• 14 May 2020, Thursday 8:53
CelalDurgun

Celal Durgun

MALTA SÜRGÜNÜ MİLASLI HALİL MENTEŞE

1874 yılında Milas'ta doğdu.

İlkokulu Milas'ta, orta ve lise öğretimini İzmir'de tamamladıktan sonra, yüksek öğretimini, İstanbul Hukuk Mektebi'nde sürdürdü. 1894'te İstanbul'daki baskı ortamından kaçarak memleketi Milas'a döndü.

Bir süre sonra, o yıllarda özgürlük severlerin sığınağı kabul edilen Paris'e gitti.

Yarım kalan hukuk öğrenimini, Paris'te tamamladı.

İttihat ve Terakki Partisi'nin Paris şubesine katıldı.

Talat Paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa'da sonra İttihat ve Terakki'nin “dördüncü” kişisi olarak isim yaptı. İkinci Meşrutiyetin (1908) ilanı üzerine yurda döndü; Menteşe mebusu seçildi.

Aynı yıl, İttihat ve Terakki Fırkası Genel Başkanı oldu.

Hakkı Paşa kabinesinde Dahiliye Nazırlığı yaptı.

Said Paşa kabinesinin kuruluşunda, Şurayı Devlet Reisi, Talat Paşa kabinesinde Adliye Nazırı'ydı.

Meşrutiyet devrinin son meclisinde “Genel Reis”ti.

Osmanlı'nın; Almanya'nın yanında 1. Dünya Savaşı'na katılmasında etkili olduğu söylenir.

13 Kasım 1918'de, İstanbul'un işgalinden 4 ay sonra, 10 Mart 1919'da tutuklandı.

Gerekçe; “Ermeni tehciri”ni gerçekleştirmek ve dünya savaşında “savaş suçu” işlemek.

Uyduruk gerekçenin altında; Yurtsever aydınların, milleti uyandırma korkusu yatıyordu.

İngilizler, Bekirağa bölüğünün basılmasından ve içerideki esirlerin kaçırılmasından korktuğundan, esirleri, Malta adasına götürmeyi kararlaştırdı.

Halil Menteşe ve diğer esirler, 28 Mayıs 1919'da Malta'ya sürüldü.

O günlerde, Malta esirlerinin idam edileceği haberleri yaygındı.

Mustafa Kemal, Malta'dakilerin idam edilmesi halinde, Anadolu'da tutuklu bulunan yabancı askerlerin idam edileceğini açıklamıştı.

Halil Menteşe, 30 Nisan 1921'de serbest bırakıldı.

Kurtuluş Savaşı'nın sonuna kadar İtalya ve Almanya'da kaldı.

Savaştan sonra yurda döndü.

1924 yılında “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası”nın kurulmasında görev aldı.

1926'da İzmir Suikast'ı nedeniyle sorgulandı, ancak göz altına alınmadı.

Halk Partisi'nin bağımsız adaylar için ayırdığı kontenjandan yararlandı ve İzmir milletvekili seçildi.

TBMM'de IV – V -  VI ve VII. Dönem milletvekili olarak görev yaptı.

1948 yılında vefat etti.

Cenazesi doğduğu Milas'ta toprağa verildi.

                                                           ***

Halil Menteşe, Malta günlerinde yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

“Boğazlayan Kaymakamı şehit-i mağfur Kemal Bey, tecrit edildiği hücresinden çıkarılıp bizim koğuşa getirildi. Gazeteler katil, yağmager gibi her türlü müstehcen sözlerle bu aziz şehidi teşhir ediyorlardı. Hepimiz etrafını aldık...

Zavallı şaşkın bir halde idi. 'Aman Allah, dünyaya çıktım, öldüğüme gam yemem, fakat çocuklarımın boynuna 'hain-i vatan evladı' levhası asılacak diye çıldıracaktım' dedi.

'Hain-i vatan, onlara yazanlardır, sen hakiki mücahidsin' diyerek teselli ettik.

Bir hafta kadar yanımızda kaldı, yağız çehreli, büyük ruhlu bir Türk çocuğu idi.

Zavallıyı bir odaya tıkamışlar, aleyhinde yazan gazeteleri hücresine doldurmuşlar, bir iki defa mahkemeye gidip geldi. Son muhakemesinden evvel:

'Aman bana bir müdaafaname yazıverin' diye yalvarmaya başladı.

Bir müdaafaname yazıp verdim.

Mahkeme okumuş, gelince beni buldu. Boynuma sarıldı:

'Bey'im Allah razı olsun, müdafaamı yaptım, sesimi milletime duyurdum, tarihe naklettim, artık asılsam da gam yemem, Divanıharp Reisini de ağlattım' demişti.

Bu müdafaaname hakikaten halkta büyük heyecan uyandırmıştı.

İki gün sonra vatanın bu necip çocuğu gözümüzün önünde araba ile götürülerek asıldı (10 Nisan 1919).

Hükümet gaflet edip cesedini babasına vermiş, o da Üsküdar'a nakletmiş, tıbbiye talebeleri oradaki zabitlerle cesin  bir halk kütlesi muazzam bir cenaze alayı yapmışlar, tabutu kolları üzerinde götürmüşlerdir. Hatta o zaman işitmiştik ki, bu alayı seyreden bir Fransız zabiti: “Bu İttihad ve Terakki ne müthiş bir kuvvettir” diyerek haykırmış.

Ertesi gün bizleri tecrit ettiler, ayrı ayrı odalara koydular, kapılarımıza Türk neferinin yanında birer de Fransız neferi yerleştirdiler. Kapımda uzun boylu beyaz tenli, güzel yüzlü Bartınlı bir nefer vardı. Kendisine bir sigara verdim. 'Nerelisin oğlum' dedim.

'Bartınlıyım' dedi. Karşısındaki Fransız neferine bakarak boynunu büktü:

'Beyim, millet sizi ister, bu gavur dostlarına ısınamıyoruz' diye ilave etti.

Bekirağa Bölüğü her gün yeni yeni mevkuflarla doluyordu. Bunlar vilayetlerin İttihad ve Terakki Heyetleri'nde aza olan ve İttihadçı diye hususi ihbarlarla tevkif edilen aile babalarıydı.

Gönlüme dokundu.

Meşrutiyetin iptidalarında müşterek bir vazife başında tanıştığım Miralay Sadık Bey o sırada Mısır'dan gelmiş, gazeteler “Leader Sadık Bey” ünvanıyla teşhir edip duruyorlardı.

Bir telgraf çekip hapishaneye davet ettim. Geldi.

'Bir harp olmuş, memleket mağlubiyet ıstırabına düşmüş, buna karar verenlerin bazıları hariçte bulunuyor, buradakiler de elinizde. Divanıharp de kurdunuz; icap ederse onları asıp kurtulursunuz. Fakat İttihad ve Terakki hadimlerinden diyerek, harp kararıyla münasebetleri olmayan bir sürü aile babalarını yakalayıp hapishaneleri dolduruyorsunuz. Bu teşhiş işiyle alakadar olmayan Türk, Anadolu'da pek azdır. Bu suretle teşhiş ederek bir sürü halkı dağlara çıkaracaksınız, bu müthiş vaziyette ancak birlik ve beraberlikle memleket korunabilir' dedim.

Cevaben şunları söyledi:

'Halil Bey, ben İttihad ve Terakki'nin içinde yetiştim (bir avucuna diğer elini sürerek). Dipten silmeden ondan kurtulunmaz. 'Leader' dediklerine bakma. Bende bir iktidar yoktur. Olsa ben yapacağımı bilirim. Üç günde ortalığı temizlerim' dedi.

'Sen bilirsin ki memleketin bütün vatanperverleri ve münevverleri bu teşkilata girmiştir, dipten silince sana ne kalacaktır?' dedim.

Sustu.

Sadık Bey'in ifadesinden anladım ki eski İttihadçı olduğundan, Vahideddin ona da itimat edemiyordu...

İzmir'in işgali münasebetiyle İstanbul'da nümayişler genişliyor ve büyüyordu.

Milli Mücadele, muvaffakiyetle inkişaf ettikçe hükümetin maneviyatı kırılıyor, milletin cesaretini arttırıyordu.

Bir gün Dahiliye Nazırı Ali Kemal'in, Amiral Calthorpe'a ziyarete gittiğini gazetelerde okuyunca hakkımızda mühim bir karar beklemelidir, diye aramızda konuştuk.

Ertesi günü İngilizler sabah karanlığında kapalı kamyonlar içinde bizleri, Bekirağa'da alıp götürdüler. Vapura bindirip Malta'ya sevkettiler (28 Mayıs 1919).

Malta'da 21 ay kaldık. Verdela Kışlasına yerleştirildik. Orada Ali İhsan Paşa, Medine Kumandanı Fahri Paşa, doktorlardan ve zabitlerden mürekkep diğer vatandaşları harp esiri olarak bulduk.

İlk aylarda sıkı bir inzibat altında tutulduk. Ayda bir arabalar gelir, öndeki arabada bir zabit, arkadakinde bir zabit, halk ile temas ettirmeden deniz kenarına kadar götürürler, orada biraz güneş ve haber alırdık, arzu edenlerimiz denize girerlerdi.

Birinci İnönü zaferi bu çemberi yırttı, günde onbeşer kişilik grup halinde sabah şehre gidip, akşam dönmek müsadesi çıktı. İkinci İnönü zaferinden sonra arzu edenlerin geceleri operaya gitmekte serbest oldukları bildirildi. Maltızların (Maltalıların) güzel bir opera binaları vardı. Avrupa'dan arasıra gruplar gelirdi.

Sakarya zeferinden sonra Umumi Vali kampa geldi, odaları ziyaret ederek hal hatır sordu. Zaferlerden evvel, ufak zabitler bile selam alıp vermekte istiğna gösterirlerdi.

Damat Ferid Paşa Hükümeti, iktidar mevkiinde oldukça İstanbul gazeteleri kampımızı doldururdu. Salih ve Ali Rıza Paşalar gibi Milli Mücadeleye dost zevat Sadrazam oldu mu, kampımızda tek bir İstanbul gazetesi girmezdi. Zira bu değişiklik İstanbul matbuatının Milli Mücadele leh ve aleyhinde lisanını değiştirdi.

Namımıza gelen paralar kamp kumandanının kasasında toplanır, haftada bir kere bir zabit gelir, muayyen miktarda para dağıtılır, masanın yan tarafına bir çanak konur, oraya da her birimiz birer ikişer “shilling” atmaya mecbur tutulurduk....

Medine Kumandanı Fahri Paşa'nın nezdinde biri Arap, diğeri Türk iki nefer vardı.

İngilizler ara sıra filan zatın serbest olduğuna dair kamp kumandanına emirler gönderirler, bunların esbabını kimse bilmezdi.

Bir gün Fahri Paşa'nın Arap neferi için emir geldi. Bu nefer pılıpırtıyı toplayıp gitti. Aradan biraz geçtikten sonra Türk neferi için de bırakma emri geldi. Paşasıyla uzun zamandır esir yaşayan ve ne zaman da kurtulacağı malum olmayan bu Anadolu çocuğu, Fahri Paşa'yı yalnız bırakıp gitmek istemedi. Vak'a önümde cereyan etti.

Nefer odaya girmiş, karyolanın altına sokulmuş, Paşa da onu koruma kastıyla kapıda duruyordu. Kamp zabiti geldi, Paşa'yı adete iter şekilde odaya girdi, neferi sürükleyerek önüne katıp götürdü. Neferini bu derece şahsına bağlayan kumandandaki yüksek şefkat, neferde tebarüz eden emsalsiz vefa ve feragat ancak Türk'e mahsus meziyetlerdendir.

Bir gün Hüseyin Kadri'nin serbest bırakılması için emir geldi.

Hüseyin Tosun hastalanmıştı. Hüseyin Kadri, isim benzerliğinden istifade ederek hasta arkadaşını, kendi yerine ileri sürdü. O gitti, Hüseyin Kadri kampta kaldı. Asker esirlerin sulh olur olmaz kurtulmaları tabii idi. Fakat siyasi mevkuf olanların akıbeti meçhuldü. O iki arkadaş da bunlar arasındaydı.

Damat Ferid Hükümeti, “esaret-i fiiliyelerinden dolayı Malta'da mevkuf olanların mesuliyet ve tekaüt maaşları kesilmiştir” suretinde bir kanun çıkardı, bazı arkadaşları aileleri bu maaşları alırlar, bir kısmını kendilerine alır kor, küsürunu da arkadaşlara gönderirlerdi. Bu karar neticesinde çok müsrarip vaziyete düştüler. Sivas valisi Muammer Bey de bunların arsındaydı.

Parası olanlar, gece operaya gidebiliyorlardı. Bir gece Muammer merhuma birlikte gitmekliğimizi teklif ettim. Kabul etmedi. 'Opera ücretini ödünç olarak vereyim, memlekete dönünce gene iade edersin' dedim. Gene kabul etmedi. Bana şu cevapta bulunmuştu: 'Halil Bey, çok teşekkür ederim, ben kimsenin minneti altına giremem.'

.........

Malta esaretinden kurtulduktan sonra Roma'ya gelmiştim.

Oradan Rodos'a giderek Küllük ve Bodrum'a çıkmak istemiş ve İstanbul'daki karıma da Rodos'a gitmesi için telgraf çekmiştim. Fakat harp henüz bitmemişti, yolda Yunanlılar tarafından yakalanmak tehlikesi vardı. Bunun için İtalyan donanmasına mensup vapurlardan birisiyle gitmeyi düşündüm. İtalyan hükümetine müracaat ettim. Teklifim kabul edildi.

Rodos'a hareket edecek olan vapura beni alması için Toronto'daki acenteye telgraf çekildi.

Ertesi günü Toronto'ya gittim. İskelede bir vapur vardı, fakat bir hazırlık emaresi görülmüyordu. İçine girerek, yemek yemekte olan tayfalarla Fransızca konuştum. 'Vapur Rodos'a değil Trablusgarp'a gidecek' dediler. Bu işlerle meşkul büroya gittim. 'Sizin için bir emir almıştık, fakat gece yarısından sonra Rodos'tan vazgeçildi. Trablusgarp'a gitmek emrini verdiler' dedi.

Roma'ya döndüm, otelde refikamdam gelmiş bir mektup buldum, içinde Dr. Akil Muhtar Bey'in bir kartı vardı. Onda 'Nahid Bey'in İsviçre ve İsviçreye civar  yerlerde tahsilini ikmal etmesi zarureti vardır' deniyordu.

Biricik oğlum harp esnasında 'Pleuresie' hastalığı geçirmişti. Bu kart hayatının taht-ı tehlikede olduğunu endişesini uyandırdı, hemen Roma'ya hareket etmek üzere emir verdim, geldiler. İtalya'nın meşhur Dahiliyeci Doktoru Margia Fava'nın tavsiyesi üzerine Cenubi Tirol'da Almanların kür yeri olan Meran'a gidip yerleştik. Orada iki sene kaldık.  Arkadaşım Nesimi Bey de rahatsız olduğundan karısı ile birlikte Meran'a geldi. Hasan Cemil Bey'i ailesi ile birlikte orada bulduk.”

                                                           ***

Ben, oğlu Nahit Menteşe'nin hastalığı olmasa, Halil Bey'in, Güllük'e çıktıktan sonra, Anadolu'ya geçeceğine ve Milli Mücadeleye katılacağına inananlardanım. Zira İttihad ve Terakki Partisi'nin önde gelen üyelerinin, Mustafa Kemal Atatürk'e katıldığını biliyoruz.

 

KAYNAK: “Sürgün Günleri - Milli Mücadele Döneminde Malta Sürgünler” / Mehmet Akif Bal.)

 

      


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık