• 13 December 2018, Thursday 7:50
CelalDurgun

Celal Durgun

KAFANIN İÇİNDEKİ HAZİNE

Atatürk, bilim adamlarına değer verir, onlarla konuşur, fikir alış-verişinde bulunmayı severdi.

Bilim adamlarını dinler, düşüncesini söyler ve savunurdu.

Asla önyargılı olmadı.

Attığı her adımı, getirdiği her yeniliği en ince ayrıntılarına kadar inceler, araştırır, okur ve uygulardı.

Doğruya, iyiye, güzele, hakikate ulaşmak için kimi zaman arkadaşlarına, kimi zaman konunun uzmanlarına danışır, konuşurdu.

Tartıştığı insanlar da olmuştu.

Ancak tartışma nedeniyle kırdığı insanlara geri dönmüş, gönül almasını dabilmiştir.

Bir gün, tarihçi yazar Ahmet Refik Altınay ile “tarih” üzerine tartışırlar.

Altınay, kırılmıştır.

Kırıldığını, Atatürk’ü üzecek şekilde açıklamıştır.

Görevinden ayrılır, Büyükada’daki evine kapanır.

Tartışmanın üzerinden az bir zaman geçmiştir.

Atatürk ve yakın arkadaşları Dolmabahçe’de yemektedirler.

Gecenin ilerleyen saatlerinde Atatürk;

“Büyükada’ya gidelim” der.

Arkadaşları bir anlam veremezler, ama itiraz da etmezler.

Birlikte Büyükada’ya gelirler.

Atatürk; “Yat Kulüpte Ahmet Refik” deyince ziyaretinin sebebi anlaşılır.

Atatürk, Ahmet Refik Altınay’ın gönlünü almak istemektedir.

Altınay’a haber gönderilir.

Atatürk, onu beklemektedir.

Daveti iletenler öylesine acele etmişlerdir ki, Ahmet Refik tıraş olmayavakit bulamamıştır.

Ayrıca, tartışma nedeniyle Atatürk’ün kendisini azarlayacağı endişesi içindedir.

Apar topar, koşarcasınaAtatürk’ün yanına gelir.

Atatürk, Ahmet Refik’i ayakta karşılar, yer gösterir, övgülerde bulunur.

Ahmet Refik rahatlar, Atatürk’ün gönlünü almak istediğini anlar.

Sohbet koyulaşır, konuşma bir süre böyle devam eder.

Bir ara susarlar.

Tam da bu sırada, Atatürk’le birlikte gelenlerden biri, arkadaşının kulağına eğilerek;

“Şuna bak, tıraş bile olmamış” diye eleştiride bulunur.

Atatürk’te, Ahmet Refik’te bu sitemi duymuştur.

Atatürk, Ahmet Refik’i rahatlatmak için; eliyle konuğunun omzunu okşar, yüksek sesle:

“Siz ona bakmayın üstat…

O, insanın yüzündeki kılı görürü ama kafasının içindeki hazineyi göremez” der.

                        ***                             ***

Atatürk, işte böylesine ince, nazik, kibar bir liderdir.

Atatürk’ün sofrasında yemek çeşitliliği değil, fikir çeşitliliği öne çıkmıştır.

Masada, dolu tabakların olduğu gibi kaldığı, ancak görüşmelerin uzadıkça uzadığı anlar çok yaşanmıştır.

Yemek masasının yanında kara tahtanın olduğunu ve Atatürk’ün, elinde tebeşirle kara tahtanın başına geçip konuklarıyla konuştuğunu, yazıp, çizdiğini; ayrıca her tabağın yanında bir not defteri ile bir kalem koydurduğunu da biliyoruz.

Atatürk, her şeyi bilen, her sorunu çözen insanüstü bir kişi olmadığını açıklayan kişidir.

Sosyal konuları uzmanlarına, bilimsel konuları bilim adamlarına sormuş, danışmış; onların görüş ve düşüncelerine değer vermiştir.

Bunu da, açık yüreklilikle ilan etmiştir.

“Ben o adamım ki ordunun ülkeyi, milleti muhakkak bir neticeye götürebileceği noktalarda emir veririm. Bilim ve özellikle sosyal bilim alanına giren işlerde ben emir vermem.

Bu alanda isterim ki, beni bilim insanları aydınlatıp uyarsınlar.

Onun için siz ey bilim insanları, eğer kendi biliminize, kültürünüze güveniyorsanız, bana söyleyiniz, sosyal bilimlerin güzel yönlerini gösteriniz, ben takip edeyim.”

Başka bir konuşmasında; “… Ben yalnızca liyakat aşığıyım. Ben işi hep ehline verdim, ehliyetsizi devlet görevinde tutmadım. Devletin çeşitli makamlarına liyakatli, yetenekli, namuslu, güvenilir, ülkeye hizmette sebatlı ve gayretli elemanlar, müdürler, memurlar atanmasını istedim. Arzu ettim ki her görevli üzerine aldığı işleri, aklını, zekâsını ve yasal yetkilerini sonuna kadar kullanarak, zamanında halletmeye çalışsın, sorumluluk yüklenmekten çekinmesin.”

                        ***                             ***

Ahmet Refik Altınay kimdir:

1880 – 1937 tarihleri arasında yaşamış, tarihçi ve yazardır.

1898’de Harbiye Mektebinden mezun olduktan sonra, Askeri Rüşdiye’de coğrafya, Harbiye Mektebi’nde Fransızca öğretmeni olarak çalıştı.

Tercüman-ı Hakikat ve İkinci Meşrutiyet’ten sonra Millet gazetelerinde başyazarlık yaptı.

Balkan Savaşı’ndan sonra emekliye ayrıldı, 1914’te yüzbaşı rütbesiyle yeniden askere alındı ve askeri sansür müfettişliğine getirildi.

Savaştan sonra Darülfünun’da Osmanlı tarihi okutmaya başladı. Öğretim üyeliğini 1933 Üniversite Reformu’na değin sürdürdü. 1925’te Türk Tarih Encümeni başkanlığına getirildi, daha sonra bu kurulda üye olarak da çalıştı.

Tarih konularına ilgi çekmek amacıyla olayları, dönemleri, kişilikleri yalın bir dille anlattı, bilimsel yapıtlarından çok popüler tarih kitaplarıyla tanındı.

 

KAYNAK: Atatürk’ün Arkadaşı Kılıç Ali’nin Anıları / Ataname / Cihan Dura

 

 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık