• 31 May 2018, Thursday 19:07
CelalDurgun

Celal Durgun

‘Aziz Nesinlik’ gerçek bir öykü

‘sözün özü’ Celal DURGUN / [email protected]

 

FETÖCÜ polislerin iş başında olduğu, FETÖCÜ savcıların uyduruk ihbarları ciddiye aldığı,

FETÖCÜ hâkimlerin, geleni tutuklayıp zindana gönderdiği;

Radyo ve televizyonların, “son dakika haberleri” diye bas bas bağırdığı;

Gazetelerin, henüz duruşması bile yapılmamış davanın sanığını “suçlu” ilan ettiği;

Başbakan’ın, davanın savcısı olduğu, özel aracını FETÖCÜ savcıya verdiği;

“Düşün adamlarının”, Fetullah’a övgüler yağdırdığı;

Aklın, mantığın durduğu, vicdanın ayaklar altına alındığı;

Askerlerin, siyasilerin, toplum önderlerinin, demokratik kitle örgütlerinin “töhmet” altında tutulduğu, yalan, yanlış haberlere “itibar” edildiği;

Sap ile samanın, doğru ile eğrinin, güzel ile çirkinin, gerçek ile iftiranın karıştırıldığı; “acaba” diye kuşkulara kapılanların yanıldığı;

Kozmik Oda’nın didik didik arandığı;

Haksızlığın, hukuksuzluğun kabul gördüğü; anaların, babaların, eşlerin, çocukların feryatlarının duyulmadığı acı dolu günlerdi.

Çok can yandı, çok ocak söndü, çok yürek durdu.

Gülerken ağladığımız, ağlarken güldüğümüz olaylara da tanık olduk.

Bu yazıda, sözde “ERGENEKON” davasında tutuklanan Hayrettin Ertekin’in, hastanede unutulmasının öyküsünü okuyacaksınız.

Aziz Nesin’i anarak; Müyesser Yıldız’ın “Vatan yahut Silivri” kitabından aktarıyorum.

***           ***            ***

Hayrettin Ertekin, işinde gücünde, varlıklı bir yurttaştır. Mutlu bir yaşam sürmektedir.“Sosyete Kuyumcusu” diye ünlenmiştir.Yatı, katı olan zengin biridir.

Çevresi; onu vatanını seven, ülkesiyle övünen Atatürkçü kişiliği ile tanımıştır.

22 Şubat 2008 tarihinde “ERGENEKON” davasından gözaltına alınır.

FETÖ Kumpasında tutuklanan askerlerle birlikte resimlerinin olduğu, toplantılara katıldığı iddiasıyla sorguya çekilir.

Hayrettin Ertekin, iddiaları “deli” saçması olarak niteler, savunmasını yapar, serbest bırakılacağından emindir. Fakat savcılık yurt dışına kaçar gerekçesiyle, tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk eder.

Ertekin, mahkemeye kaçmayacağına dair her türlü güvenceyi vermeye hazır olduğunu anlatır.

“100 kilo altın, dilediğiniz kadar tapu, mahkemenin belirleyeceği kadar parayı teminat olarak verebileceğini” söyler. Ve ekler; “Duruşmalara bir gün bile gelmezsem bütün bunların devlete bağış olarak verilmesini kabul ediyorum” sözünü verir.

Mahkeme, Hayrettin Ertekin’i tutuklar ve Silivri zindanına gönderir.

Ertekin, her savunmasında tutukluluğun kaldırılması için her türlü güvenceyi vereceğini tekrarlar, fakat onu dinleyen olmaz.

Bu arada “kaçar” kuşkusuyla tutukluluğunun devamı istenen Hayrettin Ertekin, muayene için götürüldüğü hastanede unutulur!

Aziz Nesin’i hatırlatan unutulma olayı şöyle gelişir:

***            ***            ***

Hayrettin Ertekin, Silivri 5 No’lu cezaevinin B- 5 koğuşunda kalmaktadır.

Rahatsızlanır, cezaevi yönetimine başvurur.Silivri Devlet Hastanesi’nde Kardiyoloji servisi olmadığından, İstanbul Üniversitesi Kalp ve Damar Cerrahisine sevk edilir.

O sabah büyük bir ring aracıyla dört cezaevi dolaşıp, diğer hükümlü ve tutuklular da alındıktan sonra Haseki Hastanesi’nin bahçesine gelirler.

Hayrettin Ertekin, görevlilerden birine ailesinin telefon numarasını vererek, aramasını rica eder. Görevli isteği kabul eder ve arar. Yakınları hastaneye koşar. Kayıt, kan örneği, efor, MR, muayene aşamasına geçilir.

Muayene sırasında Genç Doktor, “Ergenekon” denilen “canavarı” çok merak ettiğini söyler; Ertekin anlatır.Genç Kardiyolog “bize yanlış şeyler anlatılıyor, demek öyle değilmiş” der.

Film çekimi öğleden sonraya kalmıştır.Ertekin, küçük bir odada beklemektedir.Komutan ailesinin yiyecek getirmesine izin verir.İki yıl aradan sonra ilk kez pide arası döner ve künefe yer.

Öğleden sonra mesai başlar, ailesi ile vedalaşıp film çekimine girer.

Film çekim işi biter, üstünü giyinir.

Teknisyen “şuraya otur, gerekirse yeniden çekim yapılacak, hocayı bekliyoruz” der ve dışarı çıkar.Hayrettin Ertekin, orada bekler, saat dördü geçmiştir; ne gelen vardır, ne giden.

Nihayet içeriye biri girer.“Sen de kimsin” diye sorar.

Ertekin, film çektirdiğini ve doktoru beklediğini anlatır.

Beyaz gömlekli adam kızarak, “yav sen deli misin, doktorun burada ne işi var, radyasyon alırsın, üst kata çık, zaten kimse kalmadı, herkes gitti” der.

Ertekin, “Hocam ben mahkûmum, jandarma gelir şimdi. Tamam, ne kızıyorsun, çıkarım” der ve çıkar.Bakar ki, gerçekten kimse kalmamış.Ortada jandarma da, gardiyan da yoktur. Gözlerine inanamaz. Hızla üst kata doğru koşarak çıkıp yandaki Haseki Hastanesine geçer, bahçede olduğunu düşündüğü cezaevi nakil aracına bakınır. O da yok, gitmişler.

“Cebimde tek kuruş yok, telefon yok ve İstanbul sokaklarında özgürüm, tek başınayım. Rüya mı ne?” diye düşünürken, aklına tuzak ihtimali gelir!

“O iyi kalpli komutan böyle bir şey yapmaz” düşüncesiyle bu kötü ihtimali zihninden kovar.

Hemen bir taksi çevirip, cezaevine ulaşmadan ring aracını yakalamaya karar verir.

Taksiye biner, kestirmeden sahil yoluna, Samatya’dan SSK Hastanesinin önüne inerler.

Düzceli olduğunu öğrendiği taksi şoförüne durumu açık etmemek için, “sür kardeşim, devam et. Ben sana ineceğim yere gelince söylerim” der.

Bakırköy’e geldiklerinde şoför taksiyi saat beşte gececiye devretmesi gerektiğini belirtip, gidecekleri yer uzaksa, başka bir araca binmesini önerir.

Başından aşağıya kaynar sular dökülür, panikler.İnecek de cebinde hiç para yok, saat de tık tık yazıyor. Şoförle muhabbete koyulur, “Bak aslan kardeşim, ben kuyumcuyum. Sen şu gece şoförü işini hallet; Silivri’ye gidip gelelim.Bir saati bulmaz. Mesai bitmeden birini görmem lazım ve bu saatte başka taksi bulamam” der ve şoförü ikna eder.

Tam Ataköy Marinaya yaklaştıklarında, “Onca teknenin arasında sülün gibi bir sağa, bir sola sallanıp, adeta kendisini bekleyen” teknesini görür.Aralarında sadece yüz metre kalmıştır.Binip gitse iki saat sonra Ege’de olacaktır.Tekne de tekne yani, iki adet 450x450 motoru olan bir yat; İstanbul’un en süratli teknesi.

“Yok” der. “Ben suçlu değilim ve kaçmamalıyım. Nasıl olsa bugün yarın tahliye ediliriz.Şeytana uyup bu durumdan faydalanıp kaçarsam, toplum beni yargılar, suçlu ilan eder” diye düşünür.

Bu arada taksicinin cep telefonundan bazı yakınlarını arar.Aradıkları şaşırır, bu telefonlara anlam veremez, bir yığın soru gelir, o da taksi şoförünün durumunu anlamaması için bu sorulara, “merak etmeyin, iyiyim, sonra ararım” gibi kaçamak, yuvarlak cevaplar verir.

Ring aracına yetişmek için acelesi olmasa, para almak için bir tanıdığına gidecek veya bir yakınını çağıracaktır. Oğluyla da konuşur. Oğlunun hiçbir şeyden haberi yoktur, ama bir terslik olduğunu hisseder, panikler; “baba yoksa!... baba yoksa!” “Hayır oğlum, telaşa gerek yok. Seni sonra ararım” deyip, telefonu kapatır.

O anki duygularını da şöyle anlatır:

“Evet, ben cezaevine geri dönmeliydim. Suçum yoktu ve tahliye edilip beraat etmeliydim.Çünkü ben bir iş adamıyım, kaçak yaşayamazdım.Ülkemden bir gün ayrı kalamazdım; özlerdim, ağlayıp geri gelirdim.Bu nedenle cezaevine geri dönmeliydim.İşte “her gün kaçma şüphesiyle itham edilen Hayrettin Ertekin kaçmadı, geldi” demeliydiler.

“Fakat maçın hakemi adil değil; halâ ofsayt düdüğü çalıyor, penaltımızı da vermiyor. Yan hakemler bayrak kaldırıyor. Bir ara orta hakem tahliyemi istedi, 80 celse sonra kuralı değiştirip, hakemi oyundan aldılar. Gel de sen şimdi bu maçın sonuçlarına katlan. Her yerden gol yiyoruz.”

Ring aracına yetişmeye çalışırken, kendini Silivri Kampüsü önünde bulur. Taksiden inip, nizamiye kapısındaki görevliye hastaneye giden büyük aracın gelip gelmediğini sorar, henüz giriş yapmadığını öğrenir.

Nöbetçi uzman kendisini tanır, “Hayırlı olsun Hayrettin Bey, ne zaman tahliye edildin?” der.

“Ne tahliyesi be komutan! Ben hastaneden geliyorum” cevabını verince, şaka yaptığını zanneder, ama gözleri fal taşı gibi açılır.

Ciddi olduğunu anlayınca da hastane sevk bölüm komutanını arar, tabii kıyamet kopar.

10 dakika sonra yüzbaşı gelir, mahkûmları götüren ekibe küfürlerin haddi hesabı olmaz.

Kendisi 175 lira taksi parasını ödeme derdindedir, askerlere, “bende para yok, siz ödeyin, Pazartesi duruşma var, eşim gelince alır veririm.” Askerler aralarında para toplayıp ödemeyi yapar.

Cezaevi ring aracı 20 dakika sonra gelir. Hemen binip, komutana kendisini neden orada bıraktıklarını sorar.

Uzman çavuş, “herkes tamam” deyince hareket etmişler.

Araç komutanı, “kaçsaydın benim anam ağlardı, şimdi hapse ben girerdim” der.

O da, “ben öyle biri değilim, Öğlen hastanede senin yaptığın insanlığa karşı kaçan zaten şerefsizdir” diyerek, üstlerinin epey hışmına uğrayan komutanı teselli etmeye çalışır.

***          ***         ***

Hayrettin Ertekin, 4,5 yıl masum olduğunu, kaçmayacağını tekrarlar.Nihayet 27 Temmuz 2012’de serbest bırakılır.

(KAYNAK - Müyesser Yıldız / Vatan yahut Silivri)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık