• 22 February 2018, Thursday 17:48
CelalDurgun

Celal Durgun

Mustafa Kemal ve “Milli İrade”

Mustafa Kemal Atatürk’ün, askeri, siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal alanlardaki başarısının sırrı “Milli İrade”ye güvenmesi ve “Milli İrade”yi yönlendirme yetisidir.

Atatürk, Türk Milleti’nin içindeki “cevher”i yakalamış, o “cevheri” doğru okumuş, doğru yönlendirmiştir.

Kurtuluş Savaşımızı yönlendirirken, devrimleri gerçekleştirirken “halk dalkavukluğu” yapmamış, maceracılığa kapılmamış, kolaycılığa yanaşmamıştır. Millet, Atatürk’ün yurtseverliğinden, halkseverliğinden kuşku duymamış, Atatürk de, milletin vatanseverliğinden, hakseverliğinden emin olmuştur.

Atatürk; fırsatçılık bataklığına sapmadı, halk kuyrukçuluğu yapmadı, halkı esir alan düşünceleri yıktı, cehaletle savaştı, zamanın gerisinde kalmış gelenek, görenek ve safsataların üzerine yürüyerek milletin geleceğine vurulmuş prangaları söküp attı.

Milleti, asla küçümsemedi, halkıyla kavgaya girmedi, inatlaşmadı; halkın vicdanında yaşattığı asaletine güvendi, planlı-programlı çalıştı, sabırla, metanetle yanlışın üzerine yürüdü; ne aldanan ne de aldatan oldu.

Dağın arkasını gören, ufukların ötesini bilen öngörüye sahipti. Atacağı her adımı, gerçekleştireceği her girişimi önce arkadaşlarıyla konuşur, fikir alışverişinde bulunur, sonra kendi düşüncesini açıklar, günü ve zamanı geldiğinde uygulamaya koyardı.

Örneğin; işin başındayken cumhuriyeti ilan edeceğini söylememiş; 29 Ekim 1923’ü beklemiştir. Saltanatı kaldıracağını, halifeliğe son vereceğini açıklamamış, “günü geldiğinde gereği yapılacak” demiştir.

Amasya Genelgesi’nde, “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararının kurtaracağını”, “Milli bir Heyetin kurulacağını” ve “Sivas’ta halkın temsilcilerinden oluşan bir kongre toplanacağını” ilan etmişti. Erzurum’da 7 - 8 Temmuz 1919 gecesi Mazhar Müfit Kansu’ya, “Zaferden sonra hükümet şekli cumhuriyet olacaktır” diye yazdırmış, fakat açıklanmasını istememişti.

23 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi’nin açılış konuşmasında, “Milletin mukadderatına hâkim bir milli iradenin ancak Anadolu’dan doğabileceğini”, “Milli İradeye” dayanan bir “Milli Meclis’in” ve “gücünü milli iradeden alacak sorumlu bir hükümetin” kurulması gerektiğini belirtmişti. (Sinan Meydan)

Kurduğu gazetelere bile “İrade-i Milliye”, “Hâkimiyet-i Milliye” adını verdi. Gazetenin yazarlarına, “Var kuvvetimizle hâkimiyetin millete ait olduğu fikrini neşredeceğiz” direktifini vermişti.

24 Nisan 1920’de TBMM’ye sunduğu önergenin 3. maddesinde “Mecliste yoğunlaşan Milli İrade’nin vatanın alınyazısına doğrudan doğruya el koymasını kabul etmek temel ilkedir. TBMM’nin üstünde bir güç yoktur”, 4. maddesinde ise “TBMM’nin yasama ve yürütme yetkilerini kendinde topladığını” belirtti. Önerinin sonuna da şöyle bir not ekledi: “Padişah ve halife, baskı ve zordan kurtulduğu zaman meclisin düzenleyeceği yasal ilkeler içinde durumunu alır” (Sinan Meydan)

Atatürk gerçekçidir, strateji ve taktik ustasıdır, korkusuz devrimcidir. Emperyalizme karşı birleşebilecek tüm güçlerle birleşmiştir. Sen sultancısın, sen halifecisin, sen irticacısın, sen çağdışısın dememiş, tüm yurtseverleri bir arada toplamayı başarmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk, küsleri barıştırdı, dargınları konuşturdu.

“Diyordum ki, bizim tek dostumuz, tek dayanağımız vardır, o da ulusal birliğimizdir, teşkilatımızdır. Ulusal bağımsızlığımız ancak, milletimizin birliğini koruma azim ve imanını güçlendirdikçe sağlanacaktır. Emperyalizme karşı mücadeledeki başarımız ancak birlik ve bütünlüğümüzle, fikir birliğimizle olacaktır … Milletçe tek vücut, tek azim olarak meşru emellerimizi gerçekleştirmek için çalışırsak, ortak gayeye, ortak faaliyette bulunarak yürürsek, elbette Cenabı Allah da büyük yardımcımız olacaktır.”

Atatürk, milli birliğin önemini şöyle anlatıyor:

“... Gerektiğinde vatan için tek bir birey gibi yekpare olup azimle, kararlı olarak çalışan bir millet yenilmez. Evet, bir milletin başarısı, mutlaka bütün ulusal güçlerin aynı yönde toplanmasıyla mümkündür. İşte bu nedenledir ki, Türk ulusunun yönetilmesinde ve korunmasında ulusal birlik; ulusal duygu ve ulusal kültürle beraber, en yüksek düzeyde göz diktiğim ideal oldu.”

29 Ocak 1921’de TBMM’de yaptığı konuşmada, milletimize kurtuluşun reçetesini verir:

“Milletimiz asırlardan beri iki baskıcı kuvvetin, iki yok edici kuvvetin baskısı altında üzülmekte ve acı duymakta idi. O kuvvetlerden biri, doğrudan doğruya memleket ve milleti yönetmek iddiasında bulunan baskıcılar (sultanlar); ikincisi bütün bir emperyalist ve kapitalist âlemdir. Asırlardır bu iki kuvvetin baskısı altında kalmış olan millet, tabii ki gayet zayıf bir haldedir. Fakat efendiler, baskıların sonucunda büyük uyanışlar meydana geldi. İşte bizim milletimizde de böyle bir uyanış meydana gelmiştir ve biz böyle bir uyanış devresi içinde bulunuyoruz.”

Atatürk, bir anısında Osmanlı’da, gayrı milliliğin itibar gördüğünü; milletin Türkülüğünden utandığını anlatır: “Ben 5. Ordu’da görevli iken … Bir gün, bölük komutanlığına çağırdığı bir Türk çavuşuna ‘Sen, nasıl olur da necip Arap kavmine mensup, peygamber efendimizin mübarek soyundan gelen bu çocuklara set davranır, ağır sözler söylersin? Sen onların ayağına su bile dökemezsin’ diyerek onurunu kıracak şekilde azarlamaya başlayınca, ‘Yüzbaşı efendi yeter’ diye bağırdım: ‘Buna hakkınız yok, bu erlerin bağlı bulunduğu Arap kavmi necip olabilir, fakat senin de, benim de bu çavuşun da mensup olduğumuz kavim de büyük ve asil bir millettir.’ Bu gibi aymazlıklar Türk aydınlarının kendi kendisini bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük olduğunu sanarak, kendini onlardan aşağı görmesinden ileri gelmektedir. Osmanlılığın telkin ettiği bu aşağılık duygusundan milletimi kurtarmak için çok uğraştım.”

Atatürk, milletlerin acı günlerinin olabileceğini, iktidar sahiplerinin vatanın tümlüğüne, milletin birliğine ihanet edebileceğini hatırlatıyor ve böyle bir durumda ne yapmamız gerektiğini de şöyle ifade ediyor:

“… O zaman, kurtuluş çabalarında en önemli başarı; bütün millet bireylerinin, bütün güçlerini birleştirmesi; ülkenin bütün kuvvet ve araçlarını harekete geçirmesi olacaktır. Bunun dışındaki her şey milli birliği bozar, ayrılık getirir, parçalanma getirir. Unutmayın, darmadağın bir milleti istila etmek, birleşik bir milleti istila etmekten çok daha kolaydır.”

“Yurttaşlarım! Millet ve biz yoktur, birlik halinde millet vardır. Biz ayrı millet ayrı değildir. Milli Ülkü’nün ürünleri; güvenle çalışmada, ilerleme hevesinde, milli birlik ve milli irade şeklinde daha iyi gösterir kendini. Milli varlığın temeli milli bilinçtedir, ulusal birliktedir. Milletimizin ulusal birlik duygusunu, her türlü araç ve önlemlerle besleyerek sürekli olarak geliştirmek milli ülkümüz olmalıdır.”

“Vatanın bu felaket günlerinde yapılmakta olan kurtuluş mücadelelerinde en önemli başarı etkeni, millet bireylerinin maddi ve manevi bütün kuvvetlerini birleştirmesidir. Bizi tutsaklığa, yıkılmaya mahkûm etmek isteyen ülkeler karşısında ulusal haklarımızı savunurken, maddi ve manevi ülkenin bütün kuvvetlerinin birlikte hareket etmesi şarttır… Bunun dışındaki her şey, milli birliği ihlale ve sonuçta ayrışmaya ve bölünmeye neden olur… Vatanı ancak milli dayanışma korur. Bu hususta olağanüstü uyanık ve sabırlı olun. Buna karşı gelecek her kuvvete sert tepki gösterin. Birliği ihlal eden girişimlerin ve icraatın anında imhasına çalışın. Milli birliğin ihlali amacı ile yapılacak her girişim ve saldırıyı, akıl dâhilinde sonuçsuz bırakın.”

“Bir millet, bir ülke için kurtuluş, esenlik ve başarı istiyorsanız, bunu yalnız bir şahıstan hiçbir zaman talep etmemeliyiz. Herhangi bir şahsın başarısı demek, o milletin başarısı demektir. Bir milletin başarısı; bir kez daha vurgulayayım ki, mutlaka bütün milli kuvvetlerin aynı bir yönde toplanmasıyla mümkündür. Dolayısıyla bilelim ki, ulaştığımız başarı, milletin kuvvetlerini birleştirmesinden, işbirliği yapmasından ileri gelmiştir. Eğer benzer başarıları, zaferleri gelecekte de taçlandırmak istiyorsak, aynı esasa dayanalım ve aynı şekilde yürüyelim. Bundan sonra da bilim, marifet ve nur yollarında aynı başarıyı sağlamak için birlik ve dayanışma halinde çalışalım. Unutmayın: Bir olmayan millet çözülür, köleleşir, yok olur. Bugün de, yarın da Türkiye birliğe, dayanışmaya muhtaçtır! Sıradan politikacılarla milleti parçalamak ihanettir.”

Atatürk, diyor ki; “Millî egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmağa mahkûmdurlar.”

Mustafa Kemal Atatürk; milli iradeyi gasp etmiş padişahların, milletin iradesini temsil etmediğini, ülkeyi ve milleti kişisel çıkarlarına göre yönettiklerini; kişisel çıkar için ülkeyi savaşa soktuklarını, devleti ve milleti soyduklarını görmüştü.

Aşağıdaki sözler Atatürk’e aittir:

“Arkadaşlar! Türkiye devletinde ve Türkiye devletini kuran Türkiye halkında tacidar (taç sahibi, padişah) yoktur, diktatör yoktur! Tacidar yoktur ve olmayacaktır. Çünkü olamaz. Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir.”

Atatürk şunu anlatıyor: “Millet kendi kaderini, kendi geleceğini kendi elinde bulundurmalıdır. Devlet ve millet, bir kişinin ya da bir ailenin yönetimine bırakılamaz.”

Atatürk’e göre, “bu kadar acı tecrübeyi geçiren milletin, bundan sonra egemenliğini bir kişiye vermesi kesinlikle mümkün olmayacaktır.”

Büyük Atatürk, savaş günlerinde bile Meclis’i açık tutmuştur. Önceliği Meclis’e vermiştir. Bir konuşmasında şunları söylemişti:

“TBMM’nde millete açık olarak millet işlerinin açıkça tartışılması ve iyi niyetli kişilerin ve partilerin görüşlerini ortaya koyarak, milletin yüksek menfaatlerini aramaları benim gençliğimden beri âşık ve taraftar olduğum bir sistemdir…”

Peki, halk yanılmaz mı, millet her seferinde doğru insanları ya da partiyi seçer mi? Hayır, eğer millet, aydınlanma sürecinden geçirilmemişse, okuma, yazma, anlama kabiliyeti zenginleştirilmemişse; akılla, bilimle buluşturulmamışsa, laf ebelerine, söz cambazlarına kanabilir; cumhuriyet düşmanlarının, demokrasi karşıtlarının oyununa gelebilir. Bir ülkenin aydınları susarsa, bilim adamları konuşmazsa, düşün insanları korkarsa, siyasetçileri meydanı boş bırakırsa; o ülkede sözde seçim, sözde milli irade ve sözde demokrasi gerçekleşir.

Sözde kalan her şey sahtedir, temelinde yalan vardır, namussuzluk vardır.

Milli İrade, sadece seçim değildir. Aklı bağnazlıktan, düşünceyi tutsaklıktan, yaşamı karanlıktan kurtarmadıkça, ne Milli İrade gerçekleşir, ne demokrasi yerleşir ne de özgürlük serbestleşir.

Atatürk; Türk Milleti’ni bu konuda da uyanık olmaya davet eder ve çok önemli bir tavsiyede bulunur:

“Efendiler, sırası gelmişken, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an geri kalmasın!” (21.02.2018)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık