• 03 August 2017, Thursday 19:35
CelalDurgun

Celal Durgun

Zübeyde Hanım / 3

‘sözün özü’  - Celal DURGUN / [email protected]

Hani şu cumhuriyet karşıtı “yobaz” var ya.

Hani şu uygarlık düşmanı “gerici!”

Hani şu aydınlanmaya sırtını dönen “karanlık adam!”

Hani şu kadın düşmanı!

Hani şu “prof” kılıklı cahil adam!

Hani şu akla, fikre, izana ters düşen; akıl dışı, fikir dışı, izan dışı görüşleriyle insanı çileden çıkaran zekâ yoksulu, akıl fakiri, kalem acemisi; kansız, vicdansız, yüreksiz, iftiracı “adam!”

Hani şu yalan, yanlış, yanlı kaynaklara sığınarak kin dolu, yalan dolu sözlerin sahibi “zavallı!”

Uydurduğu yalanı yayan! Kendi yalanına inanan!

Sonra kaçıp saklanan, yakalanınca “tövbe” eden!

“Yanlış anlaşıldım” diye günah çıkaran!

Kara sesin temsilcisi, kara vicdanlıların sözcüsü; tescilli Atatürk düşmanı, devrim karşıtı “densiz!”

Atatürk’e, annesine “kara” çalıyor, iftira atıyor, akla ziyan sözler ediyor…

Bile bile, göz göre göre yalana başvuruyor!

Zübeyde Hanım’a akıl almaz iftirada bulunuyor!

Aklı sıra Atatürk’ü karalayacak!

Hadi oradan cahil cühela, “bilim adamı” görünümlü sahtekâr!

Yalancısın, müfterisin.

Zübeyde Hanım; arlı, namuslu, namazında, niyazında, yüreği evlat sevgisi ile çarpan anaç bir annedir.

Vatanı kurtaran, ulusu yaratan, uygarlığın yolunu açan, hak-hukuk ve adaletten ayrılmayan; yalnız Türkiye’nin değil, yeryüzündeki bütün ezilen ulusların önder kabul ettiği Mustafa Kemal Atatürk’ü doğurup büyüten; eğriyi, doğruyu, iyiyi, güzeli öğreten kadındır.

Eşini erken yaşta kaybetmiş, varını yoğunu evlatlarına adamış; evlat acısı ve evlat hasreti ile günlerce ağlamış ciğeri yanık, gözü yaşlı bir annedir.

Halep oradaysa, Arşın buradadır.

Yüzlerce belge, söz, anı seni yalanlıyor.

Zübeyde Hanım’ın kızı, Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan, annesi ile babasının nasıl evlendiğini, ne kadar mutlu bir yaşam sürdürdüklerini Şemsi Belli’ye anlatmış.

Oku, öğren, düşün, taşın ne denli “boş” kişi olduğunu gör.

*** *** ***

“Büyük pederim (Hacı Sofulardan Feyzullah Ağa) ve büyük validem (Ayşe Hanım), Selanik’e bir saat mesafedeki Langaza’da otururlarmış… Orada malları ve çiftlikleri varmış… Annem Zübeyde Hanım, bu çiftlikte büyümüş… O zaman güzel bir genç kızmış…

Bir gün yorgan kaplarken annemin dizine yorgan iğnesi batmış… İğneyi çıkarmak için hemen bir arabaya koyup Selanik’e getirmişler… Doktor müdahalesiyle annemin dizine batan iğne çıkarılmış… Çıkarılmış ama Selanik’in havasını beğenen annem, çiftliğe dönmek istememiş…

Bu sıralarda Selanik’te bulunan ve henüz bekâr bir erkek olan babam, evleneceği kızı aramakla meşgulmüş… Bize naklettiklerine göre babam annemi şahsen tanımadan evvel onu rüyasında görmüş… İşte bu sıralar garip bir tesadüf babamı, rüyasında gördüğü genç kızla karşılaştırmış… Babam, annemi çok, pek çok beğenmiş… Zaten evlenmek niyetinde olduğu için derhal ailesinden istemiş… İstemiş ama veren kim?

Büyük validem, bir hayli mukavemet göstermiş: Vermem demiş, benim evlendirilecek kızım yok!

Israr etmişler, rica etmişler, nihayet büyük validem biraz yumuşamış.

Sırmalı kaftan isterim, sırmalı fotin isterim… Şunu isterim, bunu isterim demiş durmuş.

O zaman babamın maaşı sadece üç altın lira. Bu kadarcık para ile müstakbel kayınvalidesinin arzusuna cevap veremeyeceğini anlayan babam, işi başka şekilde halletmek çarelerini düşünmüş.

Annemin üvey kardeşini bularak kendisine yardım etmesini rica etmiş. Üvey dayım, ne yapmışsa yapmış, büyük validemin de, annemin de gönlünü razı etmiş.

Annem Zübeyde Hanımla, babam Ali Rıza Efendi işte bu şartlar içinde ve bu kadar engellerden sonra evlenebilmişler.

Annemle babamın ilk evlilik yılları çok mesut geçmiş. Validemin dört tane nur topu gibi çocuğu olmuş. Biri Mustafa, biri Fatma, biri Ahmet, diğeri Ömer; Hepsi ölmüşler. Yalnız Mustafa kalmış. Dört buçuk yaşına kadar bütün sevgi ve ihtimamını annem, Mustafa üzerine toplamış. Fakat diğer çocuklarının ölümünün acısını da bir türlü unutamamış.

Babam, tam iki sene Ağabeyim Mustafa’nın elinden tutarak onu mektebe götürüp getirmiş. İşte bu sıralarda amansız bir hastalık yuvamızın saadetini birdenbire bozuvermiş.

Rahmetli pederim Ali Rıza Efendi bağırsak veremine yakalanmış. Tam üç sene çekmiş.

İşte bu üç sene içinde ben dünyaya gelmişim. Daha sonra da hemşirem Naciye, kırk günlük bir bebekmiş.

Babamın ölümü ailemizi çok sarsmış, annemin Ali Rıza Efendi ile evlenmesini temin eden dayım bu vaziyet karşısında; “B izdivaca ve bu neticeye mademki ben sebep oldum” demiş, “size bakmaya da mecburum ...”

Annem, her ay dayımın eline birkaç altın lira verir, dayım da bu para ile evimizin bütün ihtiyaçlarını temine çalışırmış; Perişan değiliz fakat mahzun ve mükedderiz.

Annem, her sofraya oturuşunda lokmalar boğazında düğümlenirmiş.

“Nerede benim kocam?” diye haykırırmış.

“Nerde benim saltanatım?

Nerde saadetim, sevincim, halayıklarım?

Nerede…”

*** *** ***

Yolunuz İzmir’e düşerse, Karşıyaka’ya gidin Zübeyde Hanım’ın mezarını ziyaret edin, onu sevgi ve saygıyla yâd edin.

Bütün Kadın Kuruluşlarına, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin tüm şubelerine sesleniyorum:

Zübeyde Hanım’a, atılan bu büyük yalanı açıklamayla kınamak yetmez; Zübeyde Hanım’ı, mezarı başında anmak için “Saygı Turları” düzenleyiniz. İftiracıyı Zübeyde Hanım’ın mezarında lanetleyiniz.


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık