• 13 February 2020, Thursday 8:40
CelalDurgun

Celal Durgun

DEVRİMCİ ATATÜRK (3)

 

Yıl 1924, Atatürk Konya'dadır.

Konyalılar, Atatürk'ü büyük bir sevgi ile bağrına basmıştır.

Atatürk ve yanındakiler durumdan hoşnutturlar.

Konyalılar, Atatürk ve arkadaşlarına sofra hazırlamışlardır.

Yemeğe, Konya milletvekilleri ile Konya Valisi ve şehrin ileri gelenleri de davet edilmiştir.

Atatürk, arkadaşları ve davetliler sofrada buluşurlar.

Davetliler arasında bulunan Konya Milletvekili Refik Koraltan bir ara ayağa kalkar:

“Atatürk olmasaydı Kurtuluş Savaşı'nın yapılamayacağını, yapılsa bile başarıya ulaşamayacağını” dile getirir, “memlekette yapılmış ve yapılacak işler için Atatürk'ün başımızda olması gerektiğinin” altını çizer ve sözlerini şöyle tamamlar:

“Tanrı seni başımızdan eksik etmesin.”

Koraltan'ın sözlerine sofrada bulunan zevatta katılmıştır.

Atatürk'ün neşesi kaçmıştır, ince dudaklarını dişleriyle ısırır, Refik Koraltan'a bakarak:

“Beyefendi, bütün yapılanlar herkesten önce, büyük Türk Milleti'nin eseridir. Onun başında bulunmak bahtiyarlığına ermiş bulunan bizler ise, ancak onun şuurlu fedakarlığı sayesinde ve fikir ve iman birliği içinde müşterek vazife görmüş, öylece başarı kazanmış insanlarız. Hakikat bundan ibarettir” der.

Koraltan; “Hakikat, sizin bu yurdu kurtardığınız, her şeyi sizin yaptığınızdır. Tevazu gösteriyorsunuz; fakat bizim bu kadar yüksek tevazuya bile tahammülümüz yoktur.”

Bu tür konuşmalardan rahatsız olan Atatürk, yüksek sesle:

“Efendim, müsaade buyurunuz, ortada tevazu falan yok... Gerçeğin ifadesi vardır.

Zatı alinize bir şey hatırlatacağım; elbette dikkat etmişsinizdir.

Ben, önümüze çıkan meseleler hakkında her zaman uzun uzun konuşur, istişarelerde bulunurum; herkesi söyletir ve dinlerim. İtiraf edeyim ki, konuşulacak meselelerin hal şekilleri hakkında vazıh (açık-belli) bir fikre sahip olmadan müzakerelere girdiğim görülmemiştir.

Bu konularda yalnız arkadaşlarımı, yani sizleri dinledikten sonradır ki, kanaate varmışımdır. Binaenaleyh, tatbikatta olduğu gibi, verilen kararlarda da hepinizin hissesi vardır, bunu bilesiniz... Şimdi konunun ince noktasına geliyorum.

Beyefendi; içeride ve dışarıda şahsıma karşı suikastler tertip edilmesinin sebep ve hikmeti nedir, hiç düşündünüz mü? Bu tertiplerin peşinde koşanların benimle şahsi bir alıp verecekleri mi vardır?

Hayır! O halde, neden beni ortadan kaldırmak istiyorlar?

Cevap vereyim:

Çünkü devrimci Türkiye Cumhuriyeti'nin benimle kaim olduğunu; ben gidince yıkılacağını; bu suretle haince emellerine kavuşacaklarını vehm ediyorlar da ondan... Sizin sözlerinizin de onların sakat muhakemelerine uygun olduğunu bilmem farkediyor musunuz? Çok rica ederim Beyefendi, eğer samimi iseniz, bu fikri kafanızdan çıkarınız. Hatta öyle düşünenlere rastlarsanız, onlara da aynı şeyi ihtar ediniz.

Herkes, milli vazife ve mesuliyetini bilmeli ve memleket meseleleri üzerinde o zihniyetle düşünüp çalışmayı itiyat edinmelidir” der ve bir süre sustuktan sonra sofardakilere hitaben:

“Efendiler, size şunu söyliyeyim ki, devrimci Türkiye Cumhuriyet'ni benim şahsıma kaim zannedenler çok aldanıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti her manası ile büyük Türk Milleti'nin öz ve aziz malıdır. Kıymetli evlatlarının elinde daima yükselecek, ebediyyen payidar olacaktır. Şimdi rica ederim, artık bu bahsi kapayalım, bir daha da tekrar etmeyelim.”

***

Mustafa Kemal, serüvenci devrimcilerden değildir. O, atacağı her adımı, yapacağı her devrimi ölçer, biçer, tartar, eksisini, artısını hesaplar, konunun uzmanlarıyla konuşur, arkadaşlarına danışır ve kararını verdikten sonra yola devam diyen akılcı devrimcidir.

Toplumun ihtiyaçlarından doğmayan, aklın ve bilimin kabul etmediği, çağın gerekleriyle uyuşmayan; geçici, reformist hareketlerden uzak durmuştur.

Atatürk, atılan her atılımın, gerçekleştirilen her devrimin özünde, halkın bulunduğuna işaret eder:

“Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır” der.

Atatürk, akıl dışı, bilim dışı, uygarlık dışı kalmış kurumları yıkmıştır.

“... bilgisizlik giderilmedikçe yerimizde sayacağız. Yerinde duran bir şey ise geriye gidiyor, demektir... Bin, iki bin, binlerce yıl önceki ilim ve fen dinimizin çizdiği düsturlar, şu kadar bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir.”

Daha işin başındayken, 1923'lü yıllarda şöyle diyor:

“Henüz kurtulmuş değiliz, atılan adımlar, bundan sonra atılması gereken adımların başlangıcıdır. İnsan, başlangıçta iken sonuca eriştiğini savunursa dünyanın en derin gafleti içinde kendisini koşar görürü. Biz, daha çok adımlar atmak zorundayız. Bu adımlar hem çok hızlı, hem de çok uzun olmalıdır... “

“Devrim yasası, var olan yasaların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafalarımızdaki akımı boğmadıkça, başladığımız devrim ve yenileşme bir an bile durmayacaktır. Bizden sonraki dönemlerde de böyle olacaktır.”

***

Ne yazık ki, Atatürk'ten sonra çağdaşlık yolundan sapıldı.

Atatürk'ün kimi arkadaşları, oy avcılığı uğruna, Atatürk ilke ve devrimlerinden ödünler vermeye razı oldular! Dışarıda emperyalist devletlerle, içeride gericilikle uzlaştılar.

Başta laiklik olmak üzere devletçilik, devrimcilik, halkçılık ilkelerinin yok saydılar; Cumhuriyetçilik ve milliyetçilik ilkelerini çıkarlarına göre yonttular.

Bilime, bilimin sonuçlarına değer vermez oldular, aklın yolundan ayrıldılar.

Böyle çalkantılar içinde, yüz bulan, “demokrasi amaç değil araçtır” diyen karşı devrimciler, ödünleri fırsata çevirdiler.

Önce Atatürk'e, Atatürk'ün annesine, babasına hakaretler yağdırdılar, yalana, iftiraya, karalamaya başvurdular. Atatürk'ün yaptıklarını yıktılar, Atatürk'ün kurtardığı toprakları, kurduğu fabrikaları-bankaları, açtığı yolları-köprüleri sattılar; varlıklarımız yağma edildi; tarım-ticaret-yatırım bitti, sanayi gitti...

Tarım konusunda kendine yeten yedi ülkeden biriydik; ete, oto, buğdaya hatta samana muhtaç olduk. Ekonomi batık, demokrasi yaralı, eğitim bitik, sosyal, kültürel etkinlikler zayıf, siyaset genel başkanların tekelinde...

Bilimsel yeterliliği olmayan kişiler “öğretim görevlisi!” O görevliler iktidarın sözcüsü!

O görevliler cehalati “erdem” kabul etmiş! Tarih bilmeyen, tarihçi profesör “ahkam” kesiyor, yalancının, işbirlikçinin yalanını tekrarlıyor!

Dinayetin görevlileri, çocuk yaştaki kızların evlenmesinde sakınca görmüyor! Depremi “imtihan” olarak değerlendiriyor! Dua ederek depremi durdurduğunu ilan ediyor!

Siyasetçi; orucu, namazı, camiyi, zekatı, Kur'anı aracı kılmış!

Türkiye Cumhuriyeti bilgisizlik çukuruna hapsedilmiş!

Daha neler... neler...

Ama bu durum geçicidir. Böyle gelmiş, böyle gitmeyecek.

Türkiye Cumhuriyeti; cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, laik, devletçi ve devrimci günlerine dönecektir.

Böyle gelmiş, böyle gidecek diyenlere Atatürk'ün sözleriyle yanıt veriyorum:

“... İlerleme yolumuzun önüne dikilmek isteyenleri ezip geçeceğiz. Yenilik vadisinde duracak değiliz. Devrim'e başlayan, devrimi tamamlayacaktır. Dünya müthiş bir akışla ilerliyor. Biz bu ahengin dışında kalabilir miyiz?”

***

Tabii ki kalamayız.

Atatürk'ün başlattığı çağdaş uygarlık yolundan dönmeyeceğiz.

Aklın, bilimin gereğini yapacağız.

Çağın dışında kalmış, köhnemiş, küflenmiş düşüncelerle savaşacağız, ortaçağın silahşörleriyle vuruşacağız.

Eğitimi sağlığı, kültürü... yobaz kafalılardan kurtaracağız.

Bilim yuvalarımızın körletilmesine, sosyal yaşamımızın kirletilmesine izin vermeyeceğiz.

Dağımıza, bağımıza, ovamıza, suyumuza; arımıza, balımıza; oğlumuza, kızımıza sahip çıkacağız.

Şanımızı, şerefimizi; vatanımızı, birliğimizi, dirliğimizi koruyacağız.

Siyaseti yağcının, yalancının, çıkarcının elinden alacağız.

Milletimizin başını eğdirmeyeceğiz.

Çok çalışacağız, çok üreteceğiz, çok yorulacağız, asla yolumuzdan dönmeyeceğiz.

Çünkü biz; cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, laik, devletçi ve devrimciyiz.

Çünkü biz; özgürlükçü, eşitlikçi, paylaşımcı; hak-hukuk savaşçısıyız.

Ölmek var, dönmek yok! Çünkü biz Atatürkçüyüz.

“Devrim yasası, var olan yasaların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafalarımızdaki akımı boğmadıkça, başladığımız devrim ve yenileşme bir an bile durmayacaktır. Bizden sonraki dönemlerde de böyle olacaktır.”

Böyle biline.


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık