• 22 March 2018, Thursday 19:01
CelalDurgun

Celal Durgun

SAVAŞIN KADERİNİ DEĞİŞTİREN KAHRAMAN KOCA SEYİT

 

‘sözün özü’ Celal DURGUN / [email protected]

Çanakkale, siperin ardı vatan diyenlerin yazdığı destandır. Özverinin, yiğitliğin, kahramanlığın harman olduğu yerdir. Yurt sevgisinin, vatan sevgisinin, bayrak sevgisinin test edildiği diyardır.

Çanakkale, ölüme meydan okuyanların, can feda eden aslan yüreklilerin vuruştuğu meydandır.

Çanakkale, 15’lilerin, veresiye defterini kanla kapatanların, yer altında kefensiz yatanların toprağıdır.

 Bu yazıda Çanakkale Savaşının kaderini değiştiren Koca Seyit’in destansı öyküsünü okuyacaksınız.  Koca Seyit o günleri şöyle anlatmıştı: “Bizim batarya topları Çanakkale’nin karşı kıyısında Rumeli Mecidiyesi’nde mevzilenmişti. Mart’ın 17’inde komutanlıktan bir haber çıktı. Bütün topçular, birlikler tetikte dursun, yarın büyük bir düşman zorlaması olacak denildi. İyi ya, hadi bakalım, geleceği varsa göreceği de olur elbet, dedik biz de. Batarya komutanımız bir türkü öğrettiydi, başladık onu söylemeye…  Çanakkale Çanakkale / Geliyor düşman hergele / Ölmek varsa da yok kaçmak / Geçilmez bu çelikkale… O geceyi uyumadan heyecanla geçirdik. Sabahleyin erkenden hazırlanıp toplarımızın başına geçtik. Gözlerimiz Boğaz’ın mavi sularında, davetsiz misafirleri beklemeye başladık…”

Saatler 10.30’u gösterirken Müttefik donanması görünmüştü. 20 savaş gemisi, 4 kruvazör, 21 muhrip, mayın arama gemileri Boğaz’a doğru yaklaşıyordu. Çanakkale Boğazı, tarihin en kanlı gününe tanıklık etmeye başladı. Denizler ötesinden Boğaz’a girmiş dev filo, ölümüne korunan bu geçidi aşarsa, Osmanlı’nın payitahtı İstanbul ve vatan elden gidecekti. Türk topçusu bunun farkındaydı.

Türk savunma planına göre gemiler topçuların menziline girinceye kadar pusuda bekleyecek ve menzil içine girer girmez baskın tarzında ateş açılacaktı.

Koca Seyit’in bulunduğu Mecidiye bataryası düşmanın yoğun ateşi altında, paniğe kapılmadan cesaretle, özveriyle görevini sürdürdü.  

Koca Seyit, Müttefik donanmasının saldırısını şöyle anlatmıştı: “Queen Elizabeth’e Yarım Dünya derdik, manevrası çok keskindi. Bir geliyor iki yakaya ateş saça saça. Ateş menzilimize girince biz de başladık. Bir karıştı ortalık, top, tüfek gümbürtüsünden yıkılıyor Boğaz… Ver gitsin ateşi, onlar bize, biz onlara yağdırıyoruz bombayı. Yılmıyor düşman, Boğaz alev alev yanıyor. Cehennem yerine döndü ortalık…”

İngilizlerin en büyük savaş gemilerinden Queen Elizabeth ve Ocean zırhlılarının mermileri Koca Seyit’in bulunduğu Mecidiye bataryasına ulaşmıştı. Bataryanın sağına, soluna mermiler peş peşe düşmeye başlamıştı. Durumun kritik olduğunu gören batarya komutanı Yüzbaşı Hilmi Bey “sığınağa” emrini verdi. Fakat sığınağa ulaşmak için bile zaman kalmamıştı; Ocean gemisinin bir top mermisi, havada ıslık çalarak Mecidiye Bataryası’nın tam ortasına düştü. Müthiş bir patlamayla sarsıldı batarya… Şarapnel parçaları havada uçuyor, patlamanın etkisiyle etrafı kaplayan toz ve alev bulutu, gözleri görmez hale getiriyordu. Düşman gemilerinden atılan bir mermi cephaneliğe isabet etmiş, cephanelik havaya uçmuştu. Tabya 14 şehit, 24 yaralı ile inlemeye başladı.

Batarya komutanı Yüzbaşı Hilmi Bey, feci patlamadan üç-beş saniye sonra sığınaktan ok gibi dışarı fırladı. Bataryasının acıklı, yürekleri sızlatan korkunç manzarasını gördü. Olduğu yere çakıldı kaldı. Bataryasında her şey bitmişti adeta. Toparlanınca yaralıların acı feryat ve haykırışları arasında dolanmaya başladı. Şehitlerin cansız vücutlarından, güllelerin acımasız darbeleriyle kopan parçalara baktı. Yaşaran gözleriyle çevresini incelerken, bitmiş, tükenmiş Mecidiye Batarya’sının toprak yığınları ve çöküntüleri arasında; “Komutanım! Ne olursun kurtar beni komutanım. Yetiş ölüyorum, boğuluyorum komutanım” diye yalvaran bir ses duymuştu. Hemen sesin geldiği yöne doğru koştu.  Bu ses Niğdeli Ali’nindi. Cephaneliğin patlamasıyla havaya uçmuş toprak altında kalmıştı. Yüzbaşı Hilmi Bey, Ali’yi toprak altından çekip kurtardı.

Niğdeli Ali, acı acı inleyip duran bir yaralı arkadaşına yardım etmek için onun bulunduğu tarafa giderken ayağıma bir şey takıldı. Bu bir insan ayağıydı, ama bir bedenden kopmuş değildi. Hemen komutanını çağırdı. Komutan eliyle yoklayınca, bu vücudun nabız ve kalbin hafif de olsa atmakta olduğunu fark etti. Bir süre sonra asker kendine geldi. Bu Koca Seyit’ten başkası değildi.

Koca Seyit, yaşadığı o dehşet dakikaları anlatırken kendini tutamaz ağlardı: “Bir sığınağa doğru koştuğumu hatırlıyorum, bir gümleyiş oldu ama sanki yer yerinden oynadı, gerisini hatırlamıyorum. Bir müddet sonra gözlerimi açtığımda bizim top neferlerinden Niğdeli Ali bekliyordu. Toplara baktım, sadece benim kullandığım top meydandaydı. Öteki toplar toprağa gömülmüş, hiç görünmüyorlardı. Bizim topun da mataforası kopmuştu. Topun yanındaki top mermilerini gördüm. Onlara bakarken o iri iri mermiler bana ufacık birer oyuncak gibi gelmeye başladı. Ali’ye seslendim ve yürüdüm top mermilerine doğru. Ali, Benim ne yapmak istediğimi anlamıştı…”

Koca Seyit, top mermisinin yanına gelip derin bir nefes almıştı. Kaldırmak için eğildi, gözlerini kapadı, top mermisini kavradı, kaldırdı, demir basamaktan çıktı. Yanında bulunan Niğdeli Ali, Seyit’in göğüs ve omuz kemiklerinin çatırtısını duyuyor, hayret ve dehşet içinde bakıyordu. Seyit, top mermisini büyük bir dikkatle hazneye yerleştirdi, azimle, öfkeyle, kül olmuş bataryasının, şehit ve yaralı olmuş bir sürü arkadaşının intikamını bir hamlede alırcasına, topu İngilizlerin gemisine doğru ateşledi. Ardından bir mermi daha, sonra üçüncüsü, tam kalbinden vurmuştu hedefini…

O dakikalar için Seyit bir keresinde, “Önde giden geminin birisine nişan aldım. Ali dedim, sen öndeki gemiye iyi bak. Ya Allah deyip bir odaklandım buna. Ali hemen ‘Vurdun, vurdun Koca Seyit’ diye bağırdı. Geminin olduğu yerde bir duman yayılıvermişti. Biraz sonra duman dağılınca iyice baktık ki, gemi yanlamış, içinde bir telaş, bir tarafını suya gömmeye başlamış bile…”demişti.

Batarya Komutanı Hilmi Bey, gözlerine inanamamıştı. İzlediği olay hayal gibiydi. Koşarak ateşlenen topun yanına geldi. Ve o uzun heybetli namluyu elledi. Gerçekten ateş gibi sımsıcaktı. İngiliz zırhlısını sersemleten ve durduran mermiler bu namlıdan çıkmıştı. Dürbünü gözlerine götürdü, denizin üstünü alevler sarmıştı. İngiliz zırhlısı aldığı top yaralarından batıyordu. Hilmi Bey; “Koca Seyit sen mi ateşledin topu?”diye sordu. Ali; “Evet komutanım, gülleyi tek başına o kaldırdı” dedi. Yüzbaşı Hilmi; “Aferin Koca Seyit, batırdın gemiyi, Şehit arkadaşlarının intikamını fazlasıyla aldın” diyerek Koca Seyit’i kucakladı, defalarca öptü.

Koca Seyit’in öyküsü günün geç saatlerinde Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa’nın da kulağına ulaşmıştı… Seyit bundan sonra yaşadıklarını; “Akşam geç vakit Cevat Paşa geldi yanımıza. Şehitler için hem gözyaşı döktü, hem de benim yanaklarımdan öptü. Bir de onbaşılık nişanı getirmiş, onu da kendi elleriyle omzuma taktı ve ‘Söyle oğlum mükâfat olarak başka ne istersin?’ dedi. ‘Sağ ol paşam, mükâfatımı verdiniz, başka bir şey istemem’ deyince de, ‘olmaz oğlum, senin hizmetin çok büyük, iste daha bir şeyler’ deyince, ısrar edince, bu defa ben de günlük tayin olarak elin yarısı kadar peksimet veriliyordu, bu bize yetmiyordu. ‘Çift tayin verirseniz memnun olurum Paşam’ dedim. ‘Çift tayin verdiler ama sonra bunu da almadım’ diye anlatmıştı. (Çanakkale Gazileri / Ahmet Uslu)

***       ***

18 Mart 1915 deniz zaferi kazanıldığında Yarbay Mustafa Kemal 19’uncu Fırka ( Tümen ) Komutanı ve aynı zamanda bu günkü Eceabat’ta Maydos Grup Komutanlığı görevini yürütmektedir.

Koca Seyit’in insanüstü çabasını duyar ve olayın kahramanını görüp tanımak ister. Hizmet Er’ini Mecidiye Tabyası’na gönderip Koca Seyit’i Birliğinden izin alarak Eceabat’taki Komutanlık Karargâhına getirtir. Karşılıklı Türk Kahvesi içerler, aralarında şöyle bir konuşma geçer;

 Kemal Paşa; Koca Seyit sen misin evlat?

Koca Seyit; Benim Komutanım.

-Tek başına nasıl kaldırdın o koca mermiyi?

-İşte! Allah’ın izniyle oluverdi Komutanım. Sanki mermi ufacık bir çam tomruğu gibi geliverdi.

-Peki, sen Komutanlarından hiçbir ödül kabul etmemişsin, varlıklıda değilmişsin, acaba nedendir?

– Olsun Komutanım. Memleketimize kırk yılın başı bir iş, bir hizmet yaptıysak, hemen ödül, mükâfat mı olurmuş. Ben ne yapıverdiysem Al sancağım için, vatanım için yapıverdim Komutanım!

– Peki, evlat o mermiyi kaldırdığın gibi beni de kaldırabilir misin? deyince, Koca Seyit biraz duraklar. Sonra, Yarbay Mustafa Kemal Paşa’nın yüzüne anlamlı şekilde bakıp, sorusunu yanıtlar.

– Hayır Komutanım.

-Niye, ben bir mermiden daha ağır mıyım ki?

– Mermi başka siz gene başka Komutanım. Sizi ben değil kimsecikler kaldıramaz. Çünkü sizin gibi Komutanların büyüklüğü, ağırlığı bir mermi ile ölçülemez, Komutanım!

Koca Seyit’in bu cevabı Yarbay Mustafa Kemal’i fazlasıyla memnun eder. Kahramanı saygılı, yiğit ve güvenilir bulur. Atatürk’ün aklına bir soru daha yöneltmek gelir:

-Ee, Koca Seyit, sen ki eski bir askersin. Askerlikten bıktın mı bakalım? Terhis olup da evine döndükten sonra bu ocağa seni yeniden çağırsalar severek, isteyerek, gönlünce yine koşar gelir misin?

Koca Seyit hiç düşünmeden;

-Tabi ki gelirim Komutanım. Değil dokuz sene on sekiz sene de askerlik yapsam sizin gibi Komutanlar çağırdığında yine de koşup gelirim, cevabını verir.

Mustafa Kemal, her zaman yaptığı gibi cephede başarılı olan askerlerine  bazen bir paket sigara bazen de yanında taşıdığı gümüş işlemeli tütün tabakasını mükâfat olarak hediye etmektedir. Koca Seyit’e de kendisinin bizzat kullandığı sigarasını koyduğu gümüş işlemeli tütün tabakasını hediye eder.

Seyit Onbaşı, köyüne döndükten sonra, dağdan topladığı odunları satarak hayatını kazandı. Odun kömürü yaptı, sattı. Daha sonraki yıllarda yaşlanıp tomrukları derelerden çıkaracak takati kalmayınca Havran’da bir zeytinyağı fabrikasında hamallık yaptı.

Çanakkale’deki kahramanlığından hiç söz etmedi. Taa ki, 9 Şubat 1923 günü, Mustafa Kemal Paşa’nın, Edremit’e giderken uğradığı Havran’da, Kaymakam’a, “Burada Çanakkale kahramanı Seyit Onbaşı olması lâzım; onu tanıyor musunuz” diye sorar. Kaymakam, mahcup bir şekilde tanımadığını söyler! Atatürk;  “Onu bana bulun” emrini verir.

“Yaptığınız, milletin kahramanlarına vefasızlıktır. Kendisini tanıyın ki, bu topraklar üzerinde yaşamanın bir bedeli olduğunu bilesiniz” der.

Kaymakam, hemen Koca Seyit’i buldurur. Seyit’in üstü başı perişandır. Kaymakam, kendisinin bir takım elbisesini giydirdikten sonra, Koca Seyit’i Mustafa Kemal Paşa’ya çıkarır.

Mustafa Kemal Atatürk, Koca Seyit’i görmekten çok memnun olmuştur. Ancak, üzerindeki elbisenin kendisine ait olmadığını öğrenince, ona maaş bağlatmak ister.

Koca Seyit, “Paşam, geldiğini duyunca çok sevindim, beni aradığını duyunca dünyalar benim oldu. Paşam, ben vücudumu devlete satmam, vatanım için ölürüm ama bu maaşı kabul edemem. Ben ormandan kestiğim ağaçları satıp geçimimi sağlıyorum, bana engel olmasınlar yeter” der.

Yoksul ama onurlu hayatını sürdüren Koca Seyit,1939 yılında, daha 50 yaşındayken, ciğerlerinden rahatsızlanır, kısa süre sonra da hayatını kaybeder. Ölümünün üzerinden yıllar geçtikten sonra, köyüne adı verilir ve köy, “Seyit Onbaşı Köyü” adını alır. Köy meydanında adına bir park yapılır. (Canakkalesehitlik.net)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık