• 13 September 2018, Thursday 20:56
CelalDurgun

Celal Durgun

YAŞA MUSTAFA KEMAL PAŞA, YAŞA..

Sözün özü / Celal DURGUN

 

“Ben, bütün İzmir’i ve bütün İzmirlileri severim. Güzel İzmir’in temiz kalpli insanlarının da beni sevdiklerinden eminim… Bütün cihan işitsin ki efendiler, artık İzmir hiç bir kirli ayağın üzerine basamayacağı kutsal bir topraktır!” ATATÜRK

 

Mustafa Kemal Paşa, 24 Ağustos sabahı Ankara’dan hareket etti.

Afyon güneyindeki Şuhut kasabasında geceyi geçirdi.

25-26 gecesi Kocatepe’nin hemen güneyindeki dere içine, Başkumandanlık karargâhına geldi.

Şafakla birlikte saldırı emrini verdi.

Ankara’dan hareket edeceği günün akşamını Keçiören’de yakın adamları ile geçirmişti.

Ayrıldığı zaman bir hayli yorgundu.

Yanındakilere:

“Taarruz haberini alınca hesap ediniz. On beşinci günü İzmir’deyiz”, demişti.

Arkadaşları, içkinin tesiri diye düşünürler, arkasından hafifçe gülüşürler bile…

İzmir’de dönüşünde, karşılayıcılar arasında o gece beraber bulunduklarından bir ikisini görünce:

“Bir gün yanılmışım, dedi ama kusur bende değil, düşmanda!

Mustafa Kemal Paşa, İzmir’e, taarruzun on dördüncü günü girmişti!

            ***      ***

9 Eylül’de ortalık ağarırken ilerleyen süvarilerimiz, yükselen güneşin tatlı ışığı altında İzmir’i bir tablo gibi gördüler.

Bornova’da villaların üzerlerinde yabancı bayrakların sallandıkları görülüyordu.

14’üncü Tümen saat 16’da Karşıyaka’ya girdi.

1’inci Tümen Bornova, 2’inci Tümen Mersinli istikametinde ilerleyerek bu mevkilerdeki düşman artçılarını geriye attılar.

Mersin’lide 211 subay, 1.500 er esir alındı.

İleriye yürüyen süvari Bölüğü Pasaport mevkiine gelince bir Rum’un attığı bomba ile Yüzbaşı Şerafettin Bey başından yaralandığı halde, saat 10.30’da hükümet konağına, 14’üncü Alaydan Yüzbaşı Zeki Bey de kışlaya Türk bayrağını çekti.

Saat 13’te takip kolundan 3’üncü Kafkas Tümeni Süvari Bölüğünden Asteğmen Besim tarafından kaleye bayrak çekildi.

İzmir’in alındığı haberi Ankara’ya bildirildi.

İzmirliler; çoluk çocuk, kadın, erkek, genç, yaşlı herkes yola çıkmış, kimi neşeyle askerlerimize sarılıyor, kimi asker selamı ile selamlıyordu.

Askerlerimizin Kordonboyu’ndaki heybetli geçişi, İzmirlileri coşturmuştu.

Aralarında “Zito, (Yaşa) Mustafa Kemal Paşa” diye bağıran Rumlar bile vardı.

İzmirliler, mis kokulu çiçeklerini kahraman askerlerine sunuyordu.

İzmir’de böylesine coşkulu, neşeli saatler yaşanırken; İstanbul Büyükada’da yaşayan Rumlar, şampanya patlatılıyordu.

            ***      *** 

Falih Rıfkı Atay, İstanbul’daki o kutlamayı şöyle anlatıyor:

“Akşamüstü gene beynimizin içinde aynı burgu, kalbimizin içinde aynı ağrı Büyükada’ya gidiyordum. Aydınlık, ferah bir Ağustos akşamı…

Köpüklü, uyanık ve neşeli bir deniz.

Güverte tıka basa dolu…

Türkçe konuşmayanlarda, birbirinin sözünü kapan bir sevinç var.

Sadece bu sevinç, bizi yıkmaya yeterdi. ‘Ne olmuştu?’ diye sormaktan korkuyorduk.

Fakat içimizdeki sorunun, kimseden aramaya cesaret edemediğimiz cevabı kendiliğinden yayılıverdi:

Başkumandan Mustafa Kemal Paşa bütün karargâhı ile esir olmuş…

Kader insanı öldürmezse derlerse, bu söze inanınız.

Kalp denen şeyin ne dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu ben, o akşamüstü Büyükada vapurunun güvertesinde öğrendim.

Türkleri Büyükada Yat Kulübü’nden kovmuşlardı.

Yalnız bir iki sırnaşık, yolunu bularak içlerine sokulabilmişlerdi.

Bunlar, o akşam cezalarını çekmişlerdi.

Çünkü kulüpte, Mustafa Kemal’in esir olması şerefine kulübün bütün şampanyaları patlıyor ve Türkler de dağıtılan kadehleri içmeye zorlanıyordu.

Ada sokakları, çoluk çocuğun çığlıklarıyla geçilmez bir hale geldi.

Ölümü bir uyku, rahat bir uyku gibi arayarak sabahı ettik.

İlk vapurun en görünmez köşesine sığınarak, iki büklüm köprüye indik.

Bütün Türkleri yas içinde bulacağımı sanıyordum.

Meğer ne kadar soysuzluğa uğramışız.

Acaba sokaktakilerin hepsi, şu veya bu muhipler cemiyeti üyeleri mi idi?

Bizimkiler utançlarından evlerinde mi kalmışlardı?

Bu gülüşler, bu çırpınışlar, bu el sıkışlar ne idi?

Meğer bütün karargâhı ile Başkumandan Mustafa Kemal değil, Yunan Başkomutanı Trikopis esir olmuş…

Bir çocuk gibi sıçramaya başladım. Habere, havadise, telgrafa koşuyordum…

Yunan ordusunu yok etmişiz ve İzmir’e iniyormuşuz…

Ah Mustafa Kemal, Mustafa Kemal, sana ölünceye kadar o günün sevincini ödeyebilmekten başka bir şey düşünemeyeceğim.

Konuşmak için dilim, yazmak için kalemim tutuldu.

Tuhaf şey: İzmir’in alındığı haberi geldiği vakit, içimde artık sevinme gücü kalmamıştı.

Gönlümüz, uzun ve derin uykuya dalmış gibi idi.

Bir hastanın başında günlerce beklemekten sonraki yığılıp kalmaya benzer bir uyku…

Hatta daha fazla ağlamalı bir hal…

İlk Meclisten Muhiddin Baha, bana Ankara hikâyesi anlattı.

Onlar da sevinçten ne yapacaklarını bilmiyorlarmış.

Mecliste bir aralık ellerini yıkamaya gitmiş.

Asık suratlı bir milletvekili görmüş.

Mustafa Kemal muhaliflerinden biri:  

‘Yahu nedir bu halin?’ diye sormuş.

Öteki dudaklarını ısırarak: ‘Ne var sanki? Nasıl olsa İzmir’i bize vereceklerdi. Nesini büyütüp duruyorsunuz?’ diye çıkışmış da! Sonra da:

‘Yunanlılardan kurtulduk. Bakalım Mustafa Kemal’den nasıl kurtulacağız?’ Demiş.

Evet, muhalifleri ve rakipleri sapsarı idiler.

Ah! Bir kurşun, son Yunan kurşunu Mustafa Kemal’in göğsüne saplanamaz mıydı?

Doğu böyledir, dostlarım, Doğu’da kin, kolayca hıyanete kadar götürür.

O gün sapsarı kesilenler veya onların kinini güdenler, şimdi bile o günün hatırasını söndürmeye uğraşmakta değil midirler?

 Doğu kini, vicdanları saran bu kanser…

Kanserlerin en habis soyu!”

Karşıyakalıların Mustafa Kemal Paşa için hazırladıkları evin önü, bahçesi beyaz başörtülü, maşlahlı her yaştan kadınlar ve fesi atıp kalpak giymiş erkeklerle doluydu.

Paşa’yı görenler ağlamaya başladılar.

Birkaç basamakla çıkılan mermer girişin üzerine bir Yunan bayrağı serilmişti.

Paşa sordu:

“Bu niçin?”

Heyecan içinde açıkladılar:

“Kral kalacağı eve, bizim bayrağımızı çiğneyerek girmişti.”

“Ne olur Paşam, siz de onun gibi yapın.”

“Öcümüzü alın.”

Bir kadın gözlerinden yaş inerek, “Lütfen” diye yalvardı.

Kral’ın kaba davranışı kadınları çok kırmış olmalıydı.

Mustafa Kemal Paşa, “Sizi anlıyorum” dedi, “ama o bir milletin timsalini çiğnemekle hata etmiş. Ben o hatayı tekrar edemem.”

Muzaffer’e döndü:

“Kaldır çocuk.”

Muzaffer bayrağı topladı.

Bu görgü farkı zarif Karşıyaka hanımlarını büsbütün ağlattı.

            ***      ***

İzmirli kadir, kıymet bilir.

İzmir’in erkeği “efe” yüreklidir.

Direnmesini de, ağlamasını da, gülmesini de bilir.

İzmirli kadın çağdaştır.

Giyinmesini de, eğlenmesini de, konuşmasını da bilir.

İzmirli; vefalıdır, dosttur, arkadaştır, sırdaştır, yoldaştır.

İzmirli; bağımsızlıkçı, aydınlanmacı, cumhuriyetçi, laik, halkçı, devletçi, yurtsever ve milliyetçidir.

“Gâvur” İzmir’in ve İzmirlilerin “Kurtuluş Günü” kutlu olsun.

 

KAYNAK: 1-BÜYÜK TÜRK ZAFERİ - FAHRİ BELEN  

                 2-ÇANKAYA - FALİH RIFKI ATAY

                 3-ŞU ÇILGIN TÜRKLER- TURGUT ÖZAKMAN


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık