• 23 January 2020, Thursday 9:27
CelalDurgun

Celal Durgun

LAİK ATATÜRK

Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, olmazsa olmazlarından biri de laiklik ilkesidir.

Ulusal Kurtuluş Savaşı'ndan sonra yerleştirmeye çalıştığı en önemli devrimidir.

Atatürk'e göre laiklik; birliktir, beraberliktir, hoşgörüdür, çağdaşlıktır, akıldır, bilimdir, demokrasidir, özgürlüktür, eşitliktir, ilerlemedir, yaşamdır, insan haklarıdır.

Prof. Dr. Cihan Dura, Atatürk'ün laiklik anlayışını şöyle özetliyor:

“Laiklik ilkesi devrimcilikle birlikte Ataöğreti'nin uyum ilkelerindendir. Millet hayatında aklın, bilimin, doğru bilginin belirleyici olmasını mümkün kılar. Din gereğidir diye geçmişe ve yanlış geleneklere bağlı kalmanın önüne geçer.”

***

Mustafa Kemal Paşa Meclis Başkanıdır. 1. Meclis'te “laiklik” tartışması vardır. Meclis'in tanınmış din bilginlerinden biri kürsüye çıkar, alaycı bir tavırla;

“Arkadaşlar, bir laikliktir gidiyor, affedersiniz ben bu laikliğin manasını anlayamıyorum” der.

Başkanlık kürsüsünde oturan Mustafa Kemal Paşa dayanamaz, elini kürsüye vurarak;

“Adam olmak demektir hocam, adam olmak!”

Mustafa Kemal Paşa'dan beklemediği yanıtı alan milletvekili, bir süre sonra sakalını keser, bıyıklarını inceltir, bilim adamı olarak çalışmalarını sürdürdüğünden Atatürk'ün sevgisini kazanır.

Atatürk, daha sonraki konuşmalarının birinde “adam olmak” cümlesine açıklama getirir.

“Bununla şunu demek istedim ki, laik insan ilhamlarını gökten ve gaipten almaz, dinsel doğmalardan almaz, doğrudan doğruya yaşamdan alır. Din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmaz, kasıt ve fiile dayanan bağnaz hareketlerden uzak durur. Dinin, mezhebin siyaset aracı olarak kullanılmasına karşı çıkar. Gericilere fırsat vermez.”

***

Milli Mücadele'nin ilk günlerinde, emperyalist devletler ile içimizdeki işbirlikçileri yalan propagandaya başlamışlardır. Mustafa Kemal'e ve arkadaşlarına her türlü hiyaneti yapmaktadırlar.

Mustafa Kemal ve arkadaşlarını “dinsiz ve imansız!” ilan etmişlerdir.

O günlerde Mustafa Kemal Paşa, yanına bazı arkadaşlarını da alarak, bayram namazı kılmak üzere Ankara'daki Hacı Bayram Camii'ne gider. Kılıç Ali de Atatürk'le beraberdir.

Tanık olduklarını şöyle anlatıyor:

“Mustafa Kemal Paşa'nın bu bayram namazına gitmesi, o günkü durum ve yapılan olumsuz propaganda karşısında adeta gerekli olmuştu. Cami hınca hınç insan doluydu. Halk cami dışında, sokaklarda hasır, kilim, hatta paltolarını yere sererek üzerlerinde namaz kılmaya hazırlanmıştı.

İçeride yer bulamadığımız için araya araya sokakta, diz çöküp oturan halkın arasında güçlükle bir yer bulduk ve biz de hasırların üzerine oturduk. O sırada bir hoca vaaz ediyordu. Hoca, bir günahkar Müslüman'ın öldükten sonra yedi başlı bir yılandan çekeceği kabir azaplarını anlatıyordu.

Paşa, hocayı dinledikten sonra bir ara kulağıma eğilerek şöyle fısıldadı:

“Sabretmek lazım. Bu saçmalıkları daha birkaç zaman çarnaçar dinleyeceğiz!”

Aradan bir gün geçmişti. Bir gezi sırasında camiye de gitmiştik. Orada da bazı cahil vaizler birtakım uydurmaları saf halka nakledip duruyorlardı.

Mustafa Kemal bu kez dayanamadı, ayağa kalkarak vaaz etmeye başladı:

“Efendiler! Camiler birbirimizin yüzüne bakmamız, yatıp kalkmak, saçma sapan konuşmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadetle birlikte din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret için kurulmuştur. Millet işlerinde her ferdin zihni, başlıbaşına faaliyette bulunmak elzemdir. İşte biz burada din ve dünya için, istikbal ve istiklal için, bilhassa hakimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım.”

***

1930 yılında yapılan Birinci Tarih Kongresi'nden sonra Marmara Köşkü'nde çay partisi verilir.

Çay partisinde, profesörler, ortaokul ve lise öğretmenleri ile Atatürk'ün arkadaşları vardır.

Çaylar içilirken, tatlı sohbetler de yapılır.

Öğretmenlerden bir Atatürk'e sorar:

“Paşam, din gerekli midir? Hilafetin kaldırılması iyi mi olmuştur?”

Atatürk, sakin bir tavırla soruyu yanıtlat:

“Din gerekli bir kurumdur. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası vardır ki, din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfının din simsarlığına izin verilmemelidir. Dinden maddi çıkar sağlayanlar menfur (iğrenç, tiskindirici) kimselerdir. İşte biz bu duruma karşıyız ve buna izin vermiyoruz. Din ticareti yapan bu gibi insanlar, saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizin asıl mücadele ettiğimiz ve edeceğimiz bu kesimlerdir.

Hilafet'e gelince; işin garibi bazı arkadaşlardan, özellikle dışarıdan bana hilafet teklifleri gelmiştir. 'Siz halife olunuz' demişlerdir.

Ben bu tekliflere daima gülerek cevap verdim. Hilafet gereksiz, hatta zararlı bir kurum haline gelmiştir. Bundan beklenilen amaçlar gerçekleşmemiştir. Dünya Savaşı'nda gördük:

Müslümanlar halife ordularına karşı savaştılar. Halife ordularını Suriye'de arkadan vuranlar oldu. Bunlar aynı halifeye karşı, gönderilen Türk askerlerini şehit etmişlerdir. Hilafet yararlı konumunu korusaydı, İslam dünyasının buna sahip çıkması, saygı göstermesi gerekirdi.

Dinle hilafeti birbirinden ayırt etmek gerekir. Birincisi ne kadar yararlı ise, ikincisi o kadar gereksiz olmuştur. Hilafeti kaldırdığımız günden beri kimsenin buna sahip çıkmaması, Müslüman dünyanın halifesiz de yürüyeceğini ve yürümekte olduğuna en güzel örnek değil midir?”

***

Atatürk, din ve mezhep konularında şunları öğütlüyor:

“Din ve mezhep herkesin vizdanına kalmış bir iştir. Hiç kimse, hiç kimseyi bir din veya mezhep kabulüne zorlayamaz. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz...

Bizi yanlış yola sevk edenler, o habisler, çoğu zaman din perdesine bürünmüşler, hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir, saf ve temiz halkımızı. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz görürsünüz ki, milleti mahveden, tutsak eden, harap eden kötülükler hep din kisvesi altındaki küfür ve melanetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırırlar.”

***

Savaş meydanlarının komutanı, devletimizin kurucusu, devrim günlerimizin öncüsü Gazi Mustafa Kemal Atatürk, militan bir laiktir. Dinin, devlet işlerine, sosyal yaşama yön vermesini durdurmuş, siyaseti din cambazlarının elinden almıştır. Aşağıdaki sözleri dikkatle okuyunuz:

“Taassup, bağnazlık cehalete dayanır. Dolayısıyla taassubu olan, cahildir. Bilim mutlaka cehalete galebe çalar. O halde halkı aydınlatmak lazım. Birtakım boş şeyler söyleyebilirler. Dolayısıyla onları eleştirmek ve eleştirerek çürütmek lazımdır. Her yeni devrimin bir karşı tepkisi olacaktır. Kamuoyunu onların yalan, yanlış tevillerine kaptırmayarak aydınlatmak lazımdır. Hükümet dinsizdir demek, kamuoyuna 'hükümete saldırın' demektir...

Ben şahsen sahte alimlerin düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım; yalnız benim kişisel imanıma, yalnız benim amacıma bir kasıt değildir; aynı zamanda, benim milletimin hayatıyla ilgili olduğundan, o adım milletimin hayatına karşı bir kasıttır; o adım milletimin kalbine yollanmış zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı fikirde olan arkadaşlarımın yapacağı tek şey vardır bu durumda: O adımı atanı mutlaka ve mutlaka tepelemek... Bunun üzerinde bir şey söylüyeyim size: Tutalım ki bunu sağlayacak yasalar olmasın, bunu sağlayacak Meclis olmasın, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilip ben tek başıma kalsam, yine tepelerim, yine öldürürüm.

Kısacası, kara bağnazlık seni parçalamaya bile kalksa, başını vereceksin, eğilmeyeceksin!...

KAYNAK : 1- Kılıç Ali'nin Anıları

2- Ataname / Cihan Dura


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık