• 11 July 2019, Thursday 9:25
CelalDurgun

Celal Durgun

ATATÜRK'Ü KIZDIRAN MASKARALIKLAR

Mustafa Kemal Atatürk, eşi Latife Hanımı da yanına alarak Güney gezisine çıkar.

17 Mart 1923 Cumartesi günü Adana-Mersin hatlarının kavuşma noktası olan Yenice İstasyonu'na varır.

Atatürk'ün sırdaşı Kılıç Ali de geziye katılmıştır.

Mersin'de tanık olduklarını şöyle anlatıyor:

 “Yenice istasyonu Gazi'yi karşılamaya gelen yoğun bir halk kitlesiyle dolmuştu.

Gazi'yi davet etmek için Mersin ve Tarsus'tan da heyetler gelmişti.

Mersin heyetinde ikinci grup milletvekillerinden Gazi'ye muhalif Mersin Milletvekili Ziya Bey de vardı. Ziya Bey, Birinci Meclis'te her şeye muhalif olan, hükümete her türlü güçlüğü çıkaranlardan biriydi. Şimdi de heyetlerin önüne düşmüş, onları Gazi'ye takdim etmeye başlamıştı.

Gazi sert bir çehre ile Ziya Bey'e döndü ve şu uyarıyı yaptı:

“Sizin takdiminize gerek yok. Ben onları tanırım”

Heyetle bizzat kendisi tanıştı, yürümeye başladı.

Tren'e binerken de bize şöyle dedi.

“Bu adamı yanıma sokmayın. Fena muamele yaparım.”

Ziya Bey'e bunu özellikle hissettirdim. Fakat nedense dinlemedi.

Mersin'e geldik.

Gazi, hükümet konağına gitti. Orada da resmi kabul vardı.

Ziya Bey, uyarıma rağmen orada da Gazi'ye sokulup gelenleri takdime başlamaz mı?

Gazi fena halde sinirlendi:

“Seni buraya teşrifat memuru mu yaptılar be adam? Çekil buradan.”

Sonra da orada hazır bulunanlara ve heyetlere şunları söyledi:

“Bana muhalif olanlara bir şey diyemem. Bunlar, görüş ve düşüncelerinde, kararlarında serbesttirler. Hatta böylelerini takdir bile ederim. Fakat hiç bir fikre ve karara dayanmayarak benden ayrılıp, şimdi de beni seven bu halka karşı güya benimle berabermiş gibi göstermeye kalkanların ikiyüzlü siyasetlerine de müsamaha gösteremem.”

Mersin o tarihte kozmopolit bir şehir idi. Konuşulan diller arasında en az duyulanı Türkçe'ydi.

Bu durum Gazi'nin sinirine dokunuyordu. Üstüne üstlük, ziyaret ettiği belediyede, Mudafaa-i Hukuk Cemiyeti'nde, Türk Ocağı'nda, okullarda hep ya kızacağı bir aksaklıkla ya da çatacağı bir sakarlıkla karşılaşıyordu.

Belediye, otellerin birinde Gazi'ye bir öğle yemeği veriyordu.

Nal şeklindeki büyük sofrada Gazi'nin tam karşısına Fransız konsolosunu ve onun yanına da Osmanlı Bankası'nın levanten  bir müdürünü oturtmuşlardı.

Belediye Başkanı ayakta, güya ev sahibi olarak sofraya hizmet ediyordu.

Gazi, belediye başkanına sinirlendi. Ona dönerek şöyle dedi:

“Resi Bey! Belediye Başkanları hizmetkarlık etmez, lütfen yerinize oturunuz.”

Yemekten sonra belediye bahçesine gidilecek, orada halkla konuşulacaktı.

Yollar, duvarların, ağaçların üzerleri, evlerin bahçeleri, balkonları, çatıları mahşer gibi, adeta üst üste yığılmış insan kalabalıklarıyla doluydu.

Bahçe kapısının iki tarafına kız öğrenciler sıralanmış, saygı durumunda duruyorlardı.

Sağ sıradakiler çiçek gibi giyinmiş, tertemizdiler.

Bunlar şehrin kozmopolit kesimine mensup olanların çocuklarıydı.

Sol sıradakiler ise nalın ve takunyalı, perişan kıyafetli Türk çocuklarıydı.

Gazi, sol sırayı oluşturan bu çocuklarla ilgilendi.

Bir aralık Milli Eğitim müdürü yanına sokularak, “Sağ taraftakiler de bekliyorlar efendim”demez mi?

Gazi, hiddetle bağırdı:

“Burada teşrifatçılık yapacağınıza memleketinize, dilinize, hakim ve sahip olun'”

Bahçenin tam orta yerinde taht şeklinde iki koltuk hazırlanmıştı.

Buraya birkaç merdivenle çıkılıyordu.

Koltukların birinde Gazi, diğerinde Latife Hanım oturacaktı.

Gazi, bahçeye girip bu tahtı görünce daha çok kızdı:

“Bu ne maskaralık?”

Tahta sandalyelerden birini aldı, rastgele bir yere oturdu.

Program gereğince, o tarihte  Mersin'de doktorluk yapan Reşit Galip Bey, Mersin Türk Ocağı Başkanı sıfatıyla bir konuşma yapacaktı.

Gazi ve hepimiz, Reşit Galip Bey'i ilk kez orada böyle tanıdık.

Atatürk sinirli olduğu için Reşit Galip bir türlü konuşmaya cesaret edemiyordu.

Latife Hanım'dan rica edildi.

Gazi'den izni o aldı.

Dr. Reşit Galip kürsüye çıktı. Konuşmaya başladı, Atatürk'ü çeşitli yönleriyle anlattıktan sonra, doğrudan doğruya kendisine şöyle hitap etti:

“Senin asıl büyüklüğün, 'Milletin bir ferdiyim' diye övünmendir.”

Bu söz Gazi'nin çok hoşuna gitmişti.

Anadolu'da, halkın içinde çalışan bu genç doktorun samimi sözleri dört beş saattir devam eden asabiyetini hafifletmişti. (Atatürk'ün Sırdaşı Kılıç Ali'nin Anıları – Derleyen Hulusi Turgut)

                                                           ***

Şerafettin Turan, Dr. Reşit Galip'in sözlerini şöyle özetliyor:

"Sizin karşımızda, zaferlerinizden bahsetmeye lüzum var mı?

Grueland'daki Eskimolardan Afrika 'nın yanık ve kızgın çölleri ortasında sam yellerinden haber uman zencilere kadar herkes öğrendi.. Sen bu milletin yalnız müncisi (önderi), yalnız bir halaskarı (kurtarıcısı) ve yalnız bir kahramanı değilsin, Sen bunlardan daha çok büyüksün;

Sen bu milletin bir ferdisin.

Senin en birinci büyüklüğün bu milletin bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar etmekliğindir..."

Reşit Galip'in konuşmasından memnun olan Atatürk;

"Genç ve çok kıymetli doktorumuz Reşit Bey'in sözleri bence iki nokta-i nazardan kabili taksimdir: Birincisi doğrudan doğruya kalbinin, vicdanımın ve muhterem Mersin halkının vicdanına, benim kalbimdeki hissiyata tercüman olan hissiyatıdır. Buna teşekküri ile iktifa edeceğim. Hakikaten muhterem doktorun dediği gibi, benim için dünyada en büyük mevki ve mükafat milletin bir ferdi olarak yaşamaktır” der.

 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık