• 25 January 2024, Thursday 20:09
MehmetOğultürk

Mehmet Oğultürk

 OTORİTER DEMOKRASİ

Tarih, önetenlerinin beceriksizliği, bilgisizliği ve yeteneksizliği yüzünden batmış yok olmuş devletlerle doludur. Bu devletlerin hemen hepsi, ya tek kişi, ya tek aile ya da seçkin bir toplulukla yönetilmiştir. Bu yüzden ömürleri de kısa olmuştur. O tek kişi ve aile yok olduğu zaman devlet de yok olmuştur. Tıpkı bizdeki partiler gibi. Turgut Özal gitmiş Anavatan bitmiş, Bülent Ecevit gitmiş DSP bitmiş, Demirel gitmiş DYP bitmiş. RTE de gittiğinde AKP de bitecektir. Ama halk yeni yeni partiler, yeni yeni devletler kurmaya devam edecektir. İlk Çağ’da küçük küçük şehir devletlerinde doğrudan demokrasi uygulanmış, halkın tümü alınacak kararlara ortak edilmiştir. Orta Çağa ise dinler hâkim olmuş, kölelik zirve yapmıştır. Tanrıya inanan insanların kurduğu devletler, din kurallarıyla yönetilmiştir.  Önce Zebur, sonra Tevrat, daha sonra da İncil İsrail oğullarının kutsal kitabı sayılmıştır. İncil, Zebur ve Tevrat karışımı bir kitaptır.  Hz. Muhammet de bu dinlerin etkisinde kalmış ve yeni bir dini tebliğ etmiştir. İslam. Zira Hz. Muhammet, Davut’u , Musa’yı, İsa’yı Peygamber kabul ve ilan etmiştir. Onları inkâr etmemiştir. MS 6.yüzyılda kendisine Allahtan ayetler indiğini söylemiş ve Ayetlerin toplandığı kitabın adına da Kur’an demiştir. Devletin başında ister kral, ister padişah, ister Han, ister Emir olsun, din adamlarının etkisinden ve tepkisinden kurtulamamışlardır. Bu durum taa 1789 Fransız devrimine kadar sürmüştür. Bu tarihten sonra, Cumhuriyet ve demokrasi tekrar gündeme gelmiştir. Ancak, Tam Demokrasinin uygulanması mümkün olamamıştır. Çünkü Devleti oluşturan halkın hepsinin bir araya gelmesi ve alınacak kararlara ortak olması mümkün olmamıştır. Bu yüzden Devlet, halkın temsilcileri tarafından yönetilir olmuştur.

Bir padişah tarafından yönetilen koca Osmanlı İmparatorluğu’nda Şeyhülislamdan fetva alınamadığı için, matbaa, icadından tam 234 yıl sonra İstanbul’a gelebilmiştir. Bu yüzden, tebaa okuma yazma öğrenememiş ve zırcahil kalmıştır. Bilim ve sanattan nasibini alamamıştır. Bu nedenle 20. Yüzyılın başlarında yıkılmış ve küllerinden yeni bir Devlet doğmuştur. Bu devlet Türkiye Cumhuriyetidir. Cumhuriyetle birlikte, Tebaa, Halk adını almıştır. Bu halkın çok büyük çoğunluğu okuryazar değildir. Kuruluşundan itibaren halkın temsilcileri olarak, toprak ağaları, şeyhler, zenginler, din adamları yönetimde söz sahibi olmuşlardır. Devleti kuran büyük önder Mustafa Kemal Atatürk okuryazar bulmakta bir hayli zorlanmıştır. Bu nedenle, harf devrimini yapmak zorunda kalmış ve Latin alfabesini Türkiye’ye getirmiştir. Çok geçmeden, okuryazar sayısını yüzde üçlerden yüzde yirmilere, hatta otuzlara çıkarmıştır. Ne yazık ki, okuryazar sayısını yüzde yüz yapamadan bu âlemden göçüp gitmiştir.

1946 yılında, Devlet çok partili sisteme geçmiş ve Ülke demokratik bir şekilde yönetilmeye çalışılmıştır. Halkın temsilcileri halk adına, düşündüklerini ve halkın isteklerini rahatça Meclis kürsüsünden söyleme hakkına kavuşmuştur. Devlet otoritesi yasalarla sınırlandırılmış, vatandaş istediğimi söylerim, istediğimi yaparım, artık demokrasi var demeye başlamıştır. 1961 Anayasası, yasama, yürütme ve yargıyı birbirinden ayırmış, demokrasiyi daha da ileri götürmüştür. Halkın, özgürce konuşma, tartışma, soru sorma ve dilediği şekilde hareket etme sınırları daha da genişletilmiştir.  Ne var ki bu durum fazla sürmemiş, yeteneksiz, basiretsiz ve bilgisiz yöneticiler, kendi bekaları için mevcut Anayasa’dan şikâyet eder olmuşlardır. 1961 Anayasasının hemen hemen tüm hükümleri birer ikişer değiştirilmiş ve demokrasi törpülenmeye, özgürlükler tekrar kısıtlanmaya başlamıştır. Bu da demokrasiyi tartışılır hale getirmiştir. 1982 Anayasası ise, özgürlük hükümlerini kabul eder gibi görünmüş, ancak diye başlayan ilave fıkralarla yok etmiştir. Bu da yetmemiş olmalı ki, yasama, yürütme ve yargı son yıllarda yeniden tek elde toplanmış ve milletin vekilleri etkisizleştirilmiştir. Kendi başlarına hareket edemez, halkın istek ve ihtiyaçlarına cevap veremez olmuşlardır.

Son olarak, İsveç’in Nato’ya katılmaması kararından çark edilmiş, yukarıdan gelen talimatla Meclis toplanmış ve bu toplantıya ancak 346 vekil katılmıştır. Oysa bu halk, oylamaya katılsınlar ve bizim adımıza oy kullansınlar diye tam 600 vekil seçip Meclise göndermiştir. 254 vekil nerdedir? Hadi biri hapiste, diğeri vefat etmiştir diyelim, geri kalan 252 vekil neden oturuma katılmamıştır? Bir devlet memuru ya da bir emekçi işine gitmediği zaman maaşından derhal kesinti yapılıyor. Meclisteki oturuma katılmayan vekillerin de maaşlarından kesinti yapmak gerekmiyor mu? Gerekmiyor ise bu Meclise 346 vekil çok bile. Gerisi bu devlete yüktür. Zaten yasalar tartışılmıyor, konuşulmuyor, yukarıdan dikte ediliyor. Yazık değil mi, bu halkın dişinden tırnağından artırıp ödediği paralara. Sonra da bu ülke demokrasi ile yönetiliyor diyorlar. Kimi kandırıyorlar? Bunun adı olsa olsa Otoriter Demokrasidir.

 

 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık