye köpek girmesin diye parmaklık yaptırdık' dediler.

'Önce bu medresenin kapısını da açınız da ondan sonra girelim' diyemedim.Ve bu suretle çok büyük hata ettim. Demirin üzerinden atladık. İçeriye girdik.

Baktım bir tabur kadar başı sarıklı adam bir sıraya dizilmişler ve Müftü Efendi başta olmak üzere tüm Konya'nın uleması toplanmış... Müftü Efendi tuttu, nutuk atmak istedi.

Dedi ki, 'efendim, bizim talebeyi askere alıyorlar ve askerde bulunan talebenin iadesine müsaade etmiyorlar. Birkaç defa hükümete yazdık, cevap vermediler. Emir buyurunuz.'

Ben de yabancıların yanında bunları incitmemek için 'peki' dedim, 'icabına bakarım.'

'Yok' dedi, 'emir veriniz! Askerlik Şubesi Reisi Paşa vardır, buradadır; Vali vardır, buradadır' dedi.

'Dikkate alırız' dedim.

'Efendim' dedi, 'şimdi emir veriniz.'

O zaman durumu inceledim.

Müftü Efendi hocaların herkes üzerinde etkili olduğunu kanıtlamak için bana hükmetmeye çalışıyordu.

Gayet yüksek sesle hocalara dedim ki, Bir sürü asker firarisi toplanmışsınız! Bütün medreselerde sizin gibi insanların hepsini toplasak Karahisar'ı geri almak mı, yoksa burada oturmak mı?

Bu önemli bir olay oldu. Çünkü Konya'nın en saygıdeğer uleması tahkir olunmuştu. Gerçekten tahkir olundu.

Konutuma gittiğim zaman gerçek Konya ahalisi gelip dediler ki;

'Efendim çok teşekkür ederiz. Biz hocalara karşı çok itibar ediyorduk. Sebebi, buraya gelen her büyük adam onların elini öpmüştür. Biz de zannediyorduk ki, onların elini öpmek bir şeref, yoksa biz bunların ne kadar adi adamlar olduklarını şimdi anladık ve her yerde söyleriz.'

Dolayısıyla hocaların değerleri yoktur. Gidin köylülerle görüşünüz, hepsi alay ederler. Fakat önem verirseniz ve özellikle, onlardan korktuğunuzu hissettirirseniz, gerçekten korkuturlar....

Ben şahsen sahte alimlerin düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım; yalnız benim kişisel imanıma, yalnız benim amacıma bir kasıt değildir; aynı zamanda, benim milletimin hayatıyla ilgili olduğundan, o adım milletimin hayatına karşı bir kasıttır, o adım milletimin kalbine yollanmış zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı fikirde olan arkadaşlarımın yapacağı tek şey vardır bu durumda: O adımı atanı mutlaka ve mutlaka tepelemek... Bunun da üzerinde bir şey söyleyeyim size:

Tutalım ki bunu sağlayacak yasalar olmasın, bunu sağlayacak Meclis olmasın, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilip ben tek başıma kalsam, yine tepelerim, yine öldürürüm. Kısacası, karabağnazlık seni parçalamaya bile kalksa, başını vereceksin, eğilmeyeceksin!”

                                                                        ***

Tarih 24 Eylül 1924. Atatürk, Amasya Belediyesi'nde konuşuyor:

“Bundan beş yıl önce buraya geldiğim zaman, bu şehir halkı da bütün millet gibi gerçek durumu anlamamıştı. Düşüncelerde karışıklık vardı...

Ben burada birçok kişiyle beraber Kamil Efendi Hazretleri'yle de görüştüm. Canlandırmak istediğim hatıra,  Efendi Hazretleri'nin bir camii şerifte gerçeği halka açıklamış olmasıdır. Efendi Hazretleri dedi ki:

'Milletin şerefi, haysiyeti, özgürlüğü, bağımsızlığı gerçekten tehlikeye düşmüştür. Bu felaketten kurtulmak için, gerekirse vatanın son bireyine kadar ölmeyi göze almak lazımdır. Padişah olsun, halife olsun, adı ve unvanı her ne olursa olsun, hiçbir şahıs ve makamın varlığının hükmü kalmamıştır. Tek kurtuluş çaresi halkın doğrudan doğruya egemenliği eline alması ve iradesini kullanmasıdır.'

İşte Efendi Hazretleri'nin yaptığı bu yol gösterici vaaz ve öğütten sonra herkes çalışmaya başladı. Bu münasebetle Müftü Kamil Efendi Hazretleri'ni takdirle anıyorum. Genç Cumhuriyetimiz bu gibi ulema ile iftihar eder.”

                                                                        ***

Ayasofya'da Atatürk'e “lanet” okutan sözde “hoca”; Konya'daki müftünün takipçisidir. Yani savaş kaçkınıdır, haindir, beleşçidir, çıkarcıdır,  iftiracıdır, yalancıdır. Kalbi kara, aklı kara, yüzü kara, vicdanı karadır.

Ayıplamak, kınamak çok hafif kalır; ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirmek toplum vicdanını rahatsız eder. Devlet adamlarımız, karanlık adamların sırtını sıvazlamaktan vazgeçsinler. Adaleti çalıştırsınlar.

Kamil Hoca gibi, yurtsever, halksever, kalbi temiz, aklı temiz, yüzü temiz, hatır bilir, kıymet bilir, onurlu, yürekli, vicdanlı din görevlilerimizin yolunu açsınlar.


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık