• 27 February 2019, Wednesday 15:45
CelalDurgun

Celal Durgun

KORKUDAN KORKMAK

İnsan korkar.

Yağmurdan korkar, kardan korkar, yıldırımdan korkar...

Karanlıktan korkar...

Ölümden korkar, hastalıktan korkar...

Mezarlıktan korkar, yalnızlıktan korkar...

Kurt'tan korkar, ayıdan korkar, yılandan korkar...

Dışlanmaktan, ötekileştirilmekten korkar...

Rüyadan korkar, gerçekten korkar...

İşsiz kalmaktan korkar, aç kalmaktan korkar..

Sevdiğini kaybetmekten korkar, beklediğine kavuşamamaktan korkar...

Kaybetmekten korkar, yenilgiden korkar...

Cinden korkar, periden korkar, cehennemden korkar...

Allah'tan korkar, dinden korkar...

Vicdansızdan korkar, insafsızdan korkar...

Korkudan korkar...

            ***                  ***

Biat eden korkar.

Aklını kiraya veren korkar.

Korku, cahilliğin ürünüdür.

Okuyan, soran, araştıran, öğrenen insan korkmaz.

Düşünen, bilen insan korkmaz.

Neden, niçin sorularını yanıtlayan insan korkmaz.

Sorgulayan, yargılayan insan korkmaz.

            ***                  ***

İnsanlar gibi milletler de korkar.

Varlığının, birliğinin, dirliğinin bozulacağından korkar...

Kurulu düzenin bozulacağından korkar...

Baskıdan korkar, sömürüden korkar...

Zalimden korkar, vicdansızdan korkar...

            ***                  ***

Bilimsel eğitim almış milletler “endişe” duyar, fakat korkmaz.

Demokrasinin yerleştiği, özgürlüğün kökleştiği uluslara korku işlemez.

Adaletin işlediği, hakkın hukukun korunduğu yerde, korku yaşam bulamaz.

Uygarlığı yaşayan, çağdaşlığı yakalayan milletleri yıldıramazsın.

Oyunu satın alamazsın.

Yalanla kandıramazsın.

Baskıyla susturamazsın.

Korkuyla, korkutamazsın.

Cumhuriyet'in kurucuları; aydın, duyarlı, sorumlu, bilinçli, aklın ve bilimin gereğini yapan kuşaklar yetiştirmek için canla, başla çalıştılar.

Az zamanda, büyük işleri başardılar.

Güzel ve doğru işleri başlattılar.

Her köye bir okul, her okula bir öğretmen kazandırdılar.

Karanlıkla boğuştular, gericilikle vuruştular.

Aklı, yaşamın merkezine koydular.

Bilimin, fennin yolunu açtılar.

1938'e kadar yolunda giden eğitim ve öğretim sistemimiz, Atatürk'ün ölümünden sonra rayından çıkarıldı.

Halkevleri, Köy Enstitüleri gibi eğitim kurumları kapatıldı.

Taşımalı eğitim şaçmalığı yaygınlaştı.

Eğitim sistemimiz, bilimden uzaklaştı.

Akıl, mantık itildi, hurafenin önü açıldı.

Eğitmedik, öğretmedik ama ezberlettik!

Kul'u yurttaş, Millet'i, uygarlıkla buluşturmadık.

Övmeyi serbest, yermeyi yasak kıldık!

Güçlüye destek, zayıfa köstek olduk!

Eleştireni düşman, dalkavuğu dost belledik.

Hesap sormadık, hep hesaba çekildik!

Güden olmadık, güdülen olduk.

Aldatıldık, sömürüldük, ezildik; cezaevlerine konulduk, vurulduk, asıldık, öldürüldük...

Kitabı yasakladık, düşünceyi bastırdık, düşüneni susturduk.

“Bizden”, “Onlardan” söylemini başlattık.

Özgüvenimizi yitirdik.

Aydınlanma fenerini söndürdük, çağdaşlığı yolundan döndürdük.

Geldik bu güne.

Aydınımız korkak.

Yazarımız korkak.

Habercimiz yanlı.

Üniversiteler suskun.

Demokratik kitle örgütleri pısırık.

Muhalefet etkisiz.

Halk sahipsiz.

            ***                  ***

“Böyle gelmiş, böyle gider” diyenlerden değilim ama; değişim öyle yavaş ki, dönüşüm öyle ağır ki “korkmuyorum” desem yalan olur.

1980'li yılların ikinci yarısında yaşanmış bir haberi aktarıyorum:

O yıllarda, “İçinden Tranvay Geçen Şarkı” ismli bir oyun oynanmıştı.

Ferhan Şensoy'un yönettiği oyunu, Ortaoyuncular Tiyatrosu sahnelemişti.

Oyunda, Nazi subayı ve SS'lerin baskıları da anlatılıyor.

Oyunda rol alan oyuncular, tiyatroyu sokağa taşımışlar.

Nazi subayı kılığında, sokağa çıkan oyuncular, kimlik kontrolü yapmışlar.

Yarı Almanca, yarı Türkçe “Kimlik bitte...” (lütfen kimliğiniz) demişler.

O gün, oradan geçen hemen herkes (bir kişi hariç) kimliğini çıkarıp göstermiş.

Türkiye'nin en büyük, en uygar ve en aydın insanlarının oturduğu kent olan İstanbul'un İstiklal Caddesi'nde, bir Allah'ın kulu; Nazi giyisili oyunculara;

“Sen kimsin?”

“Neden kimliğimi istiyorsun?”

Sorusunu sormamış!

            ***                  ***

Aziz Nesin, durumumuzu çok güzel özetlemiş:

“Akılcılık çağından kaç yüzyıl geriyiz, şunu bir bilseydik, çok iyi olacaktı.

Batı akılcılığının çığır açanları, düşmanı oldukları düşüncelerin bile söylenmesini savunma uğruna ölümü göze alıyorlar.

Voltaire, Rousseau'yu hiç sevmez, ona düşmandır, onun düşüncelerini de hiç beğenmez.

Öylesine sevmezki, bir arkadaşına yazdığı mektupta 'Maymun nice insana benzerse, Rouseau da o kadar filozafa benzer' der.

Voltaire'ye göre Rousseau bağnazdır, gericidir. Ama İsviçre hükümeti Rousseau'nun kitabını toplatıp yasaklayınca, buna başkaldıran Voltaire 'Düşüncelerine karşıyım, ama istediği gibi yazma hakkını ölünceye dek savunacağım' der.

Biz bu kadarına çok, çok uzağız...

Düşman oldukları düşüncelerin yayımlanmasını savunmalarından geçtik, ama neye düşman olduklarını bilsinler, niçin düşman olduklarını bilsinler, o bile yeter.”

            ***                  ***

Mustafa Kemal Atatürk'ün sözünü hatırlatıyor ve korkudan korkanları uyarıyorum:

“Yurttaş dediğin düşünebilmeli, yurttaş dediğin haklarını idrak etmeli!

Her birey kendi geleceği ile bizzat ilgilenmeli. Yoksa halk kitleleri herkes tarafından, istenilen yöne, iyi veya kötü yönlere sevk edilebilir.

Her ne şekil ve nitelikte olursa olsun, Osmanlı döneminde olduğu gibi yazgısını başkasına bırakmaması gerekir; bırakırsa işte o alçaltıcı sonuç meydana gelir, ülke işgale uğrar.

Milletimizin her bireyi düşünür ve duyarlı bir şekilde yetiştirilmiş olsaydı, elbette o duruma düşmeyecekti.

Ülkenin ve milletin yönetimini üstlenmiş olanlar, görüş ve işlerinde hata yapabilir.

Bütün bu hataların acı sonuçlarındansa, bütün millet zarar görür, nitekim olmuştur.”

 

 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık