• 26 July 2018, Thursday 21:22
CelalDurgun

Celal Durgun

Atatürk’ün Son Neşeli Gecesi

Atatürk, kaşıntılarına iyi geleceğini söyleyen doktorunun önerisini dinler.

21 Ocak 1938’de Yalova Kaplıcalarına gelir.

Dr. Nihat Reşat Belger, Atatürk’ü muayene eder; karaciğerinin üç parmak kadar büyüdüğü, aynı zamanda sertleştiği tanısında bulunur.

O güne değin kendisine karaciğer rahatsızlığından bahsedilmediğini söyleyen Atatürk; bir hafta kadar Yalova’da dinlenir. Doktorunun yasaklarını harfiyle uygular.

Kaşıntıları azalmış, iştahı açılmış, biraz da kilo almıştır.

Kendisini iyi hissettiğini söyleyen Atatürk, 1 Şubat günü Gemlik’te Suni İpek Fabrikası’nın açılışına katılır. Aynı gün Bursa’ya hareket eder.

Gelin gibi süslenmiş Bursa’nın caddeleri insan seli gibi dopdoludur.

Halk, Atatürk’ün arabasına doğru yöneliyor, onu yakından görmek için çaba gösteriyordu.

Polisler, izdihama neden olmamak için zaman zaman halka kaba davranmak zorunda kalıyordu.

Şoförüne “durmasını” emreden Atatürk, arabadan iner ve halkın arasına dalar.

Atatürk’ü yanında gören Bursalılar çılgınlar gibi sevinç naraları atarlar.

Bir süre halkla birlikte yürüyen Atatürk, daha sonra arabasına biner ve Çelik Palas’a ulaşır.

O geceyi Çelik Palas’ta geçirir.

2 Şubat günü Bursa’da, Sümerbank Merinos Yünlü Dokuma Fabrikası’nın açılışına katılır. Dönemin Başbakan’ı Celal Bayar, Atatürk’e Dokuma Fabrikası’na neden “Merinos” adının verildiğini şöyle açıklıyor:

 “Güneş dili araştırmalarına göre, Merinos öztürkçe bir kelimedir ve ince, uzunca yün anlamına gelir. İspanya’ya giden İber Türkleriyle oraya intikal etmiş ve o Türklerle oraya giden koyunlar ve yünleri bu isimle anılmışlardır. Bu nedenle Merinos bu fabrika için pek uygun bir isimdir.”

Atatürk, anı defterine aşağıdaki notu yazar:       

“Sümer Bank Merinos Fabrikası, çok kıymetli bir eser olarak milli sevinci arttıracaktır. Bu eser yurdun, hususiyle Bursa bölgesinin endüstri inkişafına (gelişimine) ve büyük milli ihtiyacın giderilmesine yardım edecektir. Eserin başarılmasından Ekonomi Bakanlığını tebrik ederim. Sümer Bank Direktörlüğüne teşekkür ve fabrikayı gördüğüm gibi yüksek bilgi ve tam düzenli idarede direktörüne başarılar temenni ederim.”

Ancak kendisini yorgun hissettiğinden, açılış konuşmasını Başbakan Celal Bayar’ın yapmasını ister. Bayar, kısa bir konuşma yapar. Fabrika alanı gezilir, ilgililerden bilgiler alınır. Tören sona erer.

Doktoru, Atatürk’ün yorgun göründüğünü, yüzünün solduğunu fark eder.

Atatürk, doktorunu dinlememiş, iki açılışa da katılmıştır.

Bursa Belediyesi Atatürk onuruna bir suare (akşam yemeğinden sonra yapılan eğlence) tertiplemiştir. Atatürk, frakını giyer ve vaktinden önce alta iner.

Salondakiler ayağa kalkar, hep birlikte Atatürk’ü alkışlar.

Atatürk, sert, kıvrak adımlarla salonu dolaşır, davetlilerle tokalaşır.

Neşelidir: “Buyurunuz efendiler, kendinizi evinizde saymanızı rica ederim” der.

Saat yediye on vardır.

Yemek salonuna geçilir, at nalı biçimindeki büyük masaya oturulur.

Ses sanatçısı Selahattin Pınar ve Nubar Tekyay da masadadır.

Masada içki de vardır.

Atatürk, Selahattin Pınar’a, “Aramızda teklif tekellüf yok… Sen tambur, Nubar kemençe çalacak, Melahat Hanımefendi ile ben de hanendelik edeceğiz” diye yarenlik eder.

Gülüşürler.

Selahattin Pınar’ın tamburuna dokunmasıyla müzik başlar, şarkıdan şarkıya geçilir.

Atatürk de şarkılara hafif sesle katılır.

Sonra salona bir orkestra gelir, birkaç kişi dans gösterisinde bulunur.

Zaman ilerlemiştir. Atatürk ayağa kalkar:

“Bursalıları bekletmeyelim. Saat on, Bir çeyrek geç bile kalmışız. Bu kadarcık bir gecikmeyi Bursalılar bize bağışlarlar mı?” der.

Çelik Palas’tan çıkılır, Belediyeye gidilir.

Atatürk, basamakları ikişer üçer atlayarak ikinci kata çıkar.

Salondaki hanımlar tuvaletli, erkekler siyah elbise giymişlerdir.

Atatürk’ün hastalığı kulaktan kulağa yayılmıştır.

Kaygı içindedirler.

Ama salona çevik, sağlıklı, enerjik bir genç adam gelmiştir.

İçleri rahatlar.

Atatürk, herkesi kibarca selamlar.

Ege vapurunun orkestrası İstiklal Marşını çalar, kısa bir aradan sonra ağır tempolu valse geçilir. Atatürk, genç bir hanımın önünde eğilir ve onu dansa davet eder.

Birkaç ay sonra yataktan kalkamayacak, dokuz ay sonra dünyaya veda edecek olan insan, büyük bir ustalık ve incelikle vals yapıyordu.

Kimse dans etmedi.

Herkes Atatürk’ün zarif dans edişini izledi.

Vals biter bitmez, avizeleri titreten bir alkış kopar.

Atatürk, genç hanımı yerine bıraktıktan sonra eğilerek selamlar ve kibarca geri çekilir.

Salondakiler, Atatürk’ün yerine gideceğini düşünürken, Atatürk, başka bir hanımın önünde eğilir ve onu dansa davet eder ve salondakilere dönerek:

“Bu sefer beni yalnız bırakmayacağınızı ummak isterim efendim ...”

Salondakiler dansa katılır.

Atatürk’ün sağlıklı olması herkesi çok neşelendirmiştir.

Atatürk’ün önünde duran içki bardağı konulduğu gibi durmaktadır. Bir ara bir kadeh şampanya istemiş, onu da dudağını bile değdirmeden masada bırakmıştır.

Saat bir olmuştur.

Atatürk, orkestranın olduğu yere gider, orkestra şefinden  “Zeybek” çalmasını ister.

Şef, yayını kemanının üzerinde dolaştırır, Atatürk: “O değil, Sarı Zeybek!” diye uyarıda bulunur.

Dimdik, başı yukarda, bacakları gergin, kolları biraz açık, kıpırdamadan durur.

Orkestradan Sarı Zeybek’in heyecan verici ezgileri yükselir.

Atatürk, kollarını kanat gibi açar, kahraman, vakur, yiğit figürleriyle Sarı Zeybek’i oynamaya başlar. Dizlerini yere vururken; sanki ölüme meydan okuyordu.

Salondakilerin; bir veda törenine tanık oldukları için mi, yoksa böyle emsalsiz bir insanla aynı zamanda yaşamanın verdiği gurur nedeniyle mi gözleri dolmuştu?

Atatürk, Zeybek oyununu tamamlar. Saat ilerlemiştir.

Vali’nin hanımını eğilerek selamlar “İzninizi rica edeceğim” der.

Belediye Başkanının hanımını da eğilerek selamladıktan sonra; solonda bulunanlara yüksek sesle:

“İzninizi rica edeceğim. Bursa’nın hakkımda gösterdiği dikkate bu derece zarif bir ifade vermiş olduğunuzu hiçbir zaman unutmayacağım. Hayatımın çok tatlı ve nezih bir gecesini yaşamak fırsatını bana vermiş oldunuz.”

Salon hep birlikte dakikalarca Atatürk’ü alkışlar.

Atatürk, herkesi selamlar, “Geceniz saadetle devam etsin çocuklar” temennisinde bulunur.

Salondakilerin kimi candan ve gönülden bağırıyor, kimi sessizce dua okuyordu.

“Çok yaşa Atatürk! Yaşa, Varol!” sesleri arasında, Atatürk salondan ayrılır ve sokağa iner.

Başı açık şekilde bir süre yürür.

Üşür.

Kendisini takip eden arabasına biner, başını otomobilin bir kenarına yaslar.

Savaş meydanlarının yenilmez komutanı, devrimlerin yorulmaz önderi, o anda neler düşündü, neleri düşledi bilmiyoruz.

Kim bilir, belki zamansız gelen hastalığa isyan etmiştir.

Belki, yeni atılımları gerçekleştirmeye zaman kalmadığına üzülmüştür.

Belki, devrimlerin kökleşmesini görmeden, bu dünyadan göçüp gitmeye hayıflanmıştır.

Belki de…

 

(KAYNAK: CUMHURİYET / TURGUT ÖZAKMAN)

 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık