• 02 January 2020, Thursday 8:40
MehmetOğultürk

Mehmet Oğultürk

 Biz Öğretmenler

Yıl 1923. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Vekil maaşları münakaşa ediliyor. Devrin Maliye  Bakanı Gümüşhane Mebusu Hasan Fehmi Bey, Mustafa Kemal Paşa’ ya soruyor. “Paşam Vekil  maaşlarını düzenleyeceğiz; ne kadar verelim? diyor. Paşa düşünüyor ve  şöyle cevap veriyor. ”Sakın öğretmen maaşlarını geçmesin.” Öğretmenin, Cumhuriyetin ilk yıllarında  ne kadar değerli olduğunu, ne kadar saygın olduğunu bu sözden başka ne ifade edebilir?  Nereden nereye geldik. Vekil maaşları  öğretmen maaşlarının neredeyse 10 katı. Bırakın maaş  farkını, saygınlığını da yitirmiş bir öğretmeni düşünün. Toplumda o denli aşağılanmış bir öğretmenden ne bekliyorsunuz? Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür öğretmen var mı şimdi? Bir vali, bir toplantıda ayak  ayak üstüne  atan birini görüp , herkesin önünde fırçalıyor. Sonra da “Ben onu öğretmen zannettim”  diyor. Öğretmeni değersizleştiren, aşağılayan, hor gören bu ifadeyi, Cumhuriyetin ilk yıllarında söyleyebilir miydi bu Sayın Vali?
 Üniversitelerde  bilim  insanı yetiştirilir. Oradan mezun olanlar,  ya mühendis, ya doktor, ya kimyacı, ya  fizikçi,  ya  matematikçi, ya da yargıç  olurlar. Nasıl bir doktor;  mühendislik, yargıçlık  yapamaz  ise,  mühendisler, avukatlar da  doktorluk yapamazlar. Oysa, Ülkemizde   Veterineri, hakimi, savcısı, avukatı, mühendisi, doktoru, kaymakamı, valisi, ziraatçısı, imamı;  kısacası herkes  öğretmenlik yapabiliyor. Formasyon adı verilen bir kurstan geçen herkes öğretmen olabiliyor ama öğretmen, herkes olamıyor. Bir mühendisi formasyon kursuna tabi tutup sonra da ona hekimlik ya da hakimlik yaptırın bakalım. Adama gülerler.
 Bilmek başka bir şey, bilgiyi bilmeyene aktarmak  başka bir şeydir. Çok şey bilirsiniz ama öğretemezsiniz. Çünkü öğretmek için öğrencinin seviyesine inip, onun anlayacağı dilde konuşmak, onlara sevgi ve şefkat göstermek, öğrencinin güvenini kazanıp onunla dertleşip, arkadaşlarıyla, ailesiyle olan sorunlarını çözmek gerekir.  Bizler, yıllarca öğrenciye  sadece bilgi aktardık. Çünkü, fikrimiz hür, vicdanımız hür, irfanımız hür değildi. 1940 yıllarının sonunda Medreselerden kalma ezberci eğitimi dayattılar bize. Neden? Toprak ağalığı ve feodal  düzenin yıkılmasından korktular. Geri kalmış halkın, düşünüp  aydınlanmasından  ve soru sormasından korktular. Emperyalist batılıların asıl niyetlerini ya anlamadılar, ya da anlamazlıktan geldiler. Onlara hem inandılar, hem güvendiler, hem de  istedikleri her şeyi harfiyen yerine getirdiler. 
Biz öğretmenler görevlerimizi hakkıyla yapmadık, yapamadık. Yapsaydık, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirirdik. Yetiştirdiğimiz  nesiller ortada. Kendi çıkarını düşünen, her şeyi başkasından bekleyen, beni sokmayan yılan bin yaşasın diyen bir nesil yetiştirdik. Öyle bir nesil yetiştirdik ki , T.B.M.M. genel Kurullarında  örneklerini her gün görüyoruz. Dün ak dediğine bugün kara diyen, dün küfrettiğine bugün methiyeler düzen bir sürü insan. Atatürk’ ün istediği öğretmen olamadık maalesef. Laik Cumhuriyetin  ve Hukuk Devletinin sonunu getiren nesiller yetiştirdik. Kimi bilim adamı, kimi hukuk adamı, kimi de strateji uzmanı olduklarını söyleyen ve her akşam televizyonlarda ahkâm kesen nesiller yetiştirdik. Bu nedenle, Ülkenin bu hale gelmesinde biz öğretmenlerin suçu çok  büyük.
 Zira, mühendisi, hekimi, hâkimi, profesörü, generali, amirali, bakanı, vekili hepsi  bizlerin tezgâhından geçtiler. 


 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık