• 07 June 2018, Thursday 19:59
CelalDurgun

Celal Durgun

“Devlet ve Parti”

‘sözün özü’ Celal DURGUN / [email protected]

 

Nuri Conker, Salih Bozok, Kılıç Ali … Çankaya’da Atatürk’ün sofrasında buluşurlar.

İlk kadehler tatlı bir hava içinde yudumlanır.Konu konuyu, mesele meseleyi açar. Bir ara Nuri Conker:

“Geçen gün Hacim Muhittin’i Şükrü Kaya’nın yanında gördüm Paşam, size uğradı mı?” diye sorar.

Atatürk: “Hayır…”

Nuri Conker: “Ben uğrar sandım.”

Atatürk, Nuri Conker’in yüzünü inceler, hoş olmayan bir vakaya tanık olduğunu hisseder:

“Neden soruyorsun?”

“Eski arkadaşınız değil mi… Ankara’ya gelince?”

“Dilinin altındakini çıkar Nuri! Ne demek istiyorsun?”

“Valla bir şey diyecek değilim, hatırıma geldi de söyledim.”

“Peki, Şükrü Kaya ile ne işi varmış?”

“Bilmem, ben girdiğim zaman Kazım Dirik’ten yakınıyordu.”

“Anlatsana canım, neymiş yakıntısı.”

“Siz biliyor musunuz Paşam, Hacim Muhittin İzmir’de Parti Müfettişi, Kazım Dirik Vali, ikisi de zart zurtu sever, geçinemiyorlar. Hacim Muhittin, Kazım Dirik’i Recep Peker’e; Kazım Dirik, Hacim Muhittin’i Şükrü Kaya’ya şikâyet edip duruyor. Anlaşılan işi azıtmış, Hacim Muhittin doğrudan Şükrü Kaya’ya çıkmış… Bildiğime göre işin esası bu.”

Atatürk’ün kaşları çatar, oldum olası iki başlı idareden hoşlanmamıştır.

Bir ilde sorumlu vali varken, sorumsuz bir kişi olan Parti Müfettişinin il işlerine karışması canını sıkmıştır.

“Ne zaman gördün Hacim’i?”

“Birkaç gün oluyor.”

Atatürk, yaveri çağırır ve Hacim Muhittin’in Ankara’da olup olmadığının öğrenilmesini ister.

Az sonra haber gelir. 2 gün önce İzmir’e gitmiştir.

 Atatürk arkadaşlarına:

“Böyle şey olmaz, Parti Müfettişi parti işleri ile ilgilenecek. Eğer bazı dilekleri varsa, bunları valiye, hükümete bildirecek, yoksa valinin, hükümetin işine karışmayacak. Bir vali, bulunduğu yerde devleti ve hükümeti temsil eder, en büyük baştır. Ona yalnız bağlı bulunduğu vekili emir verir, şikâyeti varsa, gelsin Hükümet’e söylesin” serzenişinde bulunur.

Nuri Conker: “İyi ya Paşam, o da sizin dediğinizi yapıyor, gelmiş Kazım Dirik’i Bakan’a şikâyet ediyor.”

Atatürk, yaverine yeni bir emir verir:

 “Şükrü Kaya’yı bulun.”

Yarım saat sonra Şükrü Kaya sofradadır.

Atatürk, Hacim Muhittin, Kazım Dirik çekişmesi üzerine ne düşündüğünü sorar.

Şükrü Kaya: “Paşam, ikisi de arkadaşımız, geçinemiyorlar. Ben Recep’e (Peker) Parti Müfettişini değiştirmesini rica ettim, o bana ‘sen valini kaldır, bu adam işe yaramaz’ dedi. Oysa Kazım Dirik Paşa, İzmir’de iyi çalışıyor, yerine daha iyisini de göndermem mümkün değil. Bu işte biraz başım ağrıdı.”

Atatürk’ün önündeki kadeh, dokunulmadan olduğu gibi duruyordu. Şükrü Kaya’ya:

“Parti müfettişi, valinin işine ne karışırmış! Hele Recep’in, sana valiyi değiştirmeni salık vermesi ne demek? Nasıl bir yönetimdir bu?Sorumsuz müfettiş, sorumlu valiye buyruk verecek? Peki, bir vali, parti müfettişinin dediğini yapar da o işin sonu iyi çıkmazsa, sen valinin mi yakasına yapışacaksın, parti müfettişinin mi?”

“Elbette valinin…”

“Öyleyse, parti müfettişinin haddini bildirmek de sana düşer… Gücün yetmiyorsa, Başvekil Paşaya söyle.”

Sofrada, başlangıçtaki neşeli hava, yerini sessizliğe bırakmıştır.

Atatürk, yaverini bir daha çağırır, yarın İzmir’e gideceğini, hazırlığın yapılmasını buyurur.

Şükrü Kaya’ya dönüp, “Yarın gidip durumu yerinde göreceğim. Yapılacak bir şey olursa size bildiririm.”

Sabah olur, İzmir yolculuğu başlar.

Atatürk’ü; başta Vali ve Parti Müfettişi olmak üzere İzmir’in ileri gelenleri karşılar.

Kendisine, önce Vali’nin el uzatması ve “hoş geldiniz” demesi gerekirken, Parti Müfettişinin elini uzatması ve “hoş geldiniz” demesi Atatürk’ün dikkatinden kaçmaz.

Atatürk ve beraberindekiler, konaklayacakları Naim Palas’a gelirler.

Atatürk odasına çıkar.

Vali bu aradan yararlanıp sofrayı gözden geçirir.

Arkasından Parti Müfettişi gelir, o da sofrayı gözden geçirir; perdeleri işaret ederek kapatılmasını buyurur; Salon, kordon seviyesinde olduğundan, dışarıdakiler içeridekileri görmektedir.

Parti Müfettişi, perdeleri kapatarak içeride içki içildiğinin görünmesine mani olmayı düşünmüştür.

Az sonra Atatürk salona iner, Denize bakan pencerelerin perdelerle kapatılmış olduğunu görür. Vali Kazım Dirik’e, “perdeleri neden kapattığını” sorar.

Parti Müfettişi Hacim Muhittin, Vali Kazım Dirik’in yanıt vermesine fırsat tanımadan araya girer ve soruya karşılık verir.

“Paşam, dışarısı kalabalık, rahatsız olursunuz diye düşündüm.”

Atatürk, sinirli bir sesle konuşur: “Ben, halkımdan rahatsız olmam Hacim beyefendi! Açınız perdeleri, halk bizi görsün, biz halkı görelim.Ziyafet sofrasında içki içileceğini herkes bilir. Ama perdeleri kapatırsanız, bu sofranın üstünde çıplak kadın oynatıldığını söylerlerse, haklı çıkarlar…” der ve Vali’yi yanındaki sağ koltuğa davet eder. Parti Müfettişi, Valiyi dirseği ile iterek Atatürk’ün gösterdiği koltuğa oturur.

Atatürk, Hacim Muhittin’in davranışını fark etmiştir. Vali’ye, sol başındaki koltuğa oturmasını işaret eder. Yenilir, içilir.

Atatürk, Kazım Dirik’e, İzmir ile ilgili sorular sorar.

Hacim Muhittin, her seferinde Vali’nin cevap vermesine fırsat vermeden Atatürk’e bilgi verir. “Burası benden sorulur” havasındadır.Atatürk, birden parlar.

“Bakınız Hacim Bey, Vali’yi göstererek, Paşa Hazretleri (Kazım Dirik generallikten emekliydi) burada Vali, yani devletin temsilcisidir. Koskoca Vali-i alişan! Burada ben bile onun kararlarına göre hareket etmek zorundayım; tutalım, bugün bana ‘sokağa çıkma’ diyebilir ve ben de uyarım, uymak zorundayım; çünkü buranın asayişinden, idaresinden, her şeyinden o sorumludur.”

Hacim Muhittin, toparlanmaya çalışarak kısık bir sesle “bir kusur işlediğim anlaşılıyor, bağışlayınız!” der…

Atatürk, ses tonunu yumuşatarak devam eder.

“Önemli değil… Kusur sayılmaz, elbette bağışlayacağım… Ama siz de bizimle beraber Ankara’ya geleceksiniz.Size İzmir’den çok Ankara’da ihtiyacımız var” der ve sofracısı İbrahim’den Hasan Rıza Bey’i çağırmasını ister.

Hasan Rıza salona gelir, Atatürk, eliyle Hacim Muhittin’i göstererek, “Bak çocuk, Beyefendi Parti Müfettişliği’nden çekilecekler, senden Parti Genel Sekreterliğine bir istifa mektubu yazmanı rica ediyorum.”

Yüzünü Hacim Muhittin’e dönerek “Bunu, telgrafla yapsak daha iyi olmaz mı?” diye sorar. Hacim Muhittin, başını eğer.

Atatürk, Hasan Rıza Soyak’a: “Hadi böyle bir telgraf hazırla, getir. Beyefendi imza edecekler…”

Atatürk, özellikle Hacim Muhittin’le eski günlere ait anılarını anlatır, Hacim Muhittin’i de konuşturur.Bir süre sonra Hasan Rıza Soyak, telgrafı getirir ve Hacim Muhittin’e uzatır.Hacim Muhittin okumadan imzalar.

                        ***                                          ***

Bu anıdan nasıl bir ders çıkarılmalı?

Atatürk, dilediğini atamış, dilediğini azatlamış mıdır? Hayır.

Atatürk, kafasına göre mi hareket etmiştir? Hayır.

Atatürk, devlet adabını bilen, devlet adamıdır.

Atatürk, parti - devlet ilişkilerinde, devletten yana olmuştur.

Devlet’in Valisini, Parti’nin Müfettişine ezdirmemiştir.

Ve Atatürk, her zaman ince, kibar ve nazik olmayı başarmıştır.

Görev değişikliklerinde bile; görevden aldığı kişilerin onurunu kırmamış, kişiliğine saygı göstermiştir.

(Kaynak- Atatürk’ün Fikir Sofrası / İsmet BOZDAĞ)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık